Zarif mimarisiyle dev bir doğa parkını anımsatan Prens Adaları’nın en büyüğü Büyükada, denizin kucağındaki balık lokantaları, şarkılara konu olmuş günbatımları ve mimoza kokulu bahçeleriyle bizi bekliyor. Büyükada’ya sabahın erken saatlerinde geçtiyseniz, geziye başlamadan önce kahvaltı keyfi yapmanızı öneririm. Oyunbaz martıların çığlıkları, hafif bir rüzgâr, fayton ve dalga sesleri de hediyeniz oluyor.
İster kahvaltıdan önce olsun ister sonra Büyükada İskelesi’ni gözden kaçırmayın. Osmanlı dönemi neoklasik mimari akımının Büyükada’daki temsilcisi olan iskele binası, İstanbul’daki benzerlerinin en zarif örneklerinden. 1914’te yapılan iskelenin mimarı Mihran Azaryan. İskelenin çinileriyse Kütahyalı Mehmed Emin Efendi tarafından yapılmış. İstanbul iskeleleri içinde orijinal halini koruyabilmiş nadir örneklerden biri ve ilginç bir geçmişi var: 1920’li yılların ünlü Prinkipo Lokantası, iskelenin üst katında hizmet vermiş. Kubbeli çatısı, çini süslemeleri, sütunlu terası ve renkli pencereleriyle gösterişli bir görünüme sahip olan iskelede, 1950’lerde adanın ilk kışlık sineması açılmış.
YALILAR VE KÖŞKLER
İskeleden uzaklaşıp büyük bahçeli tarihi köşklerin yoğunluk gösterdiği Çankaya Caddesi’ne çıkıyorum. 19’uncu yüzyılın ortalarından itibaren, başta varsıl azınlıkların, Osmanlı bürokrat ve sosyetesiyle küçük bir sanatçı topluluğunun ikamet ettiği Büyükada, kısa sürede seçkin bir sayfiye merkezi haline gelmiş. Adadaki en önemli köşkler arasında Çankaya Caddesi’nin başındaki, bir zamanların Çankaya Oteli ilk sırada. Dört katlı, 22 odalı beyaz Agopyan Köşkü’nün az ilerisinde 1878’de yapılmış, İtalyan estetiği taşıyan Fabiato Köşkü var. Bunun hemen çaprazında Hükümet Konağı olarak kullanılan Hacapulos Köşkü yükseliyor. Yolun devamı bir dönemin etkili yayın organı olan Levant Herald gazetesini yayımlayan Mizzi’nin kuleli köşküne çıkıyor. Adanın en süslü ahşap binası olarak tanınan Con Paşa Köşkü de 78 numarada. Keyifli bir kahve molasının ardından yürüyüşe devam ediyorum. Çankaya Caddesi’ni izleyip Değirmen Plajı’nı geçince Dil Burnu’na ulaşacaksınız. Denize bir dil gibi uzanan görünümünden ötürü bu adın verildiği geniş çamlık, piknik ve dinlenme alanı olarak düzenlenmiş. Tam karşısında uzanan Heybeliada’nın arka yüzünde güneş battığı için adada günbatımının en iyi izlenebildiği yer olarak anılan kırlık alanın güzellikleri şarkılara konu olmuş. Ünlü yazar ve tarihçi Ahmet Refik Altınay’ın yazdığı “Yine bu yıl ada, sensiz içime hiç sinmedi; Dil’de yalnız dolaştım hep, gözyaşlarım hiç dinmedi” sözleriyle başlayan şarkısı buranın romantik atmosferini özetliyor. Burnun güney kıyısında yazın denize girilebilen Yörükali (Yorgoli) Plajı uzanıyor. Civardaki çay bahçelerinde dinlenip bir şeyler içmek de mümkün.
PAPATYALAR ARASINDA…
Sırada, güzel bir günde burada yapılacak en iyi etkinlik olan Aya Yorgi Tepesi yürüyüşü var. Birlik Meydanı’ndaki çay bahçesinde soluklandıktan sonra, artık adanın en yüksek tepesi olan 203 metrelik Yüce Tepe’ye (Aya Yorgi) doğru yola koyuluyorum. Dilek Yolu da denen ve her inançtan insanın taşlık yolun iki yanındaki makiliklere küçük bezler bağladığı yokuşun ucu, Agios Georgios Kilisesi ve Manastırı’na varıyor. Rivayete göre Doğu Roma İmparatoru Fokas, 963 yılında çevresine şifalar dağıtan Kapadokyalı Aziz Georgios adına bu manastırı yaptırmış. 23 Nisan ve 24 Eylül’de ziyaretçi akınına uğrayan tepede sevimli bir yeşil alan göze çarpıyor. Adanın en yüksek noktasındaki bu mekân, ziyaretçilerine panoramik bir İstanbul manzarası sunuyor. Masa ve sandalyeler, papatyalı çimenlerin üzerine ve kayaların arasına dağılmış.
Dönüşte Adalar Müzesi’ne uğrayıp edindiğimiz bilgileri pekiştirmekte yarar var. Buradan müzenin olduğu yere kadar yürümek size zor gelirse Birlik Meydanı’ndan elektrikli araçlara binip zaman kazanabilirsiniz. İstanbul adalarının barışçıl ve çokkültürlü geçmişini gelecek nesillere taşıyan Adalar Müzesi, güzel bir mekânda hizmet veriyor. Adalar’a yayılan müze temasıyla kurulan mekânın ana binası ve kalıcı sergileri, Aya Nikola mevkisindeki Hangar Binası’nda. İstanbul’un ilk modern kent müzesi unvanına sahip olan mekân, Adalar’ın geçmişini yüzlerce obje, 20 bin belge, 6 bin fotoğraf, belgesellerle ziyaretçilerin beğenisine sunuyor. Müze, Adalar’ın kentsel tarihine odaklanan Osmanlıca belge arşivine de sahip. www.adalarmuzesi.org
NİHAL İLE BEHLÜL’ÜN KAVUŞTUĞU YOL
Osmanlı’dan yadigâr: 1895’te ibadete açılan Hamidiye Camisi, İkinci Abdülhamit’in emriyle inşa edilmiş. Kesme küfeki taştan yapılmış olan iki katlı mabedin tek şerefeli minaresinin kapısı avluya açılıyor. Son cemaat yerinin tavan göbeğinde, iki yanında hilal motifi olan sekiz köşeli bir yıldız görülüyor. Caminin duvarları ve pencere içleri mavi, lacivert ve sarı kalem işiyle bezenmiş. Kadınlar mahfilini örten aynalı tonozun dışı kurşun, içi bitkisel süslemelerle kaplanmış. Tavan üç adet dökme demir kandil askılığıyla donatılmış.
Âşıklar Yolu: Adanın ikinci büyük yükseltisi olan 164 metrelik Hristo Tepesi’nin yamacında ağaçların gizlediği Âşıklar Yolu kıvrılıyor. Burada çam ve reçine kokuları eşliğinde yürüyebilir; ıssız patikalarda kozalaklar toplayıp çam iğnelerinden kolyeler, papatyalardan taçlar yapabilirsiniz. Ayrıca Halit Ziya Uşaklıgil’in ‘Aşk-ı Memnu’ romanında Nihal ve Behlül’ü burada kavuşturduğunu biliyor muydunuz?
Ahşap Saray: Tepenin en yüksek noktasında perili köşkü andıran görünümüyle Rum Yetimhanesi, derin bir ıssızlık içinde heyula gibi yükseliyor. 1898’de bir Fransız şirketi tarafından otel olarak yapılan bu bina, Avrupa’nın birinci, dünyanın ikinci büyük ahşap yapısı. 102,5 metre uzunluğunda ve 35 metre genişliğindeki beş katlı binada restorasyon çalışmalarının başladığını hatırlatalım.