Çocukluğumdan bu yana Arjantinli devrimci Che Guevara’ya hayrandım. Altı yıl önce bir uçak dergisinde okuduğum yazı, bu nedenle bir hayale dönüşmüştü benim için. Üç yıl önce işim nedeniyle ailemle Bolivya’ya taşınmam ise hayalimi gerçeğe dönüştürdü. Haziran 2019’da çıktım yola. Elimde fazlaca bir bilgi olmadan, Che’nin öldürüldüğü yere, yani Higuera Köyü’ne gitmeye karar verdim. Dergide okuduğum yazıda adı geçen Irma’yı bulmak, onunla konuşmak ve fotoğrafını çekmek istiyordum. Beş günlük bir seyahat planladım. Önce Higuera’nın bağlı olduğu Vallegrande’ye gittim ve Irma’yı tanıma ihtimali bulunan kişileri araştırmaya başladım. Ümidimi kesmek üzereyken Gonzalo çıktı karşıma. Evet, Irma’yı tanıyordu ve hâlâ hayatta olduğunu söylüyordu. İkimiz için Temmuz 2019’da yeni bir yolculuk başladı ve sonrasında filme dönüştü. Belgesel bitti, İstanbul ve Bolivya’da gösterildi ama yolculuk bitmedi… Ama şimdi yolculuğun en başına dönmeliyim…
Cem Sarvan, Irma ile birlikte…
Girişinde Che fotoğrafıyla gelenlere merhaba diyen Higuera’ya sekiz saatlik zorlu bir yolculuğun ardından vardım. Che’nin ve arkadaşlarının geçtiği patika yollarda 2-3 saatlik yürüyüşler yaptım. Bolivya askerleri ve CIA işbirliğiyle nerelerde pusuya düşürüldüklerini gördüm. Gonzalo sadece yolları değil, tarihi de çok iyi bilen biri çıktı. Tüm detaylarıyla bana öyle güzel anlattı ki o günleri, belki de yaşattı demeliyim.
Higuera minnacık bir köy. Sadece 52 kişi yaşıyor. Bolivyalıların bile çoğunun nasıl gidileceğini bilmediği dağ yollarından geçerek ulaşılıyor. 1967’de Che Guevara’nın buraya gelmesindeki amaç, uzun soluklu bir devrimci eğitim kampının temellerini atmaktı. Tüm Güney Amerika ülkelerine ulaşılabilirliği nedeniyle seçmişti burayı.
Ancak planlar beklendiği gibi gitmedi ve köy haftalarca kuşatma altında kaldı. Che’nin de ölümsüzlüğe ulaştığı yer oldu. Bütün köy Che resimleri, fotoğrafları ve heykelleriyle dolu. Ufak ama çok bilgilendirici bir müzesi var. La Higuera Müzesi 08.00-12.00, 14.00-18.00 arasında açık ve giriş ücreti yaklaşık 7.50 TL. Herkes burada bir şeyler bırakmış, ben de bir fotoğrafımı iliştirdim panoya. Bu minik yerde dünyanın içine daha da fazla girdiğimi hissederken, bir o kadar da yavaş yavaş dünyadan çıktığımı fark ettim. Biliyorum garip bir durum ama ancak böyle açıklayabiliyorum içinde bulunduğum durumu.
Derken beklediğim an geliyor; Irma’yla tanışacağım. Ta altı sene önce bir dergide adını okuduğum, Che’nin zamanında yaşamış Irma Rosado’yla… Bugün 72 yaşında, Che ile tanıştığında 20 yaşındaymış. Çok dinç, gözlerinin içi gülüyor ama Che’yi 52 sene sonra anlatırken ağlayacakmış gibi geliyor. Nasıl heyecanlandım Irma’nın ellerini tutup kendisine sarılıp öperken. Onun üzerinden Che’ye de dokunduğumu hissettim.
Che’nin öldürüldüğü ilkokul, bugün küçük bir müze…
Sonraki iki ay belgeselin hazırlıklarıyla geçti. Çektiğim fotoğraf ve filmleri izledim defalarca. Hiçbirinin ikinci bir çekimi, tekrarı veya ön hazırlığı yoktu. Sonuçta ortaya 40 dakikalık bir film çıktı. Higuera’lılarla konuşan ve onların duygularını aktaran ilk Türktüm artık ama bütün bunların ötesinde onlarca yıllık hayalimi gerçekleştirmiştim. Henüz altı yaşındayken evimizde gördüğüm Che posteriyle kafama kazınan kahraman devrimci portresi, canlanarak yanıma gelmişti neredeyse. Öldürüldüğü gün olan 8 Ekim’i 9’una bağlayan gece, belgeseli Higuera’da bir avluda, aralarında Irma’nın da bulunduğu 30 köylüyle beraber izledik.