Kendisi de bu okulun mezunu, 44 yıldır öğrencilikten başlayarak öğretmen, müdür yardımcısı, son 17 yıldır da Türk müdür başyardımcılığı görevini yürüten Ender Üstüngel ile birlikte Özel Saint- Joseph Fransız Lisesi Müdürü Paul Yves Georges ile görüştük:
– Okulunuz ilk olarak hangi amaçla, nerede kuruldu?
1870’de Avrupa yakasında kuruldu. Levanten grubun eğitimle ilgili talepleri üzerine bu okul açıldı. Galata Okulu yanınca Kadıköy tarafına geçildi. Okul önce yatılıymış. Çok büyük bir bölümü Hristiyan öğrencilerden oluşmuş. Verilen eğitimin kaliteli olduğunu gören paşalar da yavaş yavaş çocuklarını göndermeye başlamışlar. Aslında ünlü olan okulumuz Ticaret Enstitüsü’ydü. Lübnan’dan, Mısır’dan bile öğrenciler geliyormuş. 1914’te savaş çıkınca Fransa’yla, Osmanlı farklı taraflarda olduğu için okul kapatıldı. Askeri hastane olarak bir süre kullanıldı. Atatürk’ün önderliğinde cumhuriyetin kurulmasıyla eğitim kalitesine güvenildiği için de bu sayı artıyor. Hristiyanların dini işaretleri, laiklik ilkesine uygun olarak ortadan kaldırılmış. Okuldaki Frerler, eğitim yönü ağır basan kişilerdi. Gitmeyi düşünseler burada kalıyorlar. Başından beri erkek lisesi olarak hizmet veriyor. Bizim eğitmenlerimiz maddi imkânı daha düşük ailelerein çocuklarını yetiştirmeye çabalıyorlar. 1988’den bu yana karma eğitim yapıyoruz. Şu an öğrencilerin yüzde 52’si kız, yüzde 48’i erkek. Çünkü kızlar erkeklerden daha başarılı.
– Nasıl bir eğitim veriyorsunuz?
Okulumuzun sloganı, ana felsefesinin özünü anlamak için sanırım yeterli olacak: Saint-Joseph; daima kalite… Gerçekten de La Salle Vakfı temsilcisi Frerler, yönetim kurulu, öğretmen kadrosu ve diğer çalışanların ortak amacı yapılan işi kaliteli yapmak; genel gidişata uyup ‘adam sendecilik’ hastalığına kapılmamaktır. Aynı zamanda bizimle aynı şansa sahip olmayanları unutmamak, onlara elden geldiğince destek olmaktır. Saint-Joseph ‘öteki’ kavramına ve dayanışmaya önem verir. Tüm öğrenciler, içinde bulundukları sosyal ortam ne olursa olsun okulun düzenlediği sosyal dayanışma etkinliklerine katılırlar. Bu katılım herhangi bir zorlama yapılmadan sağlanıyorsa -ki okulumuzdaki durum budur- sosyal dayanışma ruhu kazandırılmış demektir.
– Disiplin sizde niye bu kadar önemli?
Bizim en çok velileri korkutan yanımız disiplinimiz. Disipliniyle ün yapan bir okuluz. Kapıdan her çocuk girerken müdürler olarak yanımızda müdür yardımcısı, nöbetçi öğretmen kontrol yaparız. Saç konusunda biraz esnedik. Ama ayakkabıya takılıyoruz, siyah olması lazım. Forma hala var. Eskiden gömlek kravat giyerdik, şimdi tişört giyiniyorlar. Kılık kıyafet dışında koridorda yürümesi, öğretmenle konuşması, sınıfta oturması; bunların hepsinde bir disiplin var. Diğer okullarda bu konularda biraz daha esnek olabilirler. Sınıflarımız camlıdır. Çapraz kürsüler vardır. Her koridorda bir müdür yardımcısı olur. Onun da odası camlıdır. Gelip geçerken, müdür yardımcısı çocuğu, çocuk müdür yardımcısını görür. Bu nedenle çocuklar pek dışarı çıkmaz. Her teneffüste iki tur kontrol olur. Biz de yöneticiler olarak derslere giriyoruz. Frerlerin asıl kuralı çocuklardan uzaklaşmamaktır. Ekip ruhu çok önemlidir. Biz onlarla teması kaybetmemek için derse girmek istiyoruz. Önce öğretmenler zümresiyle konuşuyoruz. Planları onlarla yapıyoruz.
– Günümüzde hiç esnemediniz mi?
Öğrenciler, okulun çok katı kurallarla yönetildiğini düşünüyorlar. Eskiden öğrencilerin herhangi bir idarecinin bulunduğu koridora adım atmaktan çekindiğini bilmiyorlar, ‘üçüncü karo’nun onlar için hiçbir anlamı yok çünkü uzunca bir süredir açık kapı politikası güdüyoruz. Çoğu öğrenci mezun olduktan ancak 4–5 yıl sonra okuldaki disiplinin ne işe yaradığını anladığını belirtiyor. Kimilerine göreyse disiplin insan hayatını zorlaştıran gereksiz bir detay.
Disiplin dediğimiz kaba ve kör disiplin değil. Verdiğimiz disipline bir anlam katmak istiyoruz. Özellikle de çocukları işlerde, o işin sahibi yapmaya çalışıyoruz. Çocukların sorumlu hale getirilmesi çok önemli. Eski disiplin anlayışı kalmadı. Tepeden inme, kaba disiplin yok. Birçok kulüp öğrenciler tarafından yönetiliyor. Öğretmenler yol gösteriyor. Eskiden öğretmenler emir verir, öğrenciler yapardı. Şimdi öyle değil.
NOTLARIMIZ BİRAZ KIT
Bütün Fransız liselerinde notlar kıttır. Fransız not sistemi zaten kendi içinde inanılmaz zor. “100 zaten olamaz, 68 almışsın çok iyi” deniliyordu eskiden. Öğrenciler 100 alabilir, bu öğretmenin anlattıklarının öğrencinin anladığını gösterir. Çocuk 68 almış, ortalaması 83 ama okul birincisi. Başka bir okula bakıyoruz. Çocukların bütün notları 100. Biz onu yapamıyoruz ama çocuklarla anlaşıyoruz. Ödev, proje gibi şeylerle destekliyoruz.
TEKNOLOJİK OLARAK İYİ YERDEYİZ
Çok iyi bir yerleşkedeyiz. Kampüsümüz çok iyi. Yeşillikler içinde. Geniş bir alanımız bulunuyor. Doğa Bilimleri Merkezi diye bir bölümümüz var. Modern bir müzecilik anlayışıyla onları sergiliyoruz. Her öğrenci ve öğretmende tablet var. Öğretmen dersin bir kısmını tabletle ekrana yansıtıp, onları derse katmaya çalışıyor. Okulun her yerine Wi-fi’ye bağlanmak mümkün. Zenginleştirilmiş kitaplarımız buradaki öğretmenlerimiz tarafından oluşturuluyor. Bu konuda iddialıyız. Eskiden sadece kitap ve fotokopi olurken şu anda aşağı yukarı her derste bilgisayar, DVD, projeksiyon aleti, internet, tablet kullanılıyor. Dersler zenginleştiriliyor ve internetten sürekli güncelleniyor. Yabancı dil dersleri için özel bilgisayar programlarımız var. Her öğrenciye kendini Fransızca ifade edebilmesi için özel bir konuşma (conversation) süresi ayrılıyor.
TÜRK ÖĞRENCİLER DUYGUSAL BAĞ KURUYOR
Öğrencilerin meraklarını çok değerli buluyorum ve seviyorum. Öğretmenlerle çok duygusal bağ kuruyor öğrenciler. Bu size inanılmaz bir enerji verebiliyor. Ama çocuklar duygusal bağı kurduktan sonra, bazen beni sevmiyorsunuz diyebiliyor. İyi yürüdüğü zaman çok iyi, yürümediği zaman çok sıkıntılı. Bu Fransız öğrencilerle, Türk öğrenciler arasındaki önemli bir fark. Ama Türk öğrencide öğretmene karşı büyük bir saygı var. Bu bütün yabancı okullarda böyle. Bunlar Avrupa’da unutulmaya yüz tutmuş şeyler.
HELİKOPTER AİLELER BİZİ ZORLUYOR
Öğrencilerin özgüveni çok yüksek ama bu bazılarında boş bir özgüven. Özgüvenliysen lütfen önce altyapını oluştur. Birden atlama diyoruz. Bunu da sağlamaya çalışıyoruz. Veliler de helikopter aileler var. Çocuğun bir ihtiyacı varsa anne geliyor karşılıyor. Öğretmenle çocuğun sürtüşmesi varsa çocuk gelip konuşabilir. Eskiden müdürün geçtiği koridordan kimse geçmezdi, ama şimdi öyle bir şey yok. Şimdi odada çocuk çayını da söylemiş bizi bekliyor. Velilerde ise benim çocuğum haklıdır, her şeyi biliyor anlayışı hakim. Hatta “Sen öğretmen olarak ne engel oluyorsun” diyenler bile var. Öğrenciyle karşı karşıya kalmaktan korkan bir veli grubu var. Her şeyi öğretmenden bekliyor. Ama biz anne, baba, aile değiliz. Çocuğu etkilemek için ailenin de devreye girmesi gerekiyor,ama pek girmiyorlar aileler. “Ben size çocuğu emanet ettim ama kırmayın, çok dikkat edin, pamuklar içinde olsun” diyorlar. Ama gerçek hayat öyle değil. Çocuk her şeyde haklı diyenler de çok zorlanıyoruz.
KİMDİR?
1972’de Fransa’nın Brest kentinde doğdu. Sorbonne Üniversitesi Fransız Edebiyatı mezunu. Türkçe ve İngilizce biliyor. 1996-2000 arasında Paris’te Fransızca öğretmeni olarak çalışan Georges, 2000 yılından bu yana Türkiye’de yaşıyor. 2000-2004 yılları arasında Galatasaray Üniversitesi’nde; 2004-2007 yılları arasında ise İstanbul Saint-Joseph Lisesi’nde Fransızca öğretmeni olarak çalıştı, 2007-2016 yılları arasında burada müdür yardımcısı oldu. 2016’dan bu yana lisenin müdürlüğünü yapıyor. Resim yapan, futbol oynayan Georges, Türkiye’nin en çok misafirperverliğini ve dayanışmasını seviyor. Mardin ve Dalyan’ı, Moda ve Fener’in sokaklarını seven Georges, Karadeniz mutfağına ilgi duyuyor, Sezen Aksu ve Ömer Faruk Tekbilek dinliyor. Yabancı bir ülkede deneyim yaşamak için bir arkadaşının önerisiyle Türkiye’ye gelen ve ikinci yılda Türk eşiyle tanışan Georges, hayatını Türkiye ve Fransa arasında geçiriyor, bundan sonra da yaşamının bu şekilde devam etmesini planlıyor.