Bilim insanlarının öngörülerine göre, Covid-19 pandemisini bitirmek için dünya nüfusunun en az yüzde 70’inin virüse karşı bağışıklık kazanması gerekiyor. Bu da aşağı yukarı 5,5 milyar insan ediyor. Bu sayının içinde hastalığı geçirip iyileşenler de var ancak asıl büyük payı aşılanarak bağışıklık kazanacak kişiler oluşturuyor.
Kan pıhtısına yol açtığı gerekçesiyle birçok ülkede kullanımı durdurulan Johnson & Johnson aşısı dışında halihazırda kullanılan Covid-19 aşıları kişi başı iki doz şeklinde uygulandığından, 5,5 milyar kişi için kabaca 11 milyar doz aşıya ihtiyaç var.
Mart sonu itibarıyla 8,6 milyar doz aşı için siparişler teyit edildi. Bu oldukça dikkat çekici bir başarı olmakla birlikte aşı üretiminin henüz yeterli seviyede olduğunu söylemek mümkün değil.
Buna bir de eldeki aşıların yoksul ve zengin ülkeler arasındaki dağılımını eklemek gerekiyor. Söz konusu 8,6 milyar dozun 6 milyarının alıcısı, dünya nüfusunun yüzde 20’sini oluşturan yüksek ve üst-orta gelir seviyesindeki ülkeler. Araştırmacılara göre, dağıtım daha dengeli bir hale getirilmediği takdirde, düşük gelir seviyesindeki ülkelerdeki insanların aşılanmasının iki yılı bulması bekleniyor.
Bir başka deyişle dünyanın daha fazla aşıya ve bu aşıların ülkeler arasında daha homojen bir biçimde dağıtılmasına ihtiyacı var.
Bu probleme önerilen çözümlerden bir tanesi, aşı üreticilerinin ürünleri üzerindeki fikri mülkiyet haklarından feragat etmeleri ve aşıların formüllerini ücretsiz olarak yoksul ülkelerdeki ilaç şirketleriyle paylaşarak aşı arzının artışına katkıda bulunmaları. Peki bu uygulanabilir bir çözüm mü? Elinde formül olan herkes bu aşıları üretebilir mi? İlaç şirketlerinin aşı formüllerini erişilebilir hale getirmesi, aşı dağılımındaki eşitsizliklerle başa çıkmak için yeter mi?
Covid-19 aşısında fikri mülkiyet tartışmalarını 9 soruda özetlemeye çalıştık. Türkiye’nin önde gelen tıbbi mikrobiyoloji uzmanlarından Prof. Dr. Mehmet Ziya Doymaz‘a da konu hakkında görüşlerini sorduk. İşte enine boyuna bir aşı tartışması…
BioNTech üretim tesisi
BU YIL NE KADAR AŞI ÜRETİLEBİLİR?
Merkezi Londra’da bulunan ve ilaç sektörü ile ilgili veriler üzerine çalışan bir analiz şirketi olan Airfinity’nin CEO’su Rasmus Bech Hansen’in bilim dergisi Nature’a yaptığı açıklamaya göre, endüstri, üretim kapasitesini net bir şekilde açıklamasa da aşı üretimindeki artış, önümüzdeki aylarda katlanarak büyüyecek. Şirketin öngörülerine göre 2021 sonunda üretilecek toplam miktar 9,5 milyar doza ulaşabilir.
Duke Üniversitesi bünyesinde bulunan Küresel Sağlık İnovasyon Merkezi’nin, üreticilerin açıklamalarından derlediği rapora göre ise 2021 sonunda 12 milyar doz aşı üretilecek. Ancak merkezin araştırmacılarından Andrea Taylor, bu hedefe ulaşılmasının uygulamada 2022 sonunu bulabileceğini belirtiyor. Taylor, Hindistan ve Avrupa Birliği’ndeki aşı ihracat engellerini örnek göstererek, “Tedarik zincirleri kırılabilir ve ülkeler aşı ihracatını tehdit edebilir” diye konuşuyor.
COVID-19 AŞISI ÜRETMEK İÇİN NE LAZIM?
Covid-19 aşılarının üretiminde toplamda 200’den fazla malzeme ve gereç kullanılıyor. Aralarında cam flakonlar, filtreler, reçine, tüpler ve kullan-at poşetlerin de bulunduğu bu malzeme ve gereçler, farklı ülkelerde üretiliyor. Merkezi Oslo’da bulunan Epidemik Hazırlık İnovasyonları Koalisyonu’nun başkanı Richard Hatchett, Mart başında yaptığı bir açıklamada, “Eğer kritik unsurlardan herhangi bir tanesi bile yetersiz olursa, bütün süreci altüst edebilir” diye konuşmuştu.
Ancak bütün malzemelerin ve gereçlerin yeterli olması da aşı üretiminin sorunsuz bir biçimde ilerleyeceği anlamına gelmiyor. Associated Press’e konuşan bir aşı uzmanı olan Maria Elena Bottazi aşıyı çoğaltmanın “Çorbaya su eklemek gibi bir şey olmadığını” belirtirken ABD hükümetinin aşı danışmanlarından Dr. Paul Offit, “‘Gömlek gibi bir şey. Burada olmazsa başka yerde üretiriz’ diye düşünüyoruz. Ama işler bu kadar basit değil” ifadelerini kullanıyor.
Aşı şişeleme hattı
AŞILAR NASIL ÜRETİLİYOR?
Covid-19 aşılarının genel mantığı vücudun virüsü önceden tanımasını ve virüsün hastalık yapıcı etkilerine karşı hazırlıklı olmasını sağlamak. Pfizer/BioNTech gibi aşılarda bağışıklık sistemine virüs hakkında bilgi veren mRNA adı verilen bir genetik kod parçacığı yağdan oluşan bir kesenin içine yerleştirildikten sonra vücuda enjekte ediliyor.
Bir laboratuvarda küçük miktarlarda mRNA sentezlemek oldukça kolay bir iş. Ancak mRNA teknolojisini geliştiren iki kişiden biri olan Dr. Drew Weissman, “Bugüne kadar hiç kimse 1 milyar ya da 100 milyon hatta 1 milyon doz mRNA sentezlemedi” sözleriyle bu işi büyük ölçekte yapmanın güçlüğünü ifade ediyor. Çünkü büyük miktarda mRNA sentezlemek için sadece reaksiyona giren maddelerin miktarını artırmak yeterli değil. Associated Press’e konuşan Weissman, enzimlerin büyük miktarlarda olduklarında verimli çalışmadıklarını belirterek tek seferde çok fazla aşı üretmenin zorluğunun altını çiziyor.
AstraZeneca ya da Johnson & Johnson aşısı gibi bir tür grip virüsü olan adenovirüs kullanılarak vücuda Covid-19 DNA’sı enjekte edilen aşılarda, üretim süreci çok farklı. Burada dev biyoreaktörlere yerleştirilmiş canlı hücreler, arındırılıp saflaştırılmış grip virüsünü çoğaltıyor. Weissman, “Eğer hücreler yorulur, yaşlanır ya da değişmeye başlarsa, aşı üretimi de azalır. Çok çeşitlilik var ve kontrol etmeniz gereken daha birçok şey var” diyor.
Sinovac gibi aşılarda kullanılan inaktif virüs temelli teknoloji ise oldukça yaygın ve geçmişte uygulanan aşılarda da kullanıldığından oldukça iyi biliniyor. Ancak burada da özellikle biyogüvenliğin sağlanması adına atılması gereken adımlar ve uygulanması gereken kontroller çok fazla. Çünkü inaktif aşı üretiminde gerçek virüsle çalışılıyor. Bu virüslerin öldürülmesi ya da etkisiz hale getirilmesi süreçleri ciddi biyogüvenlik önlemleri alınmasını gerektiriyor.
Pfizer/BioNTech’in Comirnaty aşısının adı İngilizce “Covid-19, mRNA, topluluk ve bağışıklık” kelimelerinin bir kısaltması
HERKES HER YERDE COVID-19 AŞISI ÜRETEBİLİR Mİ?
Öncelikle, bütün aşılarda ortak olan bir nokta var ki üretim tesislerinin söz konusu aşının gerektirdiği tüm koşulları sonuna kadar yerine getirmesi ve sık sık teftiş edilmesi şart. Bu teftişlerden geçemeyen tesislerde üretim yapılmasına da buralardan çıkan aşıların dağıtımına ve uygulanmasına da izin verilmiyor. Son olarak Nisan başında ABD’nin Baltimore eyaletinde bulunan bir Johnson & Johnson üretim tesisinde böyle bir olay yaşandı. Aşıda kullanılan önemli bir malzemenin kalite kontrol standartlarını sağlamadığı tespit edilince 15 milyon dozluk bir parti aşı çöpe gitti.
Dahası özellikle mRNA aşıları söz konusu olduğunda, aşı üretimi için gerekli teknolojiyi bilen ve etkin bir biçimde kullanabilen bilim insanı sayısı şu an oldukça az. Imperial College çatısı altında bulunan Gelecek Aşı Üretim Merkezi’nin kimya mühendislerinden Zoltan Kis, “Bu alanda eğitilmiş ve başarılı insanları bulmak çok zor” diye konuşuyor. Bir başka deyişle Moderna ya da Pfizer/BioNTech bünyesinde çalışan ve bu aşıların üretiminde rol oynayan bilim insanlarının uzmanlığına sahip çok fazla insan maalesef yok. Dolayısıyla bu aşıların formülleri diğer ilaç şirketleriyle paylaşılsa bile aşı üretimine başlanabilmesi için önce kapsamlı bir eğitim süreci gerekiyor.
Prof. Dr. Ziya Doymaz da hurriyet.com.tr’den İsmail Sarı’ya yaptığı açıklamada, aşı üretiminde en önemli unsurun “bilgi ve tecrübeye sahip insan kaynağı” olduğunu belirtirken, fiziksel alt yapı ihtiyacının karşılanması için de üretim yerlerinin bir düzenlemeyle aşı üretimine uygun hale getirilmesi gerektiğini vurguluyor.
Aşıların üretim süreçlerindeki farklılıklara bağlı olarak fiziksel altyapının ve teknik personelin yetkinliklerinin de aşıdan aşıya değiştiğini ifade eden Doymaz, “Dolayısıyla, aşı teknolojilerinde bir teknoloji de karar kılmak bütçesi sınırlı aşı üreticileri için önemlidir” diye konuşuyor.
Sinopharm üretim tesisi
ŞİRKETLER BİRLİKTE ÇALIŞIP İŞLERİ HIZLANDIRAMAZ MI?
Hızlandırabilirler ve bunu yapan şirketler de var. Hatta daha önce hiç görülmemiş bir biçimde rakiplerinin geliştirdiği aşıların üretimine destek veren şirketler bile var. Örneğin Merck, Johnson & Johnson’ın, GSK ve Novartis, CureVac’ın aşılarını üretiyor.
Bunun yanı sıra bir tesiste üretilmiş aşıların şişelenmek üzere başka yerlere gönderilmesi mümkün. Şişeleme işlemini enjeksiyonla alınan insülin, antibiyotik ya da monoklonal antikor gibi ilaçları üreten tüm şirketler yapabiliyor. Örneğin Sanofi Pfizer/BioNTech aşısının şişelenmesine destek olmak için bir anlaşma imzaladı. AstraZeneca’nın aşıları ise 15 ülkede 25 fabrikada üretim halinde. Bunların en büyüğü Hindistan’da bulunan Serum Enstitüsü. Aynı zamanda dünyanın en büyüğü olan bu aşı fabrikası, Novavax’in aşılarını da üretecek.
Ancak aşıları geliştirenlerle üretenler arasında anlaşma sağlanması da bazı durumlarda yeterli olmuyor. Örneğin mRNA aşılarında kullanılan ve vücudun aşıyı reddetmesini önleyen bir “kapak” mekanizması var. mRNA aşılarının üretiminde en pahalı unsur bu kapaklar ve söz konusu kapakların fikri mülkiyet haklarını TriLink Biotechnologies isimli bir ABD’li şirket elinde tutuyor. Bu şirketle anlaşma sağlanmadan söz konusu teknolojinin kullanılabilmesi mümkün değil. Aynı şekilde mRNA’nın etrafındaki dört lipit nanopartikülünü üreten şirketlerin sayısı da sınırlı. Hem bu şirketler hem de TriLink, üretim kapasitelerini son dönemde artırdı ancak yine de daha fazlasına ihtiyaç var.
Weissman, Nature dergisine yaptığı açıklamada pandeminin başında aşı ar-ge’sine büyük yatırım yapıldığını ancak aşının içindeki tekil unsurların gözden kaçırıldığını söylüyor. Pfizer ve Moderna gibi şirketlerin bu unsurları üreten şirketleri satın alarak ihtiyacı kapatma yolunda adımlar attığını da ifade eden Weismann, “Diğer şirketleri de kiralamaya başladılar ama hammadde üzerinde kontrolleri yoktu. Hükümetler kimya şirketlerini daha fazla hammadde üretmeye yönlendirebilirdi ama aşı henüz onaylanmadığı için böyle bir talepte bulunmak çok şey istemek olurdu” diye konuşuyor.
Prof. Dr. Doymaz da şirketlere işbirliği yapmaları için devletin ya da pazarın çeşitli teşvikler sunması gerektiğini belirterek şöyle devam ediyor: “Aşı formülasyonunun açıklanması veya patent haklarından vazgeçilmesi gibi unsurlar yardımcı olabilir ancak sonucu ciddi anlamda değiştirecek faktörler değildir. Esas faktör üreticilerin ürünlerini satabilecekleri ve bundan kâr elde edebileceklerinden emin olmamalarıdır.”
FİKRİ MÜLKİYET HAKLARI KONUSU NASIL GÜNDEME GELDİ?
En başta da dediğimiz gibi şu ana kadar yapılan 8,6 milyar dozluk aşı anlaşmasının 6 milyar dozu varlıklı ülkelere, kalanı da dünya nüfusunun yüzde 80’ini oluşturan yoksul ülkelere gidiyor. Bunun da 1,1 milyar dozu uluslararası bir işbirliği platformu olan COVAX aracılığıyla gönderilen aşılar. Gidişat böyle devam ederse bu ülkelerde aşılanmanın tamamlanmasının en az 2 yıl sürebileceği ifade ediliyor.
Bu nedenle Hindistan ve Güney Afrika’nın başını çektiği bir grup ülke, Ekim 2020’de Dünya Ticaret Örgütü (DTÖ) nezdinde bir teklif sunarak, Covid-19’la alakalı fikri mülkiyet haklarının sahiplerinin (kitle bağışıklığı kazanılana kadar) geçici bir süreliğine haklarından feragat etmesi önerisini getirdi. Şu ana kadar 100 kadar ülkenin yanı sıra Halkın Aşı Birliği gibi uluslararası kuruluşların da desteğini alan öneri DTÖ’nün 10-11 Mart tarihli toplantısında gündeme geldi ancak sonuçsuz kaldı. Nisan ayındaki toplantılarda konu yeniden gündeme gelecek.
Dr. Tedros Adhanom Ghebreyesus
FİKRİ MÜLKİYET HAKLARINDAN FERAGAT EDİLMESİNİ İSTEYENLER NE DİYOR?
Fikri mülkiyet haklarından feragat edilmesini savunanlar, aksi takdirde yoksul ülkelerin zengin ülkelerin hayır severliğine ve ilaç endüstrilerine bağımlı hale geleceğini savunuyor. Tartışmada bu tarafı savunanların en güçlü argümanı patentlerin savaşlar ya da pandemiler gibi küresel acil durumlarda kullanılmak üzere tasarlanmamış olması. Patentin tanımı gereği bir teknolojiyi icat eden kişiyi adil olmayan rekabete karşı sınırlı süreliğine korumak üzere tasarlandığını belirten feragat savunucuları, içinde bulunduğumuz durumda rekabet koşullarının ortadan kalktığını, aşılamanın insanlıkla virüs arasında bir yarış olduğunu savunuyor ve işbirliği yapılmasını istiyor. Nature’ın görüşlerine yer verdiği Leeds Üniversitesi’nden fikri mülkiyet hakları uzmanı Graham Dutfield, İkinci Dünya Savaşı sırasında penisilin üretimini artırmak için ABD hükümetinin şirketlerden ve üniversitelerden işbirliği yapmalarını istemesinin, bu duruma bir emsal teşkil ettiğini belirtiyor.
Dünya Sağlık Örgütü (DSÖ) Genel Sekreteri Dr. Tedros Adhanom Ghebreyesus da 5 Mart’ta İngiliz Guardian gazetesinde yayımlanan makalesinde Covid-19 aşısı üreticilerine yönelik bir çağrı yaptı. “Üretim artışı kendi kendine olmaz. Tarihin istisnai bir döneminde yaşıyoruz ve bu güçlüğün altından kalkabileceğimizi göstermemiz gerekiyor. Doz paylaşımı, teknoloji transferi, DSÖ’nün Covid-19 Teknoloji Erişim Havuzu inisiyatifinin savunduğu biçimiyle gönüllü lisanslama ya da Güney Afrika ve Hindistan’ın önerdiği gibi fikri mülkiyet haklarından feragat edilmesi… Bunların hangisi olursa olsun, her türlü engeli ortadan kaldırmalıyız” satırlarını kaleme alan Dr. Tedros, düşük ve orta gelir seviyesindeki ülkelerin kendi aşı üretim kapasitelerini inşasının da çok önemli olduğunu vurguladı.
FİKRİ MÜLKİYET HAKLARININ KORUNMASINI İSTEYENLER NE DİYOR?
Tartışmanın diğer cephesinde, İngiltere, Avrupa Birliği, Avustralya gibi ülkeler ile büyük ilaç şirketleri bulunuyor. ABD de yakın zamana kadar bu taraftaydı. Ancak Mart sonunda Biden yönetiminin haklardan feragat edilmesi seçeneğini değerlendirdiği öğrenildi.
Tartışmanın bu tarafındakiler Covid-19 aşılarının fikri mülkiyet haklarından feragat edilmesinin gereksiz, hatta faydadan çok zarar getirecek bir durum olduğunu savunuyor. Örneğin Seul’de bulunan Uluslararası Aşı Enstitüsü’nün genel direktörü Jerome Kim, Nature’a yaptığı açıklamada, “Aşılar söz konusu olduğunda, ilaçların aksine tarifi uygulayıp aşı elde edeceğiniz varsayımından hareket edemezsiniz. Bu karmaşık bir biyolojik süreçtir ve çok sayıda kalite kontrol adımı bulunur” diyor. Kim özellikle mRNA teknolojisinin şu an o kadar dayanıklı olmadığını da sözlerine ekliyor.
Söz konusu mRNA aşıları olduğunda bir diğer sorun, yukarıda da belirttiğimiz üzere fikri mülkiyet haklarının birçok farklı şirkete dağılmış olması. Fikri mülkiyet hakları zincirindeki herkesin ikna edilmesinin neredeyse bir yılı bulabileceğini ifade eden Kim, “Bu şekilde aşılara daha mı hızlı ulaşırsınız? Yoksa bir şirketin en nihayetinde küresel sağlık üzerinde etkisi olmayacak bir şeyi elinden bırakmasını mı istemiş olursunuz?” diye konuşuyor.
Kim bunun yerine şirketlerin fikri mülkiyet haklarını üçüncü şahıslara lisanslamasını öneriyor. Böyle bir teknoloji transferinin üretim sürecini hızlandıracağını çünkü daha fazla şirketin üretime katkıda bulunacağını ifade eden Kim, bunun bazı noktalarda çoktan başladığını belirterek, “Teknoloji transferi bence bu pandeminin en dikkat çekici özelliklerinden biri oldu” diye konuşuyor.
DSÖ Aşı Geliştirme Birimi’nin başkanı olan Martin Friede de Kim’le aynı fikirde. Friede, “Bana 6 ay önce ‘Bu ikisi birlikte oynayabilir mi?’ diye sorsanız ‘Mümkün değil, onlar vahşi rakipler’ diyeceğim şirketler arasında ortaklıklar kuruluyor” ifadelerini kullanıyor.
Hindistan’da AstraZeneca formülüyle üretilen Covishield aşısı
AŞI ÜRETİMİNİ HIZLANDIRMAK İÇİN ALTERNATİF BİLGİ PAYLAŞIM YOLLARI NELER?
Prof. Dr. Doymaz, “Az gelişmiş ülkelerdeki yetersiz aşı uygulamasına sanıyorum gelecek dönemde DSÖ’nün önderliğinde daha gerçekçi bir çözüm bulunacaktır” diyor. DSÖ ise Genel Sekreter Dr. Tedros’un yukarıda alıntıladığımız yazısında da belirttiği üzere, “eşgüdümlü teknoloji transferi” adı verilen bir yapıyı öneriyor. Bu kapsamda üniversiteler ve üreticiler, aşılarını DSÖ’nün yönettiği küresel bir mekanizma aracılığıyla diğer şirketlere lisanslıyor. DSÖ’nün mekanizması ayrıca lisans alan şirketlerdeki personelin eğitilmesini ve altyapı yatırımlarının koordinasyonunu da üstleniyor. Bu yaklaşım sayesinde AstraZeneca ile Serum Institute arasındaki gibi tek seferlik anlaşmalardan kaçınılarak daha tutarlı ve şeffaf bir sistem kurulması öngörülüyor.
Bir diğer yaklaşım da Pennsylvania Üniversitesi’nin benimsemiş olduğu model. Kendi mRNA aşısını üretebilecek kadar fikri mülkiyete sahip olan üniversite, Bangkok’ta bulunan Chulalongkorn Üniversitesi’ne kendi aşı üretim tesisini kurması konusunda yardımcı oluyor. Projeye katkı sağlayan Dr. Weissman, “Eğer şu anki aşılama hızına bakarsanız, Tayland ve diğer düşük gelir seviyesindeki ülkelerin aşılanması 2 yılı bulacak” derken Bangkok hükümetinin beklemek istemediğini belirterek şöyle devam ediyor: “Buna para yatırmaya hazırlar. Bu sayede yıl sonu gelmeden kendi vatandaşlarını aşılamaya hazır olacaklar.”