Pamuk rotası, Türkiye’nin güneyindeki pamuk havzası Adana’dan dev antik heykelleriyle ünlü son Hitit şehri Karatepe’ye, ortaçağ kaleleri, yerel pazarlar ve zengin sofralar eşliğinde sıcak Akdeniz güneşine doğru yolculuk demek. Tıpkı benim yaptığım gibi…
Rotamızın başlangıç noktası olan Adana, Türkiye’nin Akdeniz Bölgesi’nin doğu kıyısında kurulmuş bir sanayi şehri. Burası, geçmişten günümüze önemli bir pamuk üretim merkezi olarak tanınıyor. Arkeolojik buluntularsa pamuk tarımının ilk defa günümüzden 7 bin yıl kadar önce Hindistan’da yapıldığını ortaya koyuyor. Eski çağlarda pamuğun Hindistan üzerinden önce Anadolu’ya, oradan da Mısır’a geçtiği biliniyor. Bol güneş alan alüvyonlu toprakları sevmesi nedeniyle pamuk, Türkiye’de çok hızlı bir gelişim göstermiş. Pamuğun Türkiye’deki tarihi, MÖ 4’üncü yüzyıla kadar gitmesine karşın, asıl büyük gelişme 11’inci yüzyıldan itibaren yaşanmaya başlamış.
Cumhuriyetin ilanından sonraysa pamuk tarımına büyük önem verilmiş. Batı Anadolu’nun önde gelen sanayi şehirleri Bursa ve Denizli’nin yanı sıra, Adana pamuk üretiminin lokomotif kentine dönüşmüş. Günümüzde halen Türkiye’deki toplam pamuk rekoltesinin yaklaşık yüzde 15’lik bölümünü Adana havzası karşılıyor. 1900’lü yılların ilk yarısından itibaren Doğu Akdeniz’in en önemli pamuk havzalarından birine dönüşen Adana’da ‘beyaz altın’ olarak nitelenen pamuğu ve beraberinde getirdiği tekstil üretimini dünyayla buluşturabilmek için kurulan demiryolu hattının geçmişi Osmanlı dönemine uzanıyor.
Çarşılara açılan sokaklar
Adana’nın girişindeki 14 gözlü Taş Köprü, 4’üncü yüzyıldan kalma. Şehrin merkezindeki tarihi Büyük Saat Kulesi, Adana’yı gezmeye başlamak için iyi bir başlangıç noktası. 32 metre yüksekliğindeki bu kule, 1882’de inşa edilmiş. Kesme taştan kare planlı olarak yapılan kulenin çevresine yayılan sokakların her biri, kalabalık çarşılara açılıyor. Tekstilden baharata, oyuncaktan elektronik eşyaya her türlü ürünün satıldığı Adana çarşıları zengin birer Doğu pazarı görünümünde. Darbuka, klarnet, bağlama ve kemandan oluşan yerel orkestraların şenlendirdiği kebapçıların sıralandığı Kazancılar Çarşısı, Adana usulü yemek ile gece hayatını birleştiriyor.
Son yıllarda pamuk üretim alanlarının yaklaşık yüzde 30’luk artış gösterdiği Adana’da, bu kez şehir dışına uzanıyorum. Kent merkezine 25 kilometre uzaklıktaki Yakapınar sapağından ulaşılan Misis Antik Kenti, Sirkeli Köyü sınırları içinde. Adını Troya Savaşı’na katılan Kilikyalı kahraman Mapsos’tan alan kent, Tarihi İpek Yolu’nun önemli duraklarından biri olarak biliniyor. Adana pamuğunun Hindistan’dan Çin’e uzanan uzun yolculuğunun önemli duraklarından biri olan Misis, Hititlerden beri yerleşim alanı olarak kullanılmış. Günümüzde Sirkeli Köyü’nün girişindeki müzede sergilenen Bizans mozaiklerinin en ilginç olanı, Nuh Peygamber’in tufandan kurtuluşunu tasvir eden 6’ncı yüzyıl tarihli yer mozaiği.
Pamuk tarlaları arasında
Misis’ten geriye kalan en önemli yapı antik köprü… Misis Köprüsü adı verilen Ceyhan Nehri üzerindeki 4’üncü yüzyıldan kalma dokuz gözlü taş yapının bir de efsanesi var: Bir zamanlar ölümsüzlük iksirini bulup son anda kaybettiği rivayet edilen Lokman Hekim adında eski bir Anadolu bilgesi yaşarmış. Bitkilerden yaptığı ilaçlarla çevresine şifalar dağıtan Lokman, günün birinde bir dağ çiçeğinden ölümsüzlüğün sırrını öğrenmiş. Sevinç içinde Misis Köprüsü üzerinde koşarken formülü yazdığı kâğıt parçası, rüzgârla Ceyhan Nehri’ne uçmuş. Böylece insan, sonsuza kadar ölümlü kalmaya mahkûm olmuş. Lokman Hekim’in keşfettiği ölümsüzlük iksirinin yapımında pamuk tohumları kullanması bir başka rivayet… Misis’ten sonra Ceyhan köyleri arasından kıvrıla kıvrıla çıktığım ince uzun otoyolda, Çukurova’nın doğusuna doğru ilerliyorum. Uçsuz bucaksız pamuk tarlaları yoluma eşlik ediyor. Dik bir kaya kütlesinin üzerinde yükselen Yılankale, ortaçağ şatolarını anımsatan görüntüsüyle Ceyhan Nehri’nin karşı kıyısından bana bakıyor. Şahmeran Kalesi olarak da anılan heybetli yapı, Ceylan Ovası’na hâkim dört kaleden ilki. İçinde bir kilise ve su sarnıcı kalıntıları bulunan 11’inci yüzyıl tarihli kaleye ulaşmak için, yarım saatlik bir tırmanışı göze almalısınız.
Son Hititler
Toros Dağları’nın eteklerine doğru uzanıp giden pamuk tarlalarının çekiciliğine kapılıp Kadirli yönüne dönüyorum. 15’inci kilometrede karşıma, Doğu Kilikya’nın kutsal kenti Kastabala çıkıyor. Antik dönemde Artemis Tapınağı ile önem kazanan kent, kor haline gelmiş ateşler üzerinde dans gösterisi yapan din adamlarıyla nam salmış. Ören yerinin doğusundaki sarp bir kayalığın üzerindeki Bodrumkale ise 13’üncü yüzyılda inşa edilmiş. Ceyhan Nehri’ne paralel uzanan yol, 30 kilometre sonra Karatepe Milli Parkı’na ulaşıyor. Aslantaş Baraj Gölü’nün kıyısına kurulan 7 bin 716 hektarlık bu ören yeri, pamuk diyarı Çukurova civarındaki en büyük mesire alanı. Kral Asativatas tarafından MÖ 8’inci yüzyılda kurulan Anadolu’daki son Hitit kentinin kalıntıları, milli park sınırları içinde. Karatepe Açık Hava Müzesi adıyla hizmet veren ören yerinde Hitit ve Frigya döneminden kalma anıtsal kapılar, sfenksler, kabartmalar, yazıtlar ve Fırtına Tanrısı Baal’ın meşhur heykelini görebilirsiniz.
Gezerken okuyun
Yılanı Öldürseler (Yaşar Kemal)
Bereketli Topraklar Üzerinde (Orhan Kemal)
Çukurova Yaşar Kemal Edebiyatının Temelleri (Barry Charles Tharaud)
Çukurova Çeşitlemeleri (Adnan Yücel)