Kars ve civarındaki yerleşimin tarihi, milattan önceye dayanıyor ve şehir geçmişte sahip olduğu gücü bugün de hissettiriyor. Huriler, Urartular, İskitler, Sasaniler, Selçuklular, Gürcüler, Moğollar, Akkoyunlular ve Karakoyunluların da aralarında bulunduğu çok sayıda devlete ev sahipliği yapmış Kars toprakları. Müthiş bir kültürel zenginliğin mirası. Kars Osmanlı topraklarına 1535’te katılmış. 1853-1856 Osmanlı-Rus Savaşı’nda şehir halkı kahramanca savunmuş topraklarını ve 1855 Kars Zaferi nedeniyle devlet tarafından madalya verilerek onurlandırılmış. Üstelik Kars Zafer Madalyası, Anadolu’da bir kente verilen ilk gazilik madalyası. Şehit askerlerin ailelerine dağıtılan ve bir yüzünde Kars Kalesi, diğer yüzünde padişah tuğrası olan madalyaları Kars’ta değil, İstanbul Arkeoloji Müzeleri’nin koleksiyonunda görebilirsiniz. Şehir, 1878’den 1918’e kadar tam 40 yıl Rusların işgalinde kalmış ve ortaya inanılmaz bir sentez çıkmış. Izgara şehir planlı sokakları, o muhteşem taş binalarıyla Kars, ona Batılı ve aristokrat bir hava veren kar örtüsüyle size Rusya’da bir şehir gibi de gelebilir. Yeniden Türkiye topraklarına katılması 30 Ekim 1920’de Kazım Karabekir idaresindeki Türk ordusunun şehre girmesiyle gerçekleşmiş.
Kelle koltukta savaş
Kars’a gittiğimde, önce şehre hâkim tepeye kurulmuş olan kaleye çıkarım, çeşitli işgallerde tahrip olup defalarca onarılan kalenin girişindeki Celal Baba Türbesi’ni ziyaret ederim. Celal Baba, savaş sırasında kafası kesilince kellesini koltuğunun altına alıp savaşa devam ettiğine inanılan bir savaş kahramanı. Benim için şehirde en ilginç yapılardan biri 12 kemerinde 12 havarinin kabartmasını taşıyan 12 Havari Kilisesi. Bu ilginç yapı camiye dönüştürülünce Kümbet adı verilmiş. Bu mevkiden görünen Kars Çayı üzerindeki Taş Köprü, III. Murat tarafından yaptırılmış. Hemen yanında Namık Kemal’in evi var. Ruslar döneminden kalma Vali Konağı, Defterdarlık, Belediye ve istasyon binasıyla kalın taş duvarlı, bazıları bahçeli evler size ne kadar değişik bir coğrafyada olduğunuzu hatırlatacak. Şehrin en görkemli taş yapılarından biri de Fethiye Camisi olarak bilinen eski Rus Ortodoks Kilisesi.
Kafkas Cephesi Harp Tarihi Müzesi de korunan yapılardan. Burası son yıllarda Kars’ın kazandığı en güzel kültür hizmeti. Müzenin olduğu Kanlı Tabya binası, 1803’te III. Selim döneminde Yeni Tabya adıyla yapılmış. 1828’de Rusların yaptığı bir gece baskınında tabyadaki askerlerin tamamı şehit düşmüş ve o günden bu yana Kanlı Tabya olarak anılıyor. Günümüze kadar mimari özelliklerini koruyarak ulaşması açısından önemli. Savaş yılları çok etkileyici biçimde canlandırılmış. Bilgi açısından da oldukça doyurucu. Kars’a gittiğinizde mutlaka görün derim.
Ani ve Sarıkamış
Şehir merkezine 45 kilometre uzaklıktaki Ani Harabeleri’ni de görülecekler listenize ekleyin. Ermeni Bagrat Krallığı’na başkentlik yapmış olan, surlarla çevrili Ani’de hayal gücünüzü kullanıp buranın eski halini gözünüzde canlandırın. Yarısı halen ayakta olan Halaskâr Kilisesi’ni, Büyük Katedral’i, Anadolu’nun ilk Selçuklu camisi Ebul Menuçehr’i görünce buranın büyüsü sizi de içine alacak. İpek Yolu’nun Anadolu’ya giriş noktası İpek Yolu Köprüsü’nü Arpaçay Nehri’nin iki yanında görebilirsiniz. Marco Polo’nun bu şehirden geçtiğini düşünmek bile heyecan verici. Vadiden akan Arpaçay, Ermenistan ile sınırımızı oluşturuyor. Buradan Çıldır Gölü’ne devam edin ve gölün üzerinden atların çektiği kızaklarla gezmenin keyfine varın. Sonra da Sarıkamış’a geçebilirsiniz. Kars’a 55 kilometre uzaklıktaki Sarıkamış’a doğru giderken 1915’te Allahuekber Dağları’nda soğuktan donarak hayatını kaybeden on binlerce asker için yapılmış anıtın önünden geçeceksiniz. Bir yandan Sarıkamış kış turizminde önemli bir yere sahip.
Ülkemizde kayak sporu için en kaliteli kar burada. Sadece ‘kar’ı değil peyniri de dillere destan. Kars yaylalarında 1.500’den fazla bitki yetişiyormuş. Bu müthiş zenginliğin lezzete yansımaması mümkün mü? Türkiye’de üretilen 300’ü aşkın peynir var. Bunların 30’dan fazlası Kars’a ait. Ama AB Gıda kodeksi standardizasyonuyla birlikte Kars’taki peynir çeşidi üçe indi; kaşar, gravyer ve tel peynir. Bunların dışında kalan ve 4-5 bin yıllık bir üretim kültürünün ürünü olan peynirlerse evlerde üretiliyor ve sınırlı sayıda insana ulaşıyor. Yerel tatların kaybolmaması için gösterilen her çaba çok kıymetli. İşte o uğraşın en güzel sonuçlarından biri; Kars Gravyer, Kaşar ve Kültür Festivali. Bir diğeri de Boğatepe Köyü’nde kurulan ülkemizin ilk ekomüzesi. Bu müzede hem yerel-geleneksel peynirlere hem de yerel tohumlara sahip çıkıyorlar.
Yerel tekniklerle yapılıyor
Boğatepe’de peynirciliğin tarihi 1880’lere uzanıyor. Kars, Rusların eline geçince Rus, Alman ve İsviçreli girişimciler kente gelmiş. Buradaki ilk mandırayı kurup bugün Kars gravyeri dediğimiz peynirin öncüsünü üreten İsviçreli David Moser olmuş. Savaşmayı reddederek Rusya’dan kaçıp Kars’a yerleşen Malakanlar ile peynir üretimi çok gelişmiş. Kars kaşarı ve gravyeri yerel üretim teknikleriyle yapılıyor. Her aşama doğal olunca ne koruyucu ne renklendirici kullanılıyor. Olgunlaşma süresi de peynir için çok önemli. Bir tekerin yemeye hazır hale gelmesi 3 ile 9 ay arasında değişiyor. 70 kilo gravyer için 1.5 ton süt kullanılıyor.
NOT: Güncel demek bugünün dünyasında hız ve değişimin eşanlamlısı. Bu nedenle yazılarımı referans alıp seyahat planı yaparken değişken bilgileri kontrol etmeyi unutmayın. Benim gibi ‘bilgi paylaştıkça güzel’ diyenlerdenseniz, yazıları zenginleştireceğini düşündüğünüz detayları bana e-posta ile iletin.