Biraz bu güzel yolun hikâyesinde bahsederek yazıya başlayayım… Anadolu’nun tarihi ve doğal bakımdan en önemli en zengin bölgelerinden biri olan Likya’ya, üzerinden güneş hiç eksilmediği ve medeniyeti çağrıştırdığı için ‘Işık Ülkesi’ denir. Likya’yı diğer bölgelerden ayıran özellik ise antik kentlerin ve doğanın iç içe olması. Likya, Anadolu’nun öz halkıdır. Toros Dağları’nın eteklerinde bağımsızlıkları için yaşadıkları bölgede topraklarını kahramanca ve sonuna kadar savunmuşlar. Persler Anadolu’yu işgal edip Likya’nın eski başkenti Xanthos’u kuşatınca Likya halkı kendinden kat ve kat sayıca üstün olan Perslerle savaşır ancak yenileceklerini anlayan erkekler çocuklarını ve eşlerini bir araya toplayıp kendi elleriyle canlarına kıyarlar ve ateşe verirler. 500 yıl sonra Marcus Junius Brutus komutasındaki Roma birliklerine karşı da kaybedeceklerini anlayan Likyalılar aynı şekilde teslim olmaktansa kendilerini ateşe verir, sağ kurtulanlar Romalı komutan Marcus desteğiyle kenti yeniden kurar. Böylelikle Xanthos küllerinden yeniden doğmuştur
1207 yılında bölgeyi Selçukluların ele geçirmesiyle Hazar Denizi’nden Teke aşiretlerinin bölgeye yerleşmesiyle Türk hakimiyetine girer. Bölgedeki tüm kentlerin ele geçirilmesi ise tam 100 yıl sürmüş! Teke aşiretlerinin ismi de bu yarımadaya verilmiş… Milli mücadele yıllarında Anadolu savunmasında Mustafa Kemal Paşa önderliğinde topraklarımızın savunulması esas alınarak işgale karşı savaşmışlar.
Likya’nın siyasi ve tarih açısından en önemli özelliği tarihte ilk birleşik devletler cumhuriyetinin kurulduğu bölge olması ve birliğin yönetim modelinin Amerika Birleşik Devletleri Anayasası’na esin kaynağı olması… İkili meclis sistemi, sivil idare, eyaletlerin içişlerinde bağımsız olmaları, eşit yurttaşlık hakları gibi yasalar emsal niteliğindedir. Şehir devletlerinin bir birlik oluşturması, ortak para birimi, birlik eyaletleri arasında serbest dolaşım, ticaret, mülk edinme hakları da Avrupa Birliği’ne örnek olmuştur. 1978 yılında ‘Kanunun Ruhu’ adlı eserinde ünlü Fransız düşünür ve yazar Montesquieu “Eğer mükemmel bir konfederasyon cumhuriyet örneği göstermem istenirse size Likya’yı gösteririm” demiştir.
İşte güneşin denize açılan, ülkemizin tarih kokan cennet yarımadasının doğası, kültürü, büyük devlet ve birliklere emsal sayılacak siyasi ve ticari değerleri saymakla bitmiyor. Sırlarla dolu bu kadim topraklarda yürümek, ayrı ayrı dünyaları keşfetmek bir başka güzel. Ben de Likya Yolu’ndan bazı noktaları sizin için derledim. Bunun için bölümlere ayırmam gerekiyor yazılarımı. Haydi başlayalım…
Kayaköy
Dalaman havalimanından kiraladığımız araçla Kayaköy’ün yolunu tuttuk. 1 saat araba yolculuğumuzun ardından antik dönemde Karmylassos, Yunanlıların yerleşimi zamanında Levissi, bugünkü adıyla Kayaköy’e vardık. Kayaköy patika yolu taştan yapılmış tarihi şirin bir köy. Sağlı sollu güzel butikleri, atölyeleri, kafeleri geçtikten sonra antik kente giriş için dar bir yola girdik ve bizi tepelik bir bölge, bu bölgede serpiştirilmiş taştan yapılma iki katlı evler karşıladı.
Üç bin haneli Levissi’nin Rum Halkı, köylerini korunaklı olacak ve her bir evin manzarası, ışığı engellenmeyecek şekilde kurulmuş. Kayaköy’ün kuruluşu elimizdeki verilere göre MÖ 3 binlere kadar uzanıyor. Evlerin kuruluş şeklini anlatırken aklıma İstanbul’daki Kuzguncuk evleri geldi.
Birbirinin hakkına saygının en güzel örnekleri taa Kayaköy’e kadar uzanıyormuş meğer… Kayaköy evlerine gelince iki katlı taştan yapılma evlerin en altında genellikle penceresiz bölümünde yani bodrum katında çukur bölümler var, bu çukur bölümlerde deri üretimi yapılırmış. O dönemde köy iki eczane, doktor, kütüphane ve tiyatro gibi eğitim ve sanata önem veren ileri şehircilik anlayışına sahipmiş. Ayrıca 14 şapel, 2 kilise, ( Taxiarhis ve Pirgiotissa), 2 okul binası ve 1 gümrük binası da bölgede bulunuyor.
1 Mayıs 1923 tarihinden başlayarak ‘Anadolu’nun Türkleştirilmesi’ projesi Balkan savaşlarından sonra Celal Bayar liderliğinde Ege’den başlayarak güney ve doğu vilayetlerimize yayılmış. Savaş sonunda doğup büyüdükleri toprakları terk etmeye zorlanan azınlıkların Müslümanlarla mübadelesi dünyanın en büyük göç hareketlerinden biri olarak kabul ediliyor. Ovalık alanı ortak tarım alanı olarak kullanan halk iki adet yel değirmeniyle de köyün ihtiyacı olan unu burada karşılarmış. Mübadeleyle göçe zorlanan Rum halkının yerine gelen Müslüman göçmenler yerleşik alanda oturmayı reddedip ovada derme çatma evlere yerleşerek imece usulü ekilip biçilen tarlaları da kişiselleştirerek “Senin, benim toprağım” derdine düşerek, üretimi, mahsul verimliliğini düşürmüşler. Tepede bulunan taş evler boş terk edilmiş şekilde duruyor. Çay bahçesinin ilerisinde bulunan ören yeri girişinden kiliseye ulaşabilirsiniz. Fotoğrafı çekmek mümkün ancak girilmiyor. Ören yeri girişi 10 TL müze kart geçerli, öğrenci indirimi yapılıyor.
Faralya
Fethiye’nin gizli kalmış cennet köşesi Faralya, ‘Uzunyurt’ olarak da biliniyor. Fethiye’ye 25 km, Ölüdeniz’e ise 10 kilometre uzaklıkta. 40 kilometrelik bir alan içine yayılan Faralya, gizli bir cennetten köşe. Hisar Mahallesi, Orta Mahalle ve Kabak Mahallesi olmak üzere üç mahalleden oluşan Faralya yamaç boyu uzanırken etrafında birçok saklı cennet köşeler barındırıyor. Ölüdeniz’in ticari ve şehirleşmeye yakın kalabalık ortamından kaçmak isteyenler için Faralya bir sığınak.
Mahallenin hemen girişinde bulunan orta mahalle; Kelebekler Vadisi ve Aktaş Plajı’na bakıyor. Kabak Mahallesi’nin hemen altında Kabak Koyu yer alıyor. Faralya’dan Kabak Koyu’na iki şekilde gidebilirsiniz. Yarım saatte doğa içinde patika yolla ya da Faralya son duraktan kalkan minibüslerle ulaşabilirsiniz. Buradan ayrıca Kelebekler Vadisi’ne kırmızı noktaları takip edip halatlara tutunarak manzara eşliğinde 1 saatlik bir yürüyüşle çetin ve zorlu bir inişle ulaşabilirsiniz. Vadi 1. derece sit alanı…
Kelebekler Vadisi’nde dünyada eşi bir tek burada ve Rodos’ta bulunduğu söylenen ve başka benzeri bulunmayan kaplan kelebekler ve yabani kelebekler sizi karşılayacak. Küçük bir şelale ve zakkum çiçekleri de bekleyen diğer sürprizlerden olacak. Her yerde uçuşan kelebekler sizi bambaşka bir aleme götürecek. Vadiye giden patika George House Pansiyonun bahçesinden başlıyor. Uçurumdan aşağı halatlara tutunarak inmek zorlu ve tehlikeli bir seçim, yerel acentalar merdiven kurmak ve yolu güvenli hale getirmek için başvuruda bulunmuşlar. Manzarayı yukarıdan aşağı indikçe biraz heyecan biraz merakla görüntüleyecek, yaklaştıkça doğaya kavuşup düz yolda gördüğünüz her şeyle kucaklaşmak isteyeceksiniz. Times dergisinde Türkiye’de saklı kalmış 6 cennet köşeden biri olarak bahsedilen Faralya’dan bal ve adaçayı almadan dönmeyin. Ayrıca Ölüdeniz’e de uğramadan ziyareti noktalamak doğru olmaz ancak Faralya Kelebekler Vadisi ve Kabak Plajı benim favori yerlerim.
Diğer bölümlerde Likya Yolunun diğer gizemli köşeleri olan Alınca ve Sdyma Antik Kent’ine gideceğiz, seyir tepelerine çıkacağız ve çok güzel yerler keşfedeceğiz. Takipte kalın!