Edirnekapı zamanında Rumeli yönünden gelen malların ve yolcuların giriş kapısı olduğu için, yoldan gelen tüccarların ihtiyaçlarının karşılanması fikriyle çevre yollarına aşevleri, kahvehaneler, nalbantlar, manavlar gibi küçük yerler kurulmuş. Güzel olansa bugüne kadar bir kısmı hâlâ ayakta kalmayı başarmış. Kapının güneyinde Sulukule evlerinin dışında Ayios Dimitrios Kilisesi ve Ayios Sebastios Ayazması yer alıyor. Edirnekapı bölgesine ziyaret açısından damgayı vuran asıl yer Mimar Sinan’ın Kanuni Sultan Süleyman’ın Hürrem Sultan’dan olma kızı Mihrimah Sultan için yaptığı ‘Mihrimah Sultan Külliyesi’. Külliyenin vakfiyesi 1570-1571 yıllarından kalma olup camisi Mimar Sinan’ın sanatının sunduğu bir şaheser. Camiinin kubbesi taşıtma tarzıyla, bol pencereli her yeri ışık gören tek kubbeli mekân etkisiyle inşa edilmiş. Gerçekten görülmesi gereken bir değer.
Çok özel bir müze: Kariye
Külliyenin Edirnekapı’ya göre tam karşı tarafında varlığı 9. yüzyıllara dayanan ve 1836 yılında tekrar inşa edilen Edirnekapı Aya Yorgi Kilisesi ( Ayios Yeoryios/Huzur İlyas) ve artık kullanılmayan mektebi yer alıyor. Edirnekapı’ya yakın bir başka ünlü yapımız da Kariye Müzesi. Burası çok özel bir müze… Altında yer alan yüksek duvarlar içinde de 1834 yılına ait Salmatomruk Panayia Kilisesi ve iki adet Ayios Ioannes ve Aya Kiryaki ayazmaları bulunuyor. Kariye Müzesi’nin karşısındaki sokaktan sağa dönüp biraz yürüdüğünüzde de Tekfur Sarayı çıkacak karşınıza… Ayvansaray sınırlarının başlangıç noktasına geldik bile…
‘Ayvansaray’ adı semte nereden ve nasıl geldi?
Ayvansaray, Fatih ilçe sınırları içinde, kara ve deniz surlarının Haliç kıyılarında buluştuğu bölge. Bu güzide semtimiz Tekfur Sarayı civarından başlar, İvaz Efendi Camii, Heraklios Surları, Anemas Zindanları, Blakherna Kilisesi, Cabir Camii, eski mahalle kültürünü yansıtan Lonca ve Karabaş gibi yerleri de içine alarak Balat’a kadar uzanır. Önce gelin Ayvansaray isminin semte nereden ve nasıl geldiğine ait varsayımlara bakalım.
Bizans devrinde semtin adı ‘Blakherna’ imiş, Ayvansaray adı Osmanlı döneminde ortaya çıkar. İddiaya göre şehre sıcak ülkelerden getirilen fil, zürafa, deve gibi hayvanlar sarayın kalıntıları olan mahzenlerinde barındırılırmış. Bu sebepten burası ‘Hayvansarayı’ ismiyle anılmış ve daha sonra zamanla ‘Ayvansaray’ kelimesi ile bugünkü şekline dönüştürülmüş. Hele buradaki semtte yaşayan Roman azınlıklarının ‘H’ harfini yutarak konuştuğunu düşünürsek Ayvansaray’a dönüşen kelimenin semt sakinlerinin de yaşanmış öyküleriyle oluşması bana gerçekçi geliyor.
Ayvansaray’ın yamaç üzerine inşa edilmiş Blakherna Sarayı’nın kemerlerine yani eyvanlarına atfedilmek üzere Eyvansaray’dan söylemlere göre Ayvansaray kelimesi çıkmış.
Yine ünlü Türkolog Mordtmann’a göre Eyliya Çelebi 17. yüzyılda Eyüp’e giden yolun başında ‘Ayyup Ansari’ adında bir kapıdan bahseder. Bu kelimenin yine zamanla Ayvansaray’a dönüştüğü düşünülür. Son dönemde en fazla kabul gören tez ise civardaki ‘Aya Vasili Ayazması’nın semte adını verdiği zamanla değişime uğradığıdır.
Nereleri görmeli?
Blakherna Kilisesi ve Ayazması Ortodoks Hristiyanları için önemli ziyaret köşesi. Arap kuşatmaları sırasında surlar önünde şehit düşen sahabelerin mezarlarının burada olduğu düşünülüyor. Bazı tarihçilerimize göre de Batılı reform atılımları sebebiyle II. Mahmut’un halka kendini benimsetmek amacıyla sembolik olarak burayı sahabe mezarı olarak inşa ettirmesiyle, Müslümanlar tarafından da önemli bir yer olarak kabul görmüş. Bizans hükümdarları o zamanlar yaşadıkları Büyük Saray’ı terk ederek Blakherna Sarayı’nda yaşamayı tercih etmişler.
İşte Blakherna Sarayı’ndan artakalan bir bölüm olan üç katlı yapı güzel bir çıkma balkona ve taş işlemesi sanatına sahip Bizans’tan geri kalan üç sivil yapı örneğinin en büyüğü olma özelliğiyle öne çıkıyor. Bu yapıda Avrupalılar ilk zürafayı burada görmüş ve bugün İstanbul’da birçok tarihsel yapıda kullanılan çiniler burada üretilmiş. Bir efsaneye göre de meşhur Kaşıkçı Elması burada bulunmuş. Günümüzde maalesef pencereleri pimapen ile kaplandı ve bir restorana benzetilerek yapı eski halinden tamamen uzaklaştırıldı.
Tekfur Sarayı’ndan sonra Ayvansaray’a doğru Manuel Komnenos, Heraklios ve Leon surları ziyaret rotasında yer alır ve bu kara surlar boyunca yürümek şehrin en keyifli yürünecek yerleridir diyebilirim. Tekfur Sarayı’nın karşısındaki sokaktan yürüyünce Hançerli Kilise’ye (panayia Hançeriotissa) varırsınız. Kilise bir efsaneye dayalı hançerli Meryem İkonası ve Aya Paraskevi Ayazmasıyla ünlenmiş.
Kara tarafındaki Tekfur Sarayı’ndan itibaren Haliç’e inen Manuel Komnenos Surları, Anemas Zindanları denilen mahzenlerin en kuzey ucunda sona erer. Buradan başlayarak Haliç’e doğru değişik teknikte bir tahkimatın uzandığı görülür. Sur burada çok kuvvetli üç yarım yuvarlak burç ile takviye edilmiş bir kapıya sahip. Bu kapının eski Blakhernai Kapısı olduğu kabul edilir. Üç burçlu sur duvarı ise İmparator Herakleios’un 627’de ilâve ettirdiği bir parça olarak görülür. Bu üç burçlu duvarın önüne İmparator V. Leon 813’te daha alçak bir duvar, daha doğrusu hisarpeçe yaptırtmış. Böylece Eyüp tarafındaki düzlükten gelecek tehlike önlenmek istenmiş. Bu iki duvarın arasında, içinde Hagios Basileios adına bir de ayazma bulunan bir avlu meydana gelmiş ki burası Türk devrinde Toklu Dede Hazîresi olmuş. Bu iki duvar ile avlunun teşkil ettikleri iç kale, Bizans devrinde Pterion olarak adlandırılan bir hisar (şato) imiş.
Komnenos surlarında bulunan Eğrikapı, kara surlarının en büyük kapısıdır ve yakınındaki 1851 yılında inşa edilen Eğrikapı Panayia Suda Kilisesi, altındaki Timiazoni Kilisesiyle ünlü. Kiliseden Ayvansaray’a doğru yüründüğünde 1580 yılında Mimar Sinan tarafından yaptırılan İvaz Efendi Camii mihrabındaki 16. yüzyılın ikinci yarısına ait İznik çinileri ile gündeme gelmiş, mutlaka görülmesi gereken yerlerden.
İvaz Efendi caminin kara tarafına bakan kısmında giriş terası bulunuyor ve terasta İsaakios Kulesi ve altında bulunan tören odaları ve imparatorlar hapishanesinin de bulunduğu üç katlı yapısı ve görkemli kemerleriyle ziyaretçilerini bekliyor.
‘Anemas Zindanı’nın altındaki dehlizlerden Tekfur Sarayı’nın altına hatta oradan da karşı sırttaki Emir Buharî Tekkesi’nin altındaki sarnıca ve saray mahzenlerine ulaşmak mümkün. Dehlizleri keşfetmeye, mahalledeki çocuklar başlamış bile…