Evliyâ Çelebi, 27 Nisan 1640 tarihinde ilk şehir dışı gezisini İmparatorluğun taht-ı kadîm’i addedilen Bursa’ya yapar. Ki bu yolculuk sonrasında Osmanlı coğrafyasının hemen her yerini adımlayacak bir seyyah çıkacaktır karşımıza, not düşelim. Evliyâmız Bursa’ya kentin limanından, eskinin güzel kasabası Mudanya’dan giriş yapar. Ardından şehrin batı kapısını açar, devamında gezmeye, tetkik etmeye, not almaya ve anlatmaya başlar. Biz de Evliyâmız gibi garp tarafından, yani Çekirge’den medhal olduk eski şehre. Ama önce Nâzım’la Piraye’nin buluştuğu Hüsnügüzel çay bahçesine uğradık. Sararmış yaprakların, yorgun ağaçların altında, ölüm acısının 20. asırlılarda en fazla bir yıl sürdüğünü gördük sanki.
Sultan Murad’ın kapısı, Balkanların anahtarı!
Osmanlı’nın bir Balkan İmparatorluğu olduğunu anladık, I. Murad Hüdavendigar külliyesine gittiğimizde. Çünkü İstanbul’dan çok önce Selanik, Atina, Sofya, Üsküp, Prizren Osmanlı ülkesinin şehirleriydi. 1908 Devrimi’ne uç verecek devlet aklı Rumeli’nde konuşlanmıştı. Bunları yeniden hatırlamış olduk. 1389 Kosova Savaşı’nın I. Dünya Harbi’nden Bosna trajedisini kadar yaşanan kırılma anlarının neresine denk düştüğünü gördük. Hâliyle İmparatorluğun ilk Gazi’sinin huzur-u manevisinde Türk tarihinin son Gazi’si Mustafa Kemal Paşa’yı da andık.
Hacivat-Karagöz Neden Öldürüldü?
Ezel Akay’ın 2006’da sorduğu Hacivat-Karagöz Neden Öldürüldü? sorusunun ne kadar büyük ve geniş olduğuna şaşırdık anıt-mezarda. Geleneksel Türk tiyatrosuna ses veren bu iki arkadaşın önünde Hay-Hak diyerek selfilerimizi çektik. Ardından doğumumuzda, evlendiğimizde, sünnetlerimizde ve dünyadan giderken şiiriyle yanımızda olan Süleyman Çelebi’yi ve Kani Karaca’nın sesinden Mevlid-i Şerif’ine uyandık.
Düello: Hamza Bey mi Drakula mı?
Gemileri Karadan Yürüten Adam Hamza Bey’in ve Şirket-i Hayriye’ye yüzyıllar sonra renk veren torunu Kara Mustafa Paşa’nın uyuduğu yere gittik. Hamza Bey’i vahşice öldüren Vlad Tepeş’in Bram Stoker’ın Drakula’sına nasıl dönüştüğünü ve yine nasıl hâlen Joker gibi beyazperdenin yüzü olduğunu söyledim, arkamda İstanbul’un fethi esnasında gemileri karadan yüzdüren/yürüten adamın hatırası varken. Dar Alanda Kısa Paslaşmalar filminden Esnafspor’un başantrönürü Hacı’yı da rahmetle andık, toprağı bol olsun.
Mustafa’nın hayaleti…
Ve Evliyâmızın ‘tekke ve medreseleriyle bakımlı ve süslü bağ ve bahçeli şenlikli bir kasaba’, Tanpınar’ın da ‘acı bir meyva’ olarak andığı Muradiye semtine gittik. Kimler yoktu ki burada… Önce mahalleye adını veren 6. Osmanlı padişahı II. Murad’ın üstü açık türbesini ziyaret ettik. “Cem ve Murad hariç, başka hiçbir padişahın kabri açık değildir.” dedim. Ardından İstanbul’u deviremeyen, İmparatorluğun romantik devrimcisi Cem’in türbesine gidip; bugüne uzanan hüzünlü hikâyesini dinledik. Ve Muhteşem Süleyman’ın karizmatik oğlu Mustafa’nın yanındayız. 1553’teki katledilişini; ama onun zaman için nasıl bir prototipe dönüştüğünü anlattım: “Osmanlı İmparatorluğu’nda devrim yapan, modernist kanadın ilk isimleri genelde Mustafa’dır. Mustafa Reşit Paşa, Mustafa Fazıl Paşa, Mustafa Kemal Paşa, Mustafa İsmet Paşa…”
‘Velhasıl Bursa sudan ibaret’
Asırlık ağaçların altında tahinli pide ve çaydan sonra, şehir Osmanoğulları tarafından alındığında inşa edilen ilk cami olan Aladdedin Paşa’nın kapısını çaldık. Küçük mescidin 1326 tarihinde donup kaldığına şahit olduk, revzenin ve Mevlevî külahlı minberin arasında. Ta Kartacalı Anibal’ın direktifleriyle sırlanan surların yanında Osmanlı’nın ilk mesire alanı sayılan Pınarbaşı’nda dinlendik. ‘Velhasıl Bursa sudan ibaret’miş, aynelyakin gördük. Fetih günlerinin saf neşesini duyduk ve Evliyâmız’ın büyük dedesi Hacı Yakup’a selam verdikten sonra Tahtakale çarşısına karıştık, ‘ikinci zaman’a yani.
“Benim kalbim her zaman Emir Han’dadır.”
Orhan Gazi Cami’nin avlusunda Tanpınar’a bambaşka bir hayat sunan Bursa’da Zaman’ı terennüm ettik, sonra sadece Bursa’da bulunan cantıktan yedik, Âşıklar kahvesinde fasıl eşliğinde salep içtik. Bursa’nın ufak tefek hanlarına girdik. Mesela üç kuşaktır taş değirmende üretilen tahinlerden aldık, Fidan Han’da Mahmut Paşa’nın hayatını anlatırken; bir andan da Ömür’ün Türk kahvesini yudumladık. Hemen Fidan Han’ın replikası Koza Han’a geçtik. “Cem’in başkentinde Bayezid’in hanları işte. Benim kalbim her zaman Emir Han’dadır.” dedim.
Bursa şehirden ziyade bir imgedir!
İkinci gün İmparatorluğun kurucu babalarına gittik, Osman ve Orhan Beyler karşıladı bizi ve tabi ki Yarhisar Tekfuru’nun kızı güzel Nilüfer. “Bursa’ya şehir olarak değil, bir imge olarak bakın, II. Yeni şiiri gibi.” diye belirttim Tophane’nin tarihsel geçmişini anlatırken. “Çünkü Yunanlılar 8 Temmuz 1920’de Bursa’yı işgal ettiklerinde ilk olarak Osman Gazi türbesine girdiler. Mustafa Kemal Paşa da Büyük Taarruz’dan sonra ilk ziyaretini Bursa’ya yaptı ve buraya geldi.” diye söyledim. Evet, tarih de hayat gibi çoğu zaman tesadüftür ama imajlar üzerinden akar değil mi?
‘Hoş geldin Ya Bursa seyyahı’
Zeki Müren’in evinden, İlhan İrem’in mahallesinden, Osman Hamdi Bey’in tablolarından, Yeşil’den, yani epey bir yere dokunduktan sonra şehrin manevî kandili Emir Sultan’ın bahçesine girdik. ‘Seyahat Ya Resulullah’la başlayan rüya evini bilirsiniz, her şeyin başladığı yekpare ânı. Gezginimiz Bursa dönüşü evine gittiğinde babası onu ‘Hoş geldin Ya Bursa seyyahı’ diye karşılar. Evliyâ da bu duruma çok şaşırır; çünkü bu gizli yolculuktan ailesinin haberi yoktur. Bakın o akşam neler yaşanmış? Baba Derviş Zıllî Mehmed’i dinliyoruz: “Bursa’da Emir Sultan hazretlerini ziyaret edip ruhaniyetinden yardımcı olmasını isteyip, seyahat rica edip ağladım. O gece bana nice büyük Evliyâlar rica edip senin seyahate gitmen için izin istediler. Ben de o gece hepsinin rızasıyla sana izin verince Fatiha okudular. Gel imdi oğul, Bundan sonra sana seyahat göründü. Allah mübarek eyleye…”
“Ben Evliyâ Çelebi’yi ona inanmak için okurum”
Bugün milyonluk ve gri şehrin içinde geçmiş zamanın sihrini bize gösteren gezginimizi, Tanpınar’la yâd edelim; çünkü son sözü her zaman o söyler: “Seyahatlerine doğruluğundan şüphe ettirecek derecede latif ve mizahî bir rüya ile başlayan Evliyâ Çelebi’nin rüyalarına ne kadar inanabiliriz? Bunu pek bilemem. Zaten ben Evliyâ Çelebi’yi tenkit etmek için değil, ona inanmak için okurum. Ve bu yüzden de daima kârlı çıkarım.”