‘Gece Sempozyumu’, izleyiciye ne anlatmak istiyor?
“Aklın sorusunu hissinle, kalbinin sorusunu aklınla karşılamadan önce düşün” diyor oyun. Kısaca iki şey söz konusu; ben bir şey anlatmıyorum, ben paylaşıyorum. Birincisi oyunun konusu; aile fertlerinin birbirlerini yok etmeye kadar varan anlaşmazlıkları, vahşete varan saldırmaları ve kendi çıkarları için etikten uzaklaşıp bir hiçliğe dönüşmeleri. Ve bu konuyu aile ortamından alıp sistemlerin nasıl işlediklerine ve sistemlerin insanları nasıl çirkinleştirdiklerine getiriyorum. Diğeri ise oyunun senografisi, insanların iç dünyalarına benzeyen topaçlar, arena ve gladyatörler, yani karakterler, oyuncular.
Oyunun anlatım şekli de farklı…
Bir kere başka algılarla oynuyorum. Daha görsel kafalar var, tasarım var. Bir de bu repertuvar diyebileceğimiz metinlerle bir arada olunca daha bir ilginç olduğunu düşünüyorum. Lineer yani doğrusal hikâyenin sonucunu biliyoruz da, sirküler yani döngüsel nedenlerini iyi biliyor muyuz?
Seyirciyle iletişimi yüksek bir gösteri. Nasıl bir interaktif yöntem izlediniz?
Oyunlarımda seyirciyi provoke ediyorum. O dördüncü duvar konforundan çıkarmaya çalışıyorum. Daha iştirakçi ve daha paylaşımcı olsunlar istiyorum. Ben tiyatronun Antik Yunan’da amfi tiyatrolarda ya da İngiltere’deki sahnelerde icat edildiğine inanmıyorum. Bana göre, insanlık tarihinin varoluşundan beri hatta ateşin bulunuşundan beri var tiyatro. Ateş etrafında toplanan insanların doğumda, ölümde, düğünlerde, savaşlarda, tanrılarına yaptıkları ritüellerde vardı tiyatro. Ve çok disiplinliydi; metin vardı, ses vardı, dans vardı, müzik vardı, heykel vardı, makyaj vardı, trajedi vardı, komedi vardı. Ama perde yoktu mesela!
‘Gece Sempozyumu’ aslında Flaman yazar Eric De Volder’in oyunu. Neden bu oyunu seçtiniz ve Türkiye’ye nasıl uyarladınız?
Eric’le tanışmam ‘Oda ve Adam’ oyununda oldu. O oyunu okuduğumda metinlerin sadece lineer bir hikâyeyi anlatmadığını ya da lineer hikâyenin içinde sirküler dokunmalar yarattığını fark ettim. Farkındalık en önemlisi. Anın içinde zamanı yakalamak… Düz mantığın içerisinde binlerce lineer sorunun arasında sirküler soruları bulmak. Akıl ile duyguyu ayırmak değil bu. O bilimin işi. Biz homosapienslerin işi ise tam ortasında durmak, dengede! Benim işim ise bunları anlatabilmek; hikâyeyi, felsefesini, mantığını ve hissini. Ve tiyatroyu çünkü bence tiyatro bu. En eski sanat!
Bir anne, üç oğlu ve ortalıkta olmayan bir baba. Bir aile trajedisi anlatıyor oyun…
Artık sadece yazılı basında değil sokakta, Facebook’ta, Twitter’da sürekli birbirini yargılayan bir toplum olduk. Bu dünyada da böyle… Amacım, kişilerin yargılandığı bir ortamda o kişileri oraya sürükleyen sistemi tartışmaya açmaktı. Bu oyun bu aileyi anlatıyor doğru, ama ben bununla beraber bizi anlatıyorum! “Domuzlar, gaddar gaddar domuzlar!”
‘Gece Sempozyumu’, ortak yapım. Ortak yapımın avantajları ve dezavantajları neler?
Ben soru sormayı çok seviyorum ama bir şeyi daha çok seviyorum: Cevabı aramak! Bir yönetmen olarak ikna etmeyi çok seviyorum ama ikna olmayı biraz daha çok!
Oyunda Güven Kıraç, Derya Alabora, Serhat Kılıç, Mert Fırat / Ersin Umut Güler, Yaşar Bayram Gül, Pervin Bağdat gibi isimler var. Bu isimleri seçerken hangi kriterleri düşündünüz?
Sadece düşünmedim, hissettim de! İçimdeki histe yanılmamışım, müthiş bir ekip oldu. Ve farklı algılarla oynama alanını yarattım. Ekip de zengin mutfağıyla değerli çalışma alanı sağladı.
‘Gece Sempozyumu’, 19 ve 20 Aralık’ta Zorlu PSM’de izlenebilir.