Dünyanın yeni 7 harikasından biri kabul ediliyor Petra. Aynı zamanda UNESCO Dünya Kültür Mirası Listesi’nde… Nebatilerin kayaları oyarak oluşturduğu ve tarihi MÖ 4. yüzyıla kadar uzanan bir antik kent. Nebatiler ticaretle zenginleşen dönemi için çok güçlü bir uygarlıkmış. Şehirlerini de bu güce yakışır bir ihtişamla kurmuşlar. Ama bu müthiş kentin tarihi Roma işgali ile yön değiştirmiş. Nebatiler gücünü kaybedip önce Emevileri, sonra Abbasilerin egemenliğine girmiş. MS. 4. yüzyıldan itibaren ekonomik gücünü kaybettiği için gözden düşen Petra, bir de şiddetli depremlerin yaşandığı bir yer olunca, kelimenin tam anlamıyla unutulmaya terk edilmiş.
Kaderinin yeniden yazıldığı ve tekrar dünyanın gözdesi olduğu tarih 1812’ymiş. Kenti “tesadüfen” bulan gezgin Johann Burckhardt, yıllar yılı duyduğu “keşfedilmemiş kayıp bir kent var” söyleminin peşine düşmüş ve muradına da ermiş. O zamana dek Petra’yı bilenler, sadece göçebe Araplarmış ama İsviçre asıllı kâşif muradına erince, dünya da yeni bir harikaya kavuşmuş.
Kayalara oyulan ‘Gül Şehri’
Petra’ya ‘Rose City’ yani ‘Gül Şehri’deniyor. Etrafta gül falan olduğundan değil; bölgedeki kayalarda yüksek miktarda demir oksit bulunduğu ve güneş ışınlarının etkisiyle pembenin, kırmızının birçok tonunu yansıttığı için bu ismi almış. Kent bir kanyonun ortasında. Etrafınızda taşın en büyüleyici hallerini görüyorsunuz. Kaya bloklarının muhteşem bir işçilikle tapınağa, tiyatroya, mezara dönüşümü var. Zaten Petra, Yunanca ‘taş, kaya’ anlamlarına geliyor.
El-Hazne’nin görkemi
Petra’da en etkilendiğim yapı El-Hazne (Al Khazneh) oldu. Yıllar süren bir kaya oyma-işleme sürecinin sonunda ortaya çıkmış. Yüksekliği 40 metre civarında. Daracık ve çok görkemli bir kanyondan bir buçuk kilometreye yakın bir mesafe yürüyerek varıyorsunuz. Sadece bu yapıya ulaşıp dönmek iki saatlik bir yolculuk demek.
Tek gün yetmez
Ama asıl yolculuk El-Hazne sonrasında başlıyor! Eğer benim tek kelimeyle hayran olduğum Roma Tiyatrosu’nu görmek ve oradan geçerek Manastır adı verilen şahane bir başka yapıyla tanışmak isterseniz 18 kilometrelik yeni bir parkuru göze almanız gerek. Zaten Petra çok büyük. Hakkıyla gezebilmek için tek gün yetmez. En az iki güne ihtiyacınız olduğunu söyleyebilirim. Bu arada hakkıyla gezmenin yanı sıra Petra’da gece keyfi yaşamanız için de kalmanızı öneririm. Çünkü mumlar ve dilek fenerleriyle aydınlatılan antik kentin ‘Binbir Gece Masalları’nı aratmayan bir görüntüsü var.
Gitmişken kalmanız gereken yerlerden biri de Wadi Rum… Kuma hayran olunur mu? Olunur! Petra’ya 1.5 saat mesafedeki Wadi Rum’u en kısa haliyle böyle özetleyebilirim size. Sanki başka bir gezegendeymişsiniz gibi hissettiriyor. Oscar’lı Ridley Scott, Marslı filmini çekmek için burayı boşuna seçmemiş!
Günbatımı ayrı, gündoğumu ayrı güzel
Tıpkı Petra gibi Wadi Rum’da da bolca demir oksit barındıran kumlar, tepeler ve kayalıklar var. Göz alabildiğine kızıllığa bir de gün batımını eklerseniz hafızanızdan çıkması mümkün değil. Tüm çölü kızıla boyayan bir günbatımını izleyebilir, geceyi bir bedevi kampında geçirerek farklı bir deneyim yaşayabilirsiniz. Ben Sun City Camp’ta kaldım. Odaların tasarımını çok beğendim ama servisi biraz vasat buldum. Akşamları kamplarda zarb adı verilen ve kuma gömülerek yavaş yavaş pişirilen kebapları tadabilirsiniz; yanında sebze ile servis ediliyor. Aksini söylemezseniz çayı şekerli ikram ediyorlar. Geceleri gökyüzü alabildiğine yıldız hatta aysız gecelerde Samanyolu’nu izleyebilirsiniz. Sabah gündoğumundan önce çöl turları yapılıyor. İtiraf ediyorum, sabahın 4’ünde kalkarken biraz söylenmiştim değer mi diye ama kendi cevabımı kendim verdim; değermiş! Güneş yükselirken tepelerden birine çıkıp, doğanın her gün tekrarladığı mucizenin en büyüleyici haline tanıklık etmek yaşanması gereken bir deneyim.
Akabe’ye de uğrayın
Petra ve Wadi Rum’u gördükten sonra eğer vaktiniz varsa Amman’a dönmeden önce önereceğim bir durak daha var. Amman’a 45 dakika mesafedeki Akabe… Ürdün’ün denizle bağlantısı olan tek yeri! İster günübirlik uğrayabilir, ister konaklayabilirsiniz. 26 kilometrelik sahil şeridinde çok sayıda otel var. Dalış denince Kızıldeniz’in ününü duymayan yoktur. Akabe, rengârenk sualtı dünyasını da gezinize dahil edeceğiniz yer.