“What/If” oldukça kışkırtıcı, gizemlerle örülü bir dizi. Sizin bu projeyi kabul etme sebepleriniz nelerdi?– Liste oldukça uzun… Anne Montgomery gibi ahlaksız, rezil, insafsız bir karakteri daha önce hiç oynamamıştım. Anne’i oynamanın eğlenceli olacağını düşündüm. Ayrıca dizide günümüzde çok fazla şahit olduğumuz bir konu anlatılıyor. Kişisel başarı elde etmek ya da kendi ajandamızı kabul ettirmek için ahlaki değerlerimizden ne kadar ödün veriyoruz? Amaca giden her yol mübah mıdır? Yani oldukça ilginç konuların içine daldım “What/If” ile…
◊ Bunları ben de size sorayım; size göre amaca ulaşmak için her yol mübah mı? İstediğinizi elde etmek için ne kadar ileri gidersiniz?
– İstediğimi elde etmek için neleri göze alırım, bir düşüneyim… Bazı şeyler, tüm fedakârlıkları hak ediyor. Ama bu “bazı şeyler”in içinde iş yok. O yüzden Anne ile ortak noktamız yok diyebilirim. Ayrıca benim ahlaki değerlerim, Anne’den oldukça yüksek. Farklı hırslarım var. Çok yakınlarım dışında kimseye karşı gözü kara, cesur bir insan değilim. Anne’de ilgimi çeken tek şey, gardırobu yani giysileri… (Gülüyor)
OYNADIĞIM KARAKTERLERİN HAYATINI YAŞAMAKTAN SIKILDIM
◊ İş konusunda hırslarınızın olmadığını söylüyorsunuz. Bu yüzden mi kariyerinizde zirveye ulaştığınız dönemde her şeyi bırakıp iş hayatına uzun bir ara verdiniz?
– Evet… Yaşarken farklı şeyleri denemek, değişmek, gelişmek de önemli benim için. Ama bizim işimizde var olan döngünün içine girince, her şey bitiyor. Hayatımız sadece “sonraki proje, daha sonraki proje, ondan sonraki proje”den ibaret oluyor… Bundan çok sıkılmıştım, kendime bir saniye bile katlanacak tahammülüm kalmamıştı. Tüm bunlardan uzaklaşıp normal insanlar gibi yaşamak istedim. Yeni şeyler öğrenmek, yeni şeyler denemek…
Bu kariyeri seçince, sürekli başkalarının hayatlarını yaşıyorsun. Oynadığın karakterin evi, oynadığın karakterin şehri, oynadığın karakterin hayatı… Biri bitiyor, diğeri başlıyor. Sonra da diğeri… Kendine ait hayatı, oynadığın karakterlerden kalan zamana sığdırmak zorundasın. Uzaklaşma sebeplerimden biri buydu.
Sonraki projelerin sonu yok. Artık senaryo yerine canım ne istiyorsa onu okumaya karar verdim. Sadece oynadığım karakter için araştırma yapmak değil, canım ne istiyorsa onu öğrenmek istedim. Karakterlerin değil, kendi zevklerimin peşine düştüm.
Önceliğim hep karakterlerin hayatlarıydı. Bir müddet de olsa başkalarının hayatlarından, başkalarının hikayelerinden uzaklaşıp kendiminkini yaşamak istedim. Herkese de tavsiye ederim.
JUDY GARLAND ROLÜ GELİNCE ÇOK DÜŞÜNMEDEN KABUL ETTİM
◊ Kendi hayatınıza odaklanmak için ara verdiniz ama oyuncluğa dönüşünüz de hızlı oldu. “What/If”ten sonra “Judy” filminde Liza Minnelli’nin annesi efsane şarkıcı ve oyuncu Judy Garland rolünde izleyeceğiz sizi…
– Bu rol benim için çok özel. “Judy” ile ilgili sevmediğim tek bir şey bile yok. Çocukluğumun, anne ve babamın ikonik figürünü canlandırmak söz konusu olduğunda çok da düşünmedim. Her şeyi sindirerek çalıştık. O kadar yavaş bir araştırma dönemi geçirdim ki, projeden projeye koşuyormuş gibi hissetmedim bile…
◊ Liza Minnelli ile tanışma imkanınız oldu mu?
– Oldu. Ama uzun zaman önce. Çok yakın bir arkadaşım, Liza’nın Las Vegas’taki şovunu filme çekti. Ben de oradaydım. Liza gece yarısı sahneye çıktı ve neredeyse sabaha kadar sahnede kaldı. Ne şahane bir şovdu! Şimdi sana anlatırken bile gözlerim doluyor. O muhteşemliği tarif edemiyorum. Şov sonrası sahne arkasına gittik. İşte orada kendimi tutamadım, ayılıp bayılan fan moduna girdim. Kendimi kontrol etmeye çalıştım aslında ama nafile. Sonra fotoğraf çektirdik ve yanından ayrıldık. Liza beni hatırlamayabilir ama ben o geceyi çok net hatırlıyorum.
“ŞÖHRETE SARILIRSAN TAŞA DÖNERSİN”
◊ Judy Garland, kendine güvensizlikleri olan bir kadındı. Bağımlıydı. Yaşadığı tüm olumsuzluklara rağmen hayatını toparladı, yeniden evlendi ve bir kızı oldu. Siz Judy’yi canlandırırken, kendi hayatınızı, kendi ilişkilerinizi düşündünüz mü?
– İlginç bir soru… Los Angeles’a taşınıp çalışmaya başladıktan sonra Mike Nichols ile bir toplantım olmuştu. “Jerry Maguire” filmini yeni bitirmiştim. O zaman Mike’ın yönetmen ve yapımcılıktan önce ne kadar önemli bir yazar ve sahne sanatçısı olduğunu bilmiyordum bile. Mike “Sana ne olacak biliyor musun?” diye sordu. Ne demek istediğini anlamadım. “Tüm hayatın değişecek. Önce tuhaf gelecek, çünkü bu değişikliklere seni hazırlayacak kimse yok. Kendi kendine başa çıkmayı öğreneceksin” dedi. Bahsettiği şey şöhretmiş meğer.
“Şöhret aldatıcıdır, kurnazdır. Hep yanı başında olacak, nereye gidersen seninle gelecek. Eğer şöhretten hoşlanırsan, ona sarılırsan, kucaklarsan taşa dönersin. Gözün hep şöhretin üstünde olmalı. Kontrol her zaman sende olsun, sahip olduğun şöhrette değil” dedi. O zaman ne demek istediğini anlamamıştım ama şimdi çok iyi anlıyorum…
◊ İlişkilerinizin şöhretinizden dolayı yürümediğini mi söylemek istiyorsunuz?
– Her ilişki işten etkilenebilir. Benimkiler etkilendi mi açıklamak istemiyorum. Ama güzel bir nasihatti. Şöhretin sağladığı ayrıcalıkları iyi analiz etmek lazım…
İŞİME SAFÇA YAKLAŞIYORDUM ŞİMDİ AYAKLARIM YERE BASIYOR
◊ 2000’li yılların en büyük starlarından biriydiniz. Sizin zamanınızda sosyal medya yoktu, şimdi işin içine bir de sosyal medya girdi. Ama siz kullanmıyorsunuz sanırım…
– Sosyal medya kullanmıyorum. Oyuncunun sosyal medyası, oynadığı rollerdir. Şöhrete geri dönüş yapacağım yine. Ben hiçbir zaman sırtımı şöhrete dayamadım. Etrafımda hep beni takip eden bir şey olarak kaldı. Eğer şöhreti kucaklayıp göz önünde yaşasaydım, insanlar hayatımı yazacaklar, konuşacaklar, farz edecekler, zannedecekler hatta uyduracaklardı. Bunların bir parçası olmak istemedim. İlgimi de çekmedi…
◊ Peki uzun bir aradan sonra mesleğinize dönüş yapınca neler hissettiniz?
– Şimdi daha farklı bakıyorum işime. Daha iyi bir oyuncu oldum mu bilmiyorum ama geri döndükten sonra işime daha çok minnet duydum. Neden bu işe âşık olduğumu hatırladım. Eskiye göre sınırlarım daha farklı. Birçok konuda zorunluluk hissetmiyorum. Önceden etrafımdaki koşullara sınır koyamıyordum. İyi değildim sınır koyma konusunda. İşime, okulda tez için film yapan öğrenciler gibi safça yaklaşıyordum. Şimdi öğrendim, anladım, ortadan kayboldum, kendime geldim. Daha iyi hissederek ve ayaklarım yere basarak geri döndüm.
RENEE’DEN KİTAP TAVSİYELERİ
◊ Oyunculuğa ara verdiğiniz dönemde senaryo yerine canınız ne isterse onu okuduğunuzu söylediniz. Hayranlarınıza tavsiyeniz var mı?
– Şu anda “The Did” isimli bir kitap okuyorum. Gerçek olaylar temel alınarak yazılmış, kesinlikle tavsiye ederim. Ondan önce de Bill Clinton’ın son kitabını okudum. Geceleri yatmadan önce okuduğum kitap ise Andrew McCabe’nin “The Threat”i.
KÜÇÜK BİR KARARIN BİLE SONUÇLARINI KESTİREMİYORSUN
◊ Yeni dizinizin adı “What/If”. Siz en son ne zaman “What if” (Peki ya?” ile başlayan bir cümle kurdunuz?
– Bu sabah… Ne olduğunu söyleyemeyeceğim, çünkü özel bir şeydi. Küçük bir kararın bile sonuçlarını kestiremiyorsun. Bir şey yapıyorsun ve tüm hayatın değişiyor. En güzeli, “Ya öyleyse, ya böyleyse” diye çok fazla düşünmemek. Neticede bazı şeyleri kontrol etmek mümkün değil. Ama tabii önemli konularda temkinli davranmakta da fayda var…