Bir semt düşünün ki, içinizi kıpır kıpır ediyor, harika atmosferiyle size kucak açıyor, renk cümbüşleriyle gözünüzü gönlünüzü büyülüyor. İşte Balat bu tanımları fazlasıyla içselleştireceğimiz yerlerden. İstanbul’un en afili hikayelerinin yaşandığı, dillere pelesenk olmuş muhteşem evleri, Agora Meyhanesi ve daha niceleri… Bu semt akla gelince durup bir soluklanmak şart oluyor.
Her ne kadar zamanın dışında bir semt olarak kalmayı başarsa bile modern izlere burada da rastlamak mümkün. Hemen hemen her köşe başında onlarca kafe görüyorsunuz. Bu durumun sevindirici noktasıysa çoğunluğu semtin havasına yakışır tarzda dizayn edilmiş. Benimse oralarda en beğendiğim, semtin ruhuna en çok yakıştırdığım kafe; Maison Balat oldu. Burası sadece bir kafe değil aynı zamanda bir antikacı dükkanı. Annelerimizin çeyizlerinden vakıf olduğumuz fincanlardan tutunda, Cumhuriyetin ilk yıllarındaki gazetelere kadar her şey var bu mekânda.
Bu kadar naif bir mekân olur da gelenler büyülenmez mi? Öncelikle yolu buraya düşenleri kesif bir naftalin kokusu karşılıyor ve gerisiyse malumunuz şeyler: Saatlerin farkına varılmadığı muhteşem bir gün ve içinizde bıraktığı o mayhoş tat oluyor.
Yaratıcılığın semti
Sadece mekânların değil her şeyin tek bir elden çıkmış olduğuna inanacağınız Balatta yaratıcılığın sınırları ortadan kalkıyor adeta. Onlarca sanat galerileri, tasarım atölyeleri gözünüze çarpıyor. Hepsi görüntüleri, tasarımları, adları itibariyle yaratıcılıklarını konuşturuyor. Hele birde içlerine girdiğinizde saatlerce gezip, her gördüğünüz şeye bayılacağınız vintage dükkanlar var ki kelimelerle ifade etmek neredeyse imkansız.
Sanatın biricikliğinin tadına işte buralarda doyasıya varıyorsunuz. Bu semtin bir diğer zarif tarafıysa vintage dükkanların atası sayabileceğimiz, yolların kenarındaki seyyar antikacılar oluyor.Hiç ummadığınız anda elinize ne geçeceği hep bir süpriz oluyor buralarda. Yaşanmışlığın buram buram hissedildiği, anıların takas edildiği ve henüz değerinin bilinmediği nadir güzelliklerden sadece birisi bu.
Kartpostallardan fırlamış rengarenk evler
Balat deyince akla belki de en başta gelenlerden oluyor o sıcacık rengarenk evler. Bu evler içinde yaşayan insanlar gibi canlı, içten ve her telden oluşumun birleşince ortaya çıkaracağı sinerjinin yansıması adeta. Mahalle aralarında rengârenk çamaşırlar, camdan sarkıp muhabbet eden teyzeler hepsi o kadar güzel ki içinizin bu semtte ısınmaması imkansız.
Hâl böyle olunca samimiyetin sözlük sayfalarında unutulmadığını anlıyorsunuz. Heyecan, aksiyon hiç bitmiyor buralarda. Bu yüzden her an arabanın arkasına atlamış çılgınlar gibi eğlenen düğün konvoylarına rastlamanız kaçınılmaz ve bir o kadar sıradan olaylardan olacaktır.
Son olarak bu güzel semti tarihi eserleriyle taçlandırmasak ayıp olur. Yüzlerce yıla rağmen heybetini yitirmeyen Kırmızı mektep yani Fener Erkek Rum Lisesi sadece bunlardan bir tanesi. Kırmızı mektep diye anılan lisenin yapımında Fransa’dan getirilen kırmızı tuğlalar kullanılıyor ve lise bu adı alıyor. Tüm heybetiyle muhteşem bir işçiliğin sergilendiği yapıyı Haliç’in her iki yakasından rahatça görebiliyorsunuz. Ayrıca bu devasa yapının içini görmek isterseniz gittiğiniz tarihlerin okulun açıldığı döneme denk gelmesine dikkat etmeniz sizin faydanıza olacaktır.
Burada yaşanır aşkların en şahanesi…
Balata gelinir de aşkların en şahanesinin yaşandığı yere uğramadan dönülmezdi elbet. Yıllanmış şaraplarıyla, atmosferiyle kısacası her şeyi ile yıllara meydan okuyor Agora Meyhanesi. Her ne kadar aynı adla açılmış meyhaneler sıklık gösterse de Agora tüm ihtişamıyla farkına ortaya koyuyor. Buraya mutlaka gelin ve şarap fıçılarının üzerinde muhabbetin tadına varın derim.
Tarihi, sıcacık insanları, kartpostalları aratmayan evleriyle eski İstanbul’u özleyenler mutlaka Balata uğrayın ve bu otantik semtin ruhunu iliklerinize kadar hissedin…
Fotoğraflar: Şeyma Tahir, Brandlife