Denizden uzakta olmasına rağmen Ege’nin en renkli yüzlerinden birini vaat eden Bergama’nın tek cazibesi, Pergamon Krallığı’ndan kalan zengin antik miras değil. Fellini filmlerini çağrıştıran masalsı bir Ege kasabası tadındaki ilçeyi keşfettikçe, sokak aralarındaki ayrıntılara daldıkça ve bugünlerde sıkça gündeme gelen fıstıkçamı ormanlarını tanıdıkça Bergama’nın sadece tarihten ibaret olmadığını, yöreye has doğası, sofraları, insanı ve günlük yaşam ritüelleriyle çok farklı bir coğrafyaya adım attığınızı hissedeceksiniz.
‘Çok Katmanlı Kültürel Peyzaj Alanı’ unvanıyla UNESCO Dünya Kültür Mirası Listesi’ne dahil edilen Bergama, Helenistik dönemden Roma’ya, Selçuklu’dan Osmanlı’ya uzanan köklü bir geçmişe sahip. Bölgede, ‘Akropol’, ‘Asklepion’, ‘Kızıl Avlu’, ‘Kale Tepesi’, su kemerleri, tümülüsler, köprüler, Osmanlı arastası, Ulu Cami ve Kapukaya Kybele Kutsal Alanı’nın da aralarında bulunduğu çok sayıda eser keşfedilmeyi bekliyor.
MODERN TIP BURADA DOĞDU
İzmir Adnan Menderes Havalimanı’na 130 kilometre uzaklıktaki Bergama, antik kaynaklarda Pergamon ya da Pergamonos gibi isimlerle anılmış. Denizden uzakta olmasına rağmen Ege’nin önde gelen turizm merkezleri arasındaki ilçe, modern tıbbı insanlığa hediye eden yerin ta kendisi. Tarihteki ilkleriyle dikkati çeken Bergama, tıp bilimi ve eczacılığın yılanlı asa simgelerinin ilk görüldüğü şehir.
Sağlık yurdu Akslepion’u, müzik, tiyatro, spor, güneş ve çamurla yapılan tedavi yöntemleri, bitkisel kökenli farmakoloji, narkoz maddeli ilaçlar ve hijyenik sağlık altyapısı bu ilklerden sadece bazıları. Sağlık dışında da birçok ilke imza atmış Bergama. Örneğin kent imarıyla ilgili ilk yasalar burada yapılıp uygulanmış. U şeklinde boruların kullanıldığı en eski mühendislik uygulamaları da Bergama’da gerçekleştirilmiş. İlkokul, ortaokul ve liseden oluşan üç dereceli eğitim sistemi yine burada hayata geçirilmiş. Meslek sendikaları ve konfederasyonları da burada kurulmuş.
Bütün bu göz kamaştırıcı yeniliklerden yaklaşık 2 bin yıl sonra bile, Bergama öncü misyonuna devam etmiş. 1530’da yazılan ilk Türkçe gramer kitabı ‘Müyessiretü’l-Ulum’ Bergamalı Kadri Efendi tarafından kaleme alınmış. 15 Haziran 1919’da Anadolu’daki düşman işgalini kıran ilk yer yine Bergama olmuş.
Çandarlı Körfezi’ne dökülen Bakırçay’ın hayat verdiği Bergama’da, geçmişte her biri diğerinin kalıntıları üzerinde yükselen beş farklı şehir kurulmuş. Buluntular kentin ilk yerleşim tarihinin MÖ 8’inci yüzyıla dek uzandığını gösteriyor. Akropol kalıntılarıyla kaplı 330 metrelik bir tepeye kurulan şehir, önce Perslerin, sonra da Büyük İskender’in egemenliğine girmiş.
Tarih boyunca pek çok kez el değiştiren kent, MÖ 283-133 tarihleri arasında güçlü bir krallığa dönüşmüş. Bergama, altın çağını yaşadığı bu dönemde, adeta bir kültür ve sanat uygarlığı olarak nam salmış. Bergama’nın başka bir önemli buluşu, ‘parşömen’ denilen keçi derisinden yapılmış bir tür kâğıt. Basit gibi görünen bu buluş, tarihte bugünkü anlamda ilk ciltli kitabın ortaya çıkmasını sağlamış. Bu sayede İskenderiye’yi geride bırakan dev bir kütüphane kurulmuş.
Asya’nın halka açık ilk büyük kütüphanesi olarak anılan bu kütüphanede 200 binden fazla eser varmış. Roma hâkimiyetinde yaşanan nüfus artışıyla birlikte ovaya yayılan Bergama, Bizans yönetiminin ardından Türk egemenliğine girmiş.
Günümüzde huzurlu bir Ege kasabası görünümündeki Bergama’da, geziye başlamak için en iyi yer, Akropol. Zeus Sunağı kalıntıları, Athena Tapınağı, antik tiyatro, Bergama Kütüphanesi ve Dionysos Tapınağı’nın bulunduğu Akropol’e ulaşmak için şehir içinden taksiye binmek pratik bir seçenek. Antik Bergama’dan koparılmış eşsiz parçalardan biri olan Zeus Sunağı’nı görebilmek içinse Berlin’deki meşhur Pergamon Müzesi’ne gitmeniz gerekiyor.
Bergama Antik Tiyatrosu
BERGAMA OVASI’NI İZLEYİN
Dünyanın en dik antik amfi tiyatrosu Yukarı Agora’da. Tiyatronun taş basamaklarından Bergama Ovası’nı izlemek gerçekten çok güzel. Dünyanın ilk ahşap sahneli tiyatrosu da burada kurulmuş. Traian Tapınağı’nın sütunlarıyla kütüphanenin kalıntılarıysa antik hayatı hayal etmek için ideal birer anıt gibi.
Akropolis’ten şehre inen Kral Yolu, Aşağı Agora’ya kadar uzanıyor. Kalıntıların izinden şehre içine doğru girince, Bazilika da denilen Kızıl Avlu ile karşılaşılıyor. Anadolu’daki ilk yedi kiliseden biri olarak anılan Bazilika, tasarımı ve dev boyutlarıyla ilgi çekici. Kentin batısındaki Asklepion ise Bergama’nın bir diğer yıldızı. Burada antik tiyatronun yanı sıra havuz ve klinikler dışında üç de tapınak var.
OKSİJEN YÜKLÜ YAYLALAR
Emin olun Kozak Yaylaları’nı görmeden Bergama turunuz eksik kalmış olur. İlçe merkezinden Kozak yoluna doğru saptıktan sonra, karşınıza çıkacak fıstıkçamı ormanlarının arasına dağılmış yayla köylerinin her biri yağlıboya tabloları andırıyor. Ayvalık’a kadar uzanan güzel manzaralı Kozak Yolu, off-road ve yürüyüşseverlerin gözdesi.
Bergama çıkışı önce tarihi bir su kemerinin manzarasıyla karşılaşacağınız yol boyunca, karaçamlar ve piknik alanları eşliğinde irtifa yavaş yavaş artıyor. Yaklaşık 900 metre yüksekliğe ulaştıktan sonra da Kozak Yaylaları, önünüze bir deniz gibi seriliyor. Kozak mevkisindeki köylerden Demircidere, yayla turizmine yatkınlığı, Aşağıcuma ve Yukarıbey ise doğal zenginlikleriyle dikkat çekiyor. Fıstıkçamı, yöre insanının geçim kaynaklarından. Civardaki granit ocakları ve hayvancılık da öyle… Buradan çıkarılan granit bloklar halinde Avrupa’ya ihraç ediliyor.
Ziyaretçilerine doğa yürüyüşleri, fotoğrafçılık, bitki ve kuş gözlemi gibi olanaklar sunan Kozak Yaylaları’ndan sonraki durağım, tesadüfen rastladığım bir köy düğünü oluyor. Bergama’da, yaz aylarında hemen her köyde sıkça karşılaşacağınız düğünlerden birine konuk olursanız yöreyi daha da seveceğinize inanıyorum. Elbette pandemi koşulları köy düğünlerine izin verirse…