Çocukluğumda defalarca okuduğum ‘Define Adası’nın yazarı Stevenson’un 19. yüzyılın sonlarında eşek sırtında kat ettiği yolu, dostum ve yayıncım Denis Guillaume’un aracıyla geçmenin heyecanı içindeyim. Günebakan tarlalarıyla sarp kayalıkların, dar boğazların arasından geçiyoruz. Uzakta mavi, mor, günbatımında kızıl dağlar, yanı başımızda kurumuş dere yataklarıyla kocaman taşlar, kendini ilk bakışta göstermeyen mağaralar var. Ama şimdilik, yol boyunca bize eşlik eden ‘Gard Irmağı’ boyunca Ales’e doğru ilerliyor, kemerli taş köprülerden geçiyoruz. Bu köprülerde nice Protestanın idam edildiğini, cesetlerinin ırmağa atıldığını biliyorum. Çiftlik evleri, surlarla çevrili kalelerle kulelerin, yamaçlara serpilmiş küçük kiliselerin arasından boy gösteriyor. Çoğunun kepenkleri kapalı, bazıları terk edilmiş, harap durumda. Camisard ayaklanmasının izlerini taşıyor gibiler. Bir zamanlar, şiddete başvurarak da olsa, inanç ve ibadet özgürlüğü uğruna merkezi siyasal otoriteye başkaldırmıştı yöre halkı. Bu başkaldırının reform hareketiyle yakın ilişkisi olduğunu söyleyebiliriz.
16 ve 17. yüzyıllarda Avrupa’yı sarsan din savaşları, Katolik kiliseye başkaldıran reform hareketiyle birlikte Fransa’yı da etkilemekte gecikmedi. Katoliklerle, dinde reformu savunan Protestanlar arasındaki kanlı çatışmaya son vermek amacıyla Kral IV. Henri’nin yayımladığı ve ibadet özgürlüğünü güvence altına alan ‘Nantes Fermanı’ sayesinde (1598) ortalık biraz yatışır gibi olduysa da, ‘Güneş Kral’ lakabıyla anılan XIV. Louis’nin bu fermanı yok hükmünde saymasıyla (1685) Cevennes bölgesinde yaşayan Protestanlar merkezi yönetime başkaldırdılar. Ve Tevrat’ta anlatılan Musa kavminin ‘Sina Çölü’nü geçmesine atıfla Katolik kilisenin baskı ve dayatmalarının yol açtığı, 1789 Fransız Devrimi’ne dek süren döneme ‘Çöl Süreci’ adını verdiler. Çöl Müzesi’nde işte bu acılı sürecin mirasını oluşturan belge ve eşyalar sergileniyor.
Baskı ve zulmün tanığı zindanlar
Müzeyi ziyaret etmeden önce ‘Çöl Süreci’nin tanığı kalelerle zindanlara da uğruyoruz. Bunların arasında Constance Kulesi’nin özel bir yeri var. Uzun süre yalnızca kadınların kapatıldığı bir zindanmış. Ve Protestan direnmesinin efsane ismi Marie-Durand, 19 yaşında girdiği Constance Kulesi’nden ancak 38 yıl sonra, 57 yaşındayken çıkabilmiş. Akışı iyice yavaşlamış, bunaltıcı sıcakta neredeyse kurumaya yüz tutmuş ‘Gardon Irmağı’nın üzerindeki taş köprüden geçip Mialet’e ulaştığımızda dikkatimi ilk çeken ulu kestane ağaçlarının gölgelediği bir alan oluyor. Bu boş alanda tüm baskılara karşın inançlarından vazgeçmeyen, bu uğurda işkence ve ölümü göze alan, ama şiddete başvurmaktan da çekinmeyen, hatta Katolik rahipleri öldürerek kiliseleri yakan Protestanların yüksek sesle dua ettiklerini hayal edebiliyorum. İçlerinde kıyamet gününü haber veren, kerametleri kendinden menkul ‘peygamberler’ olduğu gibi yoksul köylüler, sonradan ayaklanmanın başını çekecek Jean Cavalier gibi çıraklar, dokumacılar, pastörler, silaha sarılmış askerler de var.
Katolik kilisenin gözünde ‘fanatikler’den oluşan bu topluluğun inanç uğruna her şeyi göze aldığı kesin. Ama öte yandan ibadetlerini özgürce yapabilmek ve Katoliklerle eşit haklara sahip olmaktan başka talepleri de yok. Onların ‘Camisard Ayaklanması’ olarak adlandırılan başkaldırısının bir efsaneye dönüştüğünü biliyorum. Ve 1702-1704 tarihleri arasında tam iki yıl boyunca Fransa’nın bu kuytu bölgesinde yaşanan acıları, karşılıklı katliamları anımsıyorum. Çöl Müzesi’ndeyim çünkü. Ve bu kanlı çatışmanın tüm belgeleri vitrinlerde sergileniyor.
Protestan papazların vaaz kürsülerinden kraliyet fermanlarına, silahlardan cilt cilt, tuğla gibi Tevrat’lara, işkence aletlerinden küreğe mahkûm edilenlerin ya da zindana atılanların isim listelerine, gizli ayinleri tasvir eden tablolara dek her şeyi görüp incelemek mümkün. Bugün Fransa’da Protestan nüfus toplumun yüzde 2’si bile oluşturmuyor. Ama Fransız Devrimi’nin tanıdığı azınlık hakları kapsamında Protestanlar inanç ve ibadet özgürlüğüne sahip! Laik devlet her türlü inanca saygılı ve eşit mesafeli… Bu kazanımı önemsemek gerektiğini, Fransız devletinin ‘bellek çalışmasını’ örnek almanın yerinde olacağını düşünüyorum…