Açık dünya temalı oyunlar bir kesim oyuncuların müthiş ilgisini çekiyor. Koca bir şehirde istediği gibi hareket etme özgürlüğü, görevleri istediği sırayla yapabilme, karakterini özelleştirme gibi detaylar her zaman favori olmuştur. Özellikle günümüz ve yakın gelecek zaman diliminde geçen oyunların gerçeklik hissi, genellikle bağlı kaldıkları senaryolar ile oldukça leziz bir kıvamı tutturduğu da görülmüştür.
Bu konu başlıklarına hitap ederek oyun dünyasına katılan ve karanlık mizacı ile dikkatleri üzerine toplayan Watch Dogs serisinin yeni oyunu Watch Dogs: Legion ile Londra’nın Brexit sonrası iyice distopya haline gelen yozlaşmış kaotik bir dönemini konu alıyor. Geçmiş Watch Dogs oyunlarında görmediğiniz kadar gergin ve sıkışık bir ambians, gecesi ayrı gündüzü ayrı bir dert haline gelmiş Londra, şehrin sokaklarında yükselişin adı olmayı kafasına koymuş insanlar arasında neler yapabileceğinizi oyun tamamen size bırakıyor.
Tasvir edilen Londra biraz gerçek biraz kurgusal tadında bir şekilde oyuna aktarılmış. İkonik binaları haritada görmeniz olası. Big Ben, London Tower, Trafalgar Meydanı ve aklınıza gelebilecek önemli noktaları keşfetmek oynarken heyecan verici bir detay olarak karşımıza çıkıyor. Bazen görevin gidişatını boş verip kendinizi şehrin farklı yerlerini keşfederken ya da sokak fotoğrafçılığı yaparken bulabilirsiniz. Bu oyun uzun zamandır gördüğüm en iyi şehir hissiyatına sahip. Sokaklar gerektiği kadar kalabalık, bazıları boş. Arka sokaklar gerçekten izbe. Bazı köprüaltı mekanlar graffiti ile bezenmiş. Londra’ya gidenler için hiç yabancılık çekmeyeceklerini söyleyebilirim. Hatta 2 defa Londra’yı ziyaret etmiş, tam da Big Ben vs. merkezde kalmış biri olarak gerçekte gezdiğim yerleri oyunda da turlayabilme fırsatına eriştim. Birebir olmasa bile çoğunluğu benzer hazırlanmış diyebiliriz.
Ubisoft bugüne kadar farklı oyunlarında farklı açık dünya konseptlerini denedi. Assassin’s Creed, Wildlands, Division serisi olmak üzere hayatımızda açık dünya namına birçok yapım geldi geçti. Watch Dogs: Legion mimarisi ve şehir dokusu The Division ile oldukça benzer. Bugüne kadar gördüğünüz en dar ve bir o kadar detaylı harita bu oyunda olabilir. İzlemesi inanılmaz güzel sokaklar ve binalar ile yaşanmışlık hissini oyuna müthiş taşımışlar gerçekten tebrik etmek lazım. Bu aşamada RTX’in nimetlerinden de faydalanmışlar. Işık oyunları, gölgelendirmeler, DLSS gibi oyuncunun oyun keyfine ve arkaplanda performansa etki eden unsurlar oldukça güzel yer bulmuş. Oyunun bizi etkileyen ambians odaklı yanlarından biraz hikaye akışına, karakterlere ve oynanışa geçelim.
Watch Dogs: Legion oyun tarihinde nadir rastlanan bir durumu oyuncular ile buluşturuyor. Normal şartlar altında oyunda etrafınızda gezen, sizinle etkileşime giren karakterlere NPC yani görev için orada bulunan ve oynanamayan karakter denir. Ondan görevi alırsınız ve olayı biter. Eyvallah der, gider. Bu oyunda ise etrafta gördüğünüz her arkadaşın bir hikayesi, Londra’da bulunduğu konumu itibariyle belli bir tarafı var. Londra sokaklarında yükselişi yayma aşamasında yapacağınız her iyi ve kötü hamle bu karakterler üzerinde etki bırakıyor. Mesela ekibinize katmak istediğiniz bir NPC’yi döverseniz, sizin hakkınızda ve direnişiniz hakkında negatif düşünmeye başlayabiliyor. Etrafta bulunan her bireyin belli yetenekleri olduğunu ve onları kullanarak görevlerde fayda sağlamanız gerektiğini unutmamanız lazım. Bazı karakterler gerçekten çok ilginç. Mesela İngiltere’de ne ünlüdür diye sorsam futbol cevabı gelir. Oyunda bir karakter holigan ve olası sokak çatışmasında arkadaşlarını kavgaya çağırabiliyor. Bazı NPC’lerde kolay bulunamayan silahlar mevcut. Mesela susturuculu MP5 gibi. Etrafta göreceğiniz karakterler arasında size çok tanıdık gelecek isimler de mevcut. Takım elbise giyen, susturuculu tabancası olan, klasik bir otomobile binen bir ajan desem? Bence herkes Londra denince bu ismi tahmin eder.
Karakterleri ekibe katma arzusu ile çoğunun hikayesini dinlemek çok keyifli. Ekibe katılma aşamasındaki görevleri yaparken keyifli dakikalar harcıyorsunuz. Ana görevlerin yanı sıra yan görevler haricinde de bunlarla uğraşmak güzel bir meşgale olmuş bizler için. Bu tip oyunlarda genelde ana görev yap, karakter level’i yetmiyorsa yan görev yap diye giden akışı değiştirmek çok iyi bir deneme açıkçası.
Bu arada etraftaki puanları toparlayarak karakterinizi özelleştirmeniz, yeteneklerinizi arttırmanız mümkün. Oyun hacking üzerine kurulu bir yapıda olduğundan etraftaki eşyaları hackleyip kullanmak, devre dışı bırakmak, kullanılamaz hale getirmek ya da patlatıp zarar vermek bir seçenek olarak sunuluyor. Bu seçenekler arasında bazıları yeteneğimize göre gelişiyor. Örneğin uçan bir Drone’u ilk seviyelerde sadece 30 saniye devre dışı bırakabiliyorken ilerde tamamen kendi kontrolümüze almabiliyoruz.
Harita üzerinde istediğiniz gibi gezerken farklı görevlere de denk geliyorsunuz. Örneğin top sektirmek. Ben başaramadım aslen ama aramızda bunu yapabilecek kadar hırslı arkadaşlar vardır. Dart oynamak, Londra’ya gidip PUB’a uğramamak olmaz. Üzerimize değişik eşyalar giyerek karakterimizi özelleştirme şansı verem mağazalar, belli noktalar arasında kurye görevlerini yapabileceğiniz kargo alma-verme kutuları, direnişi yayma aşamasında size etki katacak duvar yazıları görevleri, belli bölgelerdeki yayılmayı arttırmak için bazı kişilerin kurtarılması, propaganda yapılacak hackleme işlemleri gibi çok çeşitli görevler var.
Ambians açısından bindiğiniz araçlarda çalan şarkılara hayatım boyunca hep takılmışımdır. Watch Dogs: Legion tam manasıyla İngiltere radyolarını evinize getiriyor. Bir radyo akışı var, bir GTA demeyelim ama kendince oldukça iddialı. Beethoven, Blur – Song 2, Bring Me the Horizon, Fatboy Slim – The Rockafeller Skank, Gorillaz – Feel Good Inc., Lily Allen, Mozart Requiem, Muse – Bliss, Richard Wagner – Ride of the Valkyries, Stormzy ve The Prodigy göze çarpan isimler arasında. Bu şarkılar çalarken Mini Cooper benzeri bir araçla Londra’yı turlamak müthiş keyif. Ama listede bir The Cure – Friday I’m In Love, U2’dan bir şeyler ya da en olmadı Radiohead – Creep çok iyi olabilirdi. Gün doğarken ya da batarken şehri turlamak, gece karanlıkta gezmek gerçekten çok büyük bir keyif olmuş. Aferim Ubi!
Peki oynanış nasıl? Etraftan karakterleri ekibimize kattık ve görevlere başladık, nasıl ilerliyor olaylar?
Gayet basit diyebilirim. Hatta o kadar basit ki iki tuşla hackleme, ateş ederken siper alma, yaklaşan adamı tek tuşla saf dışı bırakma gibi işlemleri saniyeler içinde yapabiliyoruz. Görevlerin akışı itibariyle belli noktalara gizlice gir, evrakları bul ya da hackle, çok ses çıkarmadan işini hallet ve çık üzerine kurulu olması sizi bir miktar gizliliğe sevk ediyor. Bazen silahlar ateş aldıktan sonra susmayabiliyor. GTA, Saints Row ya da Sleeping Dogs kadar agresif bir baskı ortamı üzerinizde oluşmuyor. 6 yıldızla tank gelmesi heyecanını yaşamış arkadaşlar Watch Dogs: Legion oynarken en yüksek seviyede bile sokak aralarında hızla izlerini kaybettirip 5 sokak ötede hiçbir şey olmamış gibi motorsiklet çalarak yoluna devam edebilirler.
Araçlar demişken Brexit sonrası distopyanın tadını alan Londra’da artık araçlar içinde sürücü olmadan da seyahat edebiliyor. Kapıyı açıp hop diye alıp gitmeniz kolaylaşmış. Ben şahsen eski oyunlarda olan camı kırma olayı ya da kapı kilidini hackle zıp diye açma olayını çok seviyordum. Ayrıca belirtmek gerek, araçlar yine hacklenerek ileri, geri, sağa ve sola hareket ettiriliyor ve gerekli durumlarda yapay zekanın bizi takibinden kurtulmamız sağlanabiliyor. Araç kontrolünden gerçeklik namına bir şey beklememenizde fayda var. Banyo tabanına düşmüş sabun gibi sağa sola kıvrılabildiğiniz bir moment mevcut. Bu durum motorsiklet için biraz daha iyi diyebilirim. Hasar mekanikleri de gerçeklikten bir miktar uzakta. Okkalı bir çarpışmadan sonra aracınızın belli bir noktasının kağıt helva gibi yırtılacağını düşündüğünüz bir pozisyonda biraz içeri göçmüş, biraz da mental olarak üzülmüş bir araç ile yola devam ediyor olmak gerçekten beni de üzdü.
Silahların etkisi bir miktar yavan geldi bana. Dövüş mekaniklerinin kısıtlı olması, kafes dövüşü gibi şehirde belli yerde dahil olabileceğimiz nefis bir sokak kültürünün etkisini kısıtlamış. Burada Sleeping Dogs oyununda olduğu gibi kombolar, karşı ataklar, kol-bacak kırmaya yönelik şeyler beklerdim. Bunu okurken “adama bak ne kadar da vahşi” diye düşünebilirsiniz fakat oyunda karşımıza gelen sahneler gerçekten tam bunları gerektiriyor. Biraz üstün körü düşünmüş ve üşenmiş gibisin, ne dersin Ubi?
Bu üşenmede beni en çok kızdıran nokta ise saf dışı bıraktığımız silahlı düşmanlarımızın yere düşen silahlarını alamamak oldu. Cebinden id card’ını download ediyorum, telefonunu titretiyorum ama yerdeki silahını alamıyorum. Geçmişte bir tv reklamında “tembel adam yaratıcı olur” lafını duymuş ve hayatımın büyük kısmında görsel tasarım ile uğraşmış beni bile hayrete düşürdü bu üşengeçlik.
Peki hiç mi beğenmedim?
Hayır tabi ki, beğendim. Ama insan kızıyor işte, Watch Dogs: Legion için aşırı büyük beklentim yoktu. İlk oyuna müthiş yükselmiş, Watch Dogs 2’nin bir miktar cıvık teması ile konudan uzaklaşmıştım. Assassin’s Creed hayranı biri olarak Watch Dogs’un AC evreni ile olan bağından ötürü Londra dendiği an bende biraz heyecan oldu elbette. Daha önce AC Syndicate ile İngiltere’nin eski dönemine ziyarette bulunmuştuk.
İyi bir fikri, güzel noktalardan yakalayıp, biraz üstün kötü işlediklerinden dolayı kızgınım. Yoksa NPC’lerle ortaya çıkan yeni deneyim, ikonik karakterlerin ve binaların oyunda olması, hikaye akışının çok heyecanlandırmasa bile aksiyon filmlerinden hallice gidiyor olması gayet iyi.
Watch Dogs: Legion için deneyimlerim karşısında kendisine verebileceğim puan 7/10 olarak notlara geçebilir. Gelecek içeriklerde ilk oyunun efsane ismi Aiden Pearce’i ile ikinci oyunun çılgın karakteri WRENCH’i görücek olmamızın hatrına heyecanım hala var, bakalım gelecek bize neler getirecek!