Ancak keşif planlandığı gibi gitmedi. Burke, Wills ve yanlarına katılan İrlandalı asker John King dönüş yolunda yiyeceklerini tüketmişti.
Bir dere kenarında mahsur kalmışlardı. “Dereden ayrılamadık, iki devemiz de öldü, yiyeceklerimiz tükendi. Hayatta kalmaya çalışıyoruz” diye yazmıştı Wills.
Bu bölgede yaşayan aborijin Yandruwandha kabilesi ise tüm olumsuz koşullara rağmen yaşamını sürdürebiliyordu.
Kabile üyeleri, “nardoo” (Marsilea drummodii) adını verdikleri dört yapraklı yonca benzeri bir tür eğrelti otunun tohumlarını ezerek yaptıkları ekmeklerden verdiler kâşiflere.
Burke, aborijinlere saldırıp silahını patlattı ve onları korkutup kaçırdı. İki arkadaşı, onun hayatta kalmak için gereken becerileri öğrendiğini sanmıştı.
Bu tohumlardan bulup kendi ekmeklerini yapmayı denediler. Başlangıçta her şey normal görünüyordu. Karınları doymuştu. Ama bir süre sonra halsizlik başladı. Bir hafta sonra ise Wills ve Burke ölmüştü.
Tohumları yenebilir hale getirmek için bazı işlemlerden geçirmek gerekiyordu. Zira bitkinin içerdiği “tiaminaz” adlı bir enzim insan vücudunda zehir etkisi gösteriyor, vücuttaki B1 vitaminlerini parçalayarak besinlerin emilimini imkansız hale getiriyordu.
Yani kaşiflerin karnı tıka basa doymuş olsa da hiçbir besin alamamışlardı.
Yandruwandha kabilesi ise tohumları pişiriyor, ezip un haline getiriyor ve hamuru küle bulaştırıp enzimin zehrini etkisiz hale getiriyordu. Tüm bunlar, tesadüfen öğrenilecek bilgiler değildi.
Arkadaşlarını kaybetmiş ve zor ayakta durur bir halde kabileye sığınan King ise hayatta kalmayı başarmış ve aylar sonra Avrupalıların yardımıyla kurtulmuştu.
Manyok kökü
Nardoo bitkisi kadar zehirli olan bir başka bitki de manyok köküdür. Afrika ve Latin Amerika’da önemli bir kalori kaynağı olan ve çokça tüketilen bu bitkinin acı ve tatlı türleri bulunuyor.
Acı manyok hidrojen siyanür içerir. İşlemden geçirilmediği ve iyi pişirilmediği durumda zehirlidir; karaciğer ve beyin gibi organlarda hasara, bacaklarda felce yol açar.
Fakat 1981’de Mozambik’te görev yapan genç İsveçli doktor Hans Rosling bu bilgiye sahip değildi.
Birçok hastası bacaklarda felç şikâyetiyle kliniğe geliyordu. Ancak belirtiler ne çocuk felcine ne de tıp kitaplarındaki diğer hastalıklara benziyordu.
İç savaş yaşayan Mozambik’te kimyasal silah mı kullanılıyor, sorusu bile gündeme gelmişti.
Dr. Rosling ailesini güvenli bir bölgeye taşıyıp araştırmalarına devam etti.
Salgın hastalıklar uzmanı arkadaşı Julie Cliff sonunda ne olup bittiğine açıklama getirebilmişti. Hastaların tümü, tam işlemden geçirilmemiş acı manyok kökü içeren yiyecekler tüketmişti.
Açlık çeken bu insanlar işlemlerin sonlanmasını beklemeden manyok kökü yemiş ve bunun sonucunda felç olmuştu. Buna konzo hastalığı deniyor.
Deneme-yanılma
Etrafımız zehirli bitkilerle dolu. Bunların bir kısmı sadece pişirme yoluyla, bir kısmı ise uzun ve karmaşık işlemlerden geçirilerek yenebilir hale getirilebiliyor.
Peki insanlar manyok kökü veya nardoo gibi bitkileri yenecek hale getirmeyi nasıl öğrendi?
Evrimsel biyoloji uzmanı Joseph Henrich, bunun bir tek kişinin öğrendiği bir şey olmadığını, bu bilginin kültürel olduğunu vurguluyor. Kültürlerimiz, biyolojik türlerin evrimine paralel bir şekilde yürüyen deneme-yanılma süreçleriyle ilerler. Tıpkı biyolojik evrim gibi kültürel evrim de zamanla oldukça gelişkin sonuçlar verir.
Biri tesadüfen manyok kökünün zehrini azaltan bir yöntem keşfeder. Bu giderek yayılır ve ardından yeni bir şey keşfedilir. Zamanla, her biri bir öncekinden daha etkili olacak şekilde karmaşık işlemler geliştirilir.
Latin Amerika’da binlerce yıldır manyok kökü yiyen kabileler, bu bitkinin zehrini atmak için çeşitli yöntemler geliştirmeyi öğrendi: Kabuğunu soymak, rendelemek, yıkamak, kaynatmak, posasını iki gün beklettikten sonra ateşte pişirmek gibi.
Bu işlemleri neden yaptıklarını sorsanız size hidrojen siyanürden söz etmezler; “bizim kültürümüz böyle” derler büyük ihtimalle.
Manyok kökü Afrika’ya 17. yüzyılda geldiğinde kullanma talimatıyla gelmedi. Siyanür zehirlenmesi hâlâ karşılaşılan bir sorun. İnsanlar kestirmeden gitmek için bazı işlemleri atlıyor; zira kültürel öğrenme süreci hâlâ tamamlanmış değil.
Kültürel evrim
Henrich’e göre, kültürel evrim tek tek insanlardan çok daha akıllı bir yol izliyor.
İster soğuk bölgelerde yaşayanların Eskimo evlerini keşfetmesi, ister antilop avı, ateş yakma, kamışla zehirli ok atıp avlanma veya manyok kökünü yenebilir hale getirme söz konusu olsun, öğrenmenin temelinde, ilkeleri anlamak değil taklit etmek yatıyor.
İnsanlar kendilerinden önceki deneyimlerden öğrenip sonuç çıkararak daha iyisini yapıyor.
Taklit etme içgüdüsü en yüksek olan canlı ise insan.
Araştırmalar, iki buçuk yaşındaki bir çocuk ile şempanzenin zihinsel kapasitesinin birbirine yakın olduğunu, ancak taklit bakımından insanın çok daha gelişkin olduğunu gösteriyor.
Medeniyetin temeli
Henrich’e göre, insan medeniyetinin temelinde saf zekâdan çok, insanın birbirinden öğrenme becerisi yatıyor.
Kuşaklar boyunca atalarımız deneme ve yanılma yoluyla yararlı bilgileri biriktirmiş, sonraki kuşaklar da onları taklit etmiştir.
Bu bilgilere daha az yararlı olanlar da karışmıştır elbette: Yağmur dansına çıkmak veya yanardağ patlamasını önlemek amacıyla kurban kesmek gibi.
Ancak insan genel olarak, farz etmek yerine sorgulamadan taklit etme yoluyla daha başarılı olmuştur.
Kültürel evrim elbette bizi ancak bir yere kadar ilerletebilir. Bugün artık bilimsel yöntemle manyok kökünü yenebilir hale getirmek için iki gün bekletmek gerektiğini, kurbanın ise işe yaramadığını açıklayabiliriz.
Temel ilkeleri anladığımızda kaydedilen gelişme, deneme-yanılma ve taklit etmekten çok daha hızlı oluyor. Ama Avustralya’da çıkılan keşifte King’in hayatta kalmasını sağlayan kolektif zekâyı da küçük görmemek gerekir.
Medeniyeti ve işler bir ekonomiyi mümkün kılan da, işte bu kolektif zekâ olmuştur.