‘Güzel Ülke Atlası’nın ortaya çıkış hikâyesi nedir?
Taze Kitap, çocuklara yönelik çok güzel kitaplar çıkaran bir yayınevi. ‘Sanat Atlası’, ‘Kafası Değişikler Atlası’, ‘Hayvan Atlası’, ‘Dünyanın Öbür Ucunda Ne Var?’ isimlerinde kaynak kitap serileri var. Buna bir de Türkiye atlası eklemek yayınevinin sahibi Zeynep Sevde’nin fikriydi. Türkiye’yi karış karış dolaşmış ve tarihe, arkeolojiye, jeolojiye, botaniğe meraklı bir insan olarak bana ulaştılar. Beraber konuları saptadık. Ondan sonra yazım ve çizim süreci başladı.
Konuları nasıl saptadınız?
Amacımız Türkiye’nin gezip görülmesi gereken tarihi ve doğal güzelliklerini anlatmak. Bu nedenle her bölgeden yedi, sekiz konu belirledik. Söz konusu Türkiye olduğu için açıkçası konuları elemekte epey zorlandık. O kadar güzel yerler var ki. Fakat şehir şehir gitmedik. Öylesi sıkıcı oluyor. Tuz Gölü, Kapadokya, Pamukkale, Nemrut, Çifte Minareli Medrese gibi spesifik yerleri seçtik. Bazıları çok bilinen, bazıları az bilinen ama çocukların mutlaka ilgisini çekecek yerleri aldık listemize.
‘Güzel Ülke Atlası’ hangi yaş aralığına hitap ediyor?
7 ila 12 diye düşündük. Ama tabii bu biraz da çocuğun ilgisine bağlı. “4 yaşındaki oğluma okuyorum, çok keyif alıyor” diyor okurlar. Geri dönüşler çok çok iyi. Buraya gidelim, şurada kamp yapalım diye sayfalara yıldızlar çizmeler, listeler yapmalar falan. Minik seyyahlar koronanın bitmesini sabırsızlıkla bekliyor anlayacağınız!
Nasılsa çocuk demedim!
Çocuklara yönelik bir kaynak kitap yazmak kolay mıydı, zor muydu?
Zor, hem de nasıl! Hem basit olacak hem doğru olacak diye canım çıktı. Hiçbir terimi bilmediklerini varsaydım. ‘Kubbe’ derken bunun bir yarım küre olduğunu, ‘rakım’ derken bunun denizden yükseklik olduğunu veya ‘bakteri’ derken bunun mini minnacık bir canlı olduğunu da yazman gerekiyor. Ancak bu, metinlerin uzamasına neden oluyor. Bu sefer de nereden kısayım ama gereken bilgiyi de vereyim diye zorlanıp kıvranıyorsun.
En çok hangi konu başlıklarıydı sizi zorlayan?
Tarih hadi neyse de jeolojiyle ilgili bir konuyu, mesela Salda Gölü’nü yazarken terimleri onların anlayabileceği bir hale getirmek için çok çaba harcadım. Çünkü “Nasılsa çocuklar okuyacak, salla gitsin!” demedim hiç. Çılgın gibi okumalar yaptım. İlk önüme gelen metni basitleştirip yazma yoluna gitmedim hiç. Çünkü önce benim anlamam, kafama yerleştirmem, sonra onu bir çocuğa anlatmam gerekiyordu. Esasen büyük sorumluluk. Salda Gölü ile Mars’ın ilişkisini anlamam için altı ayrı bilimsel makale okumam gerekti mesela. Durduk yerde stromatolit uzmanı oldum çıktım.
Kaynaklarınız nelerdi?
Biraz üzücü ama doğru bilgiye daha çok yabancı kaynaklardan ulaştım. Doktora tezleri, iyi araştırılmış seyahat yazıları, kaynakları belirtilmiş araştırma makaleleri. İnanın ne var ne yok her şeyi okudum. Klişelerden, boş laflardan, hamasetten bucak bucak kaçındım. Mevlana’yı yazarken Mesnevi’ye bile baktım. Daha önce büyük bölümünü okumuştum, bu sefer başka gözle tekrar gözden geçirdim mesela.
Bu kadar bilgiyi nasıl sığdırdınız?
Burada editörümüz Halenur Çalışan devreye girdi. Harika bir düzenleme yaptı. Elimizden geldiği kadar sığdırdık.
Yazdığınız yerleri dolaştınız mı?
Çoğu maddeyi daha önce görmüştüm ben. Ama kitabı yazarken bir de çocuğumla gezeyim dedim. Pamukkale, Kapadokya, Ayasofya, Uludağ, Göbeklitepe’ye de kızla beraber gittik. Sonra pandemi başladı. Ama kitap yazılma sürecinde çok dolaştı! İstanbul’da başladı, Artvin’de devam etti, Şirince’de bitti…
Kitabın çizimleri de çok güzel olmuş…
Belkıs Aksu Çelebi gerçekten harikalar yarattı. Çizimlerine bakmaya doyamıyorum. Her seferinde başka bir espri yakalıyorum. Bir yerden bir ayıcık bakıyor mesela. Kıkır kıkır gülüyorum.
Erken seyahat eden çocuğun ufku genişler
Bir çocuk seyahat etmeyi severse hayatında neler değişir?
Geç seyahat etmeye başlamış insanlarda benim hep gördüğüm şu: Farklılığı, güzelliği, şaşırtıcılığı bir türlü kabul edememe hali. Diyelim Şirince’ye geliyor, “Ne var ki burada? Bizim teneke mahallesi de böyleydi” diyor mesela. Efes’e gidiyor, “Amaaan hep taş işte” diyor. Bergama’daki dimdik tiyatroya bakıp “He n’olcek, bizim köy yolu da böyleydi” diyor. Karadenizliyse yaylasını, Egeliyse mavi koylarını, Doğuluysa dağlarını başka bir şeye ‘değişememe’ kabızlığı. Bunun açıklaması sadece cahillik değil. Başka güzellikleri anlamama, içselleştirememe, varlığını inkâr etme… Küçümsemeyle eziklenme arası tuhaf bir hal. Erken seyahat eden çocuğun ufku bir daha daralmamak üzere genişler. Bu o kadar mühim ki… Başka insanları, başka kıyafetleri, başka tür bir mimariyi gören çocuk merak etmeye, soru sormaya başlar. Bu çocuğu artık durduramazsınız. Ne böbürlenir, ne ezilir. Artık onu ‘uzaklarla’ daha doğrusu uzaktaki öcülerle korkutamazsınız. Merak edip dünyanın öteki ucuna da gidecektir, bambaşka yerlerde de yaşayabilecektir. Bir Avustralyalı gençle bir Türk gencinin arasındaki en büyük fark işte bu. Erken seyahate başlamak bu yüzden hayati bir öneme sahip.
O koca kafaları gören çocuğun şaşkınlığı her şeye değer
5-10 yaş arası çocukla nereye gidilir?
Adıyaman, Nemrut Dağı:
O kocaman kafaları gören bir çocuğun şaşkınlığı kadar eğlenceli bir şey düşünemiyorum. Sabah erkenden kalkması biraz dert ama dağa tırmanmak kesinlikle çok hoşuna gidecektir.
Nevşehir, Kapadokya:
Dünyanın en acayip, en şaşırtıcı yerine çocuk götürmemek ayıp olurdu zaten. Balon turu ayrı bir heyecan, yeraltı şehirleri ayrı bir eğlence. Zaten her yer daha çok onların boyuna göre.
Urfa:
Hiç tereddüt etmeyin. Mutlaka götürün. Telaşsız, sakin bir yolculuk için mükemmel bir istikamet. Çarşı zaten lunapark gibi. Kuşçular, bakırcılar, yemeniciler… Kebap seviyorsa oh ne âlâ. Balıklıgöl ve etrafı son derece güvenli. Koşturacakları alan da var. Hikâyeciler de bol. Göbeklitepe normalde ilgilerini çekmeyebilirdi ama çok şükür çizgi filmler sayesinde deli gibi merak ediyorlar.
Kars, Çıldır Gölü:
Kışın gideceksiniz tabii. Göl donmuş olacak. İşte o zaman başlasın eğlence. Kızaklı faytonlar, buzdan balık avlamalar, açık hava sobalarında kestane pişirmeler… Kars’ı da araya sıkıştırın. Çıldır’ın keyfi sayesinde rahat rahat gezebilirsiniz.