Maraş’ta eski dostlarla buluşmamız anısına yapılan davetiyeler üzerine ne de güzel not düşmüş bir dostum, Yahya Akengin’in Annem şiirini yıllar geçse de eskimeyen arkadaşlık ve dostluğumuza uyarlayarak; “Bir yıllık gurbet dönüşü içilen çayda, bin yıllık huzuru demlemiş bekler.” Ee, bize de bu huzuru yakalamak düşer dedik ve yola koyulduk…
Yollar uzun, zaman dar olsa da bu huzurdu bizi içine çeken, sarıp sarmalayan. Özlem gidermek, dost sohbeti dinlemek, memleketimin gidilesi, gezilesi, görülesi bir diyarını daha adım adım dolaşmak bizlerin de boynunun borcuydu elbet. Maraş’a yaklaştıkça yol boyunca etrafı saran Torosların uzantısı dağlar, görkemiyle büyülüyordu gözlerimizi. Farklı bir coğrafya farklı bir kültürle tanışacağımızın işaretiydi görkemli dağlar… Kayseri yönünden şehre girdiğimizde nazlı bir gelin gibi süzüle süzüle akan Ceyhan Irmağı tüm sevecenliğiyle karşılıyordu bizi.
Bir tarafta modernleşmenin izleri, diğer tarafta şehrin eski ve dar sokakları davetkâr haliyle içine çekiyordu bizi. Köhnemiş, yıkılmaya yüz tutmuş, yorgun evlerin arasında dolaşırken kahramanlığın izlerine rastlıyor; elimle koymuş gibi Aşıklıoğlu Hüseyin’in, “Maraş bize mezar olmadan düşmana gülzar olamaz!” haykırışında; düşmana ilk kurşunu atan Sütçü İmam’ın ruhunda buluyordum bu izleri. Evet Kurtuluş Savaşı’ndaki bu destansı öyküleri, halkın kahramanca mücadelesi sonucudur ki Maraş, 1925 yılında Mustafa Kemal Atatürk’ün de onayıyla ‘Kırmızı Şeritli İstiklal Madalyası’na layık görülmüştü.
Bu nedenle tarih kokar şehrin sokakları… Gezilecek görülecek öyle çok yer varmış ki meğer, anlatmakla bitiremeyeceğimiz. Germenicia Antik Kenti’nde dünya litaretürüne giren mozaikleri ve Arkeoloji Müzesi’nde yer alan antik fil fosillerini incelerken çağlar öncesine, Milli Mücadele Destanı’nı anlatan görsellerle zenginleştirilmiş Kurtuluş Müzesi’nde dolaşırken yakın tarihe yolculuk yaparsınız. Ceyhan Nehri üzerinde XV. yüzyıda Dulkadiroğulları Beyliği döneminde yapıldığı tahmin edilen, 158 metre uzunluğunda ve beş gözlü Taş Köprü’ye hayran kalırsınız.
Taş Medrese ve Türbesi, Abdulhamid Han Camisi, Ulu Cami, Çınarlı Cami, Malik Ejder türbesi, Hatuniye Cami (Şems Hatun Camii), manevi havayı teneffüs etmek için kapılarını her daim açık tutar ziyaretçileri için. Seyir terasında şehre tepeden bakmak, Taşhan’da, Pınarbaşı’nda güzel insanlar arasında çay içmek, Anadolu’yu bir kez daha çayın deminde tanımak ve tatmak, doğunun misafirperver, sıcakkanlı insanlarıyla sohbetler etmek, gönülden gönüle köprüler kurmak için tam da doğru adrestir Maraş.
Mutfağıyla da ünlüdür Maraş. Vedat Milor der ki: “Kahramanmaraş, ülkede gezilecek yerler arasında listemde ilk sırada değildi. Yanılmışım. Fikrimi değiştiren ne mi? Önce insanlar, sonra doğa ve son olarak da tarhana…”
Sadece tarhana değil elbette… Eşkili çorba, Maraş kelle paça, eliböğründe, içli köfte, bademli pilav, kuru dolma sofralarının baştacıdır. Hele de yemeklerin üstünü süslerken, damaklarınızda bıraktığı enfes tadıyla, acısıyla tatlısıyla Maraş biberi… Ceyhan ırmağı üzerinde deniz kenarını aratmayacak balık keyfi ve de ünü artık uluslararası marka olan Maraş dondurmasını yerinde yemek en değerli anılarınızdan olacaktır.
Dönüş yolunda son uğrak yerimiz Döngel Mağarası ile aynı adı taşıyan köy ve piknik alanı oldu. Harika manzarası, çağıl çağıl akan küçük şelalesi ve ırmağın üzerinde tahta mekanlarda su sesi eşliğinde demli çay keyfi… Köye gelen insanlara kekik aromalı çay ikram edip karşılığında hiçbir ücret talep etmeyen dostlar, güzel insanlar… Üç günlük seyahatimizde zamana sığdıramadığımız onlarca gezilecek yer… Lakin gönüllerimize sığacak kadar mütevazı güzel insanlar, hoş sohbet ve ruhumuza işleyen hoş bir seda: “Döngel(in)” der gibi davetkâr… Deniz, kum ve güneş turizminin bittiği bu dönemde, gezilecek, görülecek yerler mi arıyorsunuz? Tarihiyle, kültürüyle, doğal güzellikleriyle işte Kahramanmaraş tam da size göre.