Anne ben gazeteci miyim? platformu; Medya, Kültür, Toplum Buluşmaları adını verdiği etkinlik dizisinin üçüncü buluşmasında iletişim akademisyeni Doç. Dr. Aybike Serttaş ve gazeteci, spiker Fulya Soybaş Işık ile kadın cinayeti haberlerinde kullanılan dili tartışmaya açtı. Serttaş “Kadın cinayeti haberlerini hikayeleştirmek olayı toplumsal boyutundan uzaklaştırıyor” derken, Işık ise reyting kaygısından dolayı nitelikli haberler yapamadıklarına dikkat çekti.
Anne ben gazeteci miyim? platformu tarafından düzenlenen Medya, Kültür, Toplum Buluşmaları’nın üçüncüsü iletişim akademisyeni, Doç. Dr. Aybike Serttaş ve gazeteci, spiker Fulya Soybaş Işık’ın katılımıyla cumartesi günü Mekanda Adalet Derneği’nde gerçekleşti. “Kadın cinayeti haberlerinde dram rüzgârı: Medyanın kamusal işlevi nerede?” sorusu üzerine şekillenen buluşmanın moderatörlüğünü ise gazeteci Ali Demirtaş üstlendi. Kadın cinayetleri haberlerinde kullanılan dilin tüm detaylarıyla tartışıldığı buluşmada Fulya Soybaş Işık Türk medyasında, öldürülen kadının güzelliğinin haber değerini artırdığı algısı olduğunu vurgularken, Doç. Dr. Aybike Serttaş ise izleyici ya da okurun söz konusu haberlerdeki ihlallere tepki göstermesi gerektiğini, bu tepkilerin medya sektörünü iyileştirebileceğini belirtti.
Haberlerde faile değil, kadına odaklanan bir dil görüyoruz
Doç. Dr. Aybike Serttaş kadın cinayeti ile kadına şiddet haberleri hakkındaki düşüncelerini ve akademide bu haberlerin nasıl incelendiğini şöyle dile getirdi:
“Kadın cinayeti ya da şiddet haberlerinde kullanılan dilde teknik, içerik ve söylem açısından problemler olduğunu düşünüyorum. Bizler haberleri önce teknik olarak inceliyoruz çünkü teknikle bile siz aslında tarafınızı ya da görüşünüzü belirlemiş oluyorsunuz. Şöyle ki kamera açısı, çekim ölçeği ve açısı, görüntünün uzak veya yakınlığı gibi noktalara bakıyoruz. Sonra kurguda kullanılan kesmelerin çokluğuna ya da azlığına, kamera hareketinin hızına, yavaşlığına bakıyoruz. Çünkü şunu savunuyorum: Kamera son derece tarafsız ve soğuk bir nesne gibi görünür ama aynı zamanda anlam yaratır. Bu yüzden teknik dediğimiz şey sadece görüntüyü aktarmak için kullanılan bir şey değildir. Aynı zamanda teknikle izleyiciye çeşitli duyguları da aktarabilirsiniz. Dolayısıyla haberlerin aktarımında bir görselin kullanımı, o görsellerin nasıl hazırlandığı ve kurgulandığına bakıyoruz.
Fatih Altaylı’nın sürmanşetten verdiği haberi…
Derslerimde en çok kullandığım örnek yıllar önce Fatih Altaylı’nın sürmanşetten verdiği, sırtından bıçaklanan kadının net bir şekilde yayınlanmış görselidir. Altaylı tepki aldığında bu haberi şöyle savunmuştu: ‘Kendi annem de olsa ben bu görseli bu şekilde verirdim. Çünkü dikkat çekmek istedim’.
Bizdeki çoğu problem aslında bu bakış açısından kaynaklanıyor. Çünkü siz bu haberlerde fail yerine mağdura odaklanırsanız aslında benzer durumdaki kişilere gözdağı vermiş olursunuz. Mesela diyorsunuz ki ‘eşin seni tokatlıyor olabilir ama bak işte sırtından bıçaklananlar da var. Yani aslında senin durumun o kadar da kötü değil’. Ya da ‘şiddete karşı çıkarsan bak bu duruma gelebilirsin’ gibi. Mağdurun o şekilde gösterilmesi hem kişilik haklarına aykırı hem onun çocuklarında travma yaratabilecek bir şey. Çünkü artık dijital çağda her şey arşivleniyor ve sonsuz bir arşiv var. Ayrıca benzer durumdaki kadınları olumsuz bir şekilde motive edebilecek bir durum.
Bu tarz haberlerde en çok faile değil, mağdura odaklanan bir yaklaşım görüyoruz. Bütün bunların dışında kullanılan dil ve içerik de çok önemli. Örneğin bazı haberlerde otopsi raporlarını okuyoruz ya da dinliyoruz. Bunların haberin kişiselleştirilmesi, daha da dramatize edilmesi dışında bir faydası olduğunu düşünmüyorum.”
Reyting kaygısından nitelikli haber yapamıyoruz!
Fulya Soybaş Işık konuyla ilgili şunları söyledi: “Öncelikle şuna karar verelim. Haber; haber için mi, yoksa reyting için mi? Bizim ana akım medyada haber sadece reyting için. Reyting kaygısı olan yerde de maalesef siz eril bir dil kullanıyorsunuz, haber metinlerine tamamen maktule yöneltiyorsunuz. Onun kişisel hikayesinden besleniyorsunuz. Ne kadar çok dramatize ederseniz o kadar çok izleyici çekiyorsunuz. TV için yapılıyorsa kamera açıları ile ne kadar çok bağrış çağrış gürültü, ağlama varsa o kadar çok ekrana izleyici çekiliyor. Bu nedenle haberin sadece haber olma vasfından dolayı haberleştirilmediği bir coğrafyada yaşadığımız ve reytingin çok önemli olmasından dolayı gerçek bir kadın kompozisyonunda, kadın bakış açısının içselleştirildiği ve geliştirildiği nitelikli bir haber yapamıyoruz.
Reyting kaygısı ve patronaj sistemi olduğu ve o patronun da sizden reyting beklediği sürece bu konuda iyileşmeler olur mu, bilemiyorum. Ama tabii ki tamamen bir olumsuz tablo çizmek anlamsız olur. Bilinçli gazeteciler ve çevresini bilinçlendirmeye çalışan insanlar olduğu sürece iyileşmeler olacaktır. Örneğin Türkiye’de bir İstanbul Sözleşmesi ve 6284 yasalı kanun var. Ve bunu biz çıkarttık. Türkiye ilk imzacı ülke oldu. Hükümeten söylemiyorum ama kanun koyucuları zorlayacak bir kapasitemiz olduğu sürece iyi yerlere doğru gideceğine olan inancım var. Yeterli mi peki, hayır.”
Hikayeleştirmek, olayı toplumsal boyuttan uzaklaştırıyor
Söz konusu haberlerin üretiminde farkındalık konusunun çok önemli olduğuna dikkat çeken Serttaş, şunları söyledi: “Bu yazdığımın, bu yaptığım haberin cinsiyetçi olduğunun farkında mıyım, ya da bu ürettiğim haberde nefret söylemi olduğunun farkında mıyım? Örneğin haber başlıklarında şunları görüyoruz: ‘Alkollü genç kız eve dönerken, fettan kadın 2 erkeği birden yaktı’. Dizilerde de erkek karakter ‘seni çok seviyorum’ deyip kadın karakteri kollarından bağlayıp odaya kapatıyor ve biz buna aşk diyoruz. Biz ‘şu söylem cinsiyetçidir’ dediğimizde, ‘bu söylemde bir problem var’ dediğimizde ve insanları uyardığımızda aslında insanların bunun farkında olmadığını da görüyoruz. Farkında olmadıkları için yapıyorlar ve bu nedenle bunları dile getirmek çok önemli.
Örneğin Özgecan Aslan’ı tanıdıkça, onun öyküsünü öğrendikçe, daha da üzüldük. Çünkü durum hikayeleştirildi ve kişiselleştirildi. Böylece biz duygusal bir uyarılma yaşadık ve olayın toplumsal boyutunu düşünmektense kişiye odaklı düşünmeye başladık. Bu yüzden de güzel bir kadın söz konusu olduğu zaman daha fazla dikkat çekiyor. Çünkü haber öyküleştirmeye ve dramatize etmeye daha müsait oluyor. Bu da TV’nin ticari bir işletme olmasından kaynaklanıyor.”
Haber çok ciddi tartışmalardan geçebiliyor
Haber üretim süreçlerinde kimin nasıl söz sahibi olduğu konusunun da konuşulduğu buluşmada Işık, şunları söyledi: “Haber toplantılarında haberi nasıl göreceğimiz, nasıl yapılandırılması gerektiği konuları mutlaka konuşuluyor. Bir muhabirin, ‘bu benim görüşüm ben bu haberi böyle yaparım veya yapmam’ demek gibi bir lüksü yok. Bu biraz tecrübe ve zamanla olan bir şey. 20 yaşında ‘ben bu haberi böyle yapmam’ diyemezdim ama şu an ‘yapmıyorum, yapmam’ diyebiliyorum. Yapmak istemememin sebeplerini anlatıp, farklı bir bakış açısı getirip önlerine koyduğunuz zaman kabul edilme şansı çok yüksek. Ama bunu başka biri yapabilir mi, bilmiyorum.
Emine Bulut cinayetinin haberi nasıl verilmeliydi?
11 yaşındaki kızının gözleri önünde boğazı kesilen Emine Bulut cinayetinde olduğu gibi görüntünün verilmesi ya da verilmemesi yönünde çok ciddi tartışmalar yaşandı. Genelde polis adliye muhabirliğinden gelip, bunları çok içselleştirip sıradan bir olay gibi gören bir haber müdürünüz varsa bunun verilmesi taraftarı olur. Çok daha dikkat çekici ve uyarıcı olacağını düşünürler. Çünkü onlar onu o kadar içselleştirdikleri için daha farklı bakıyorlar. Ama kadın meselesiyle, eğitimle, sağlıkla uğraşan muhabirler genellikle bu haberin böyle olmaması gerektiği, farklı geri dönüşleri olabileceği, ekran başında o saatte çocukların olduğu, insanların psikolojisinin olumsuz etkilenebileceği ya da cinayetin başka insanlara yol gösterebileceği gibi gerekçeler sunabiliyor. Bu konuda toplantılarda çok ciddi tartışmalar yaşanabiliyor. Bu tartışmalarda haberlerin nasıl yayınlanacağı belirleniyor.”
Sokak röportajlarında “güzel kadınlara soru sor” diyen yöneticilerle çalıştık!
Gazeteci Işık, haber üretiminde güzellik algısının ne derece korkunç bir yere varabileceği konusunu ise şöyle örneklendirdi:
“Sokak röportajı diye bir gerçek var Türkiye’de ve her muhabir bunu tadacaktır. Hiç tanımadığınız insanlara anlık olarak haber konusu hakkında ne düşündüklerini sorarsınız verdikleri cevaplar da habere renk katar. Benim bir yöneticim bana, ‘sokakta hiç mi güzel kadın yok kardeşim? Nerede eciş bücüş dandik adamlar var gidip onunla röportaj yapmışsın’ dedi. Algı bu maalesef. Medya çalışanlarındaki algı buyken sizi izleyen algının halini siz düşünün. Öte yandan aslında birçok davada haber olmasından dolayı bir sonuca ulaşıyor. Tamamen haberleri kestiğiniz zaman o zaman maalesef yargıyı da kaybediyorsunuz. Ama haberin nasıl yapılması ve geliştirilmesi konusunda çalışmak lazım. ‘Medya şu an çok kötü bir durumda, bir şey yapılmıyor’ deyip de geçmemek lazım.”
Öldürülen kadının güzelliği haber değerini artırıyor
Işık sözlerini şöyle sürdürdü: “İçeriden bir eleştiri olarak, bir de öldürülen kadının ne kadar güzel olduğu meselesi var. Öldürülen kadın güzel değilse haber oluyor mu? Özgecan Aslan bu kadar güzel ve alımlı olmasaydı haber olur muydu? Çok acı ama Türkiye’deki habercilik algısı bu. Ama tabii ki dediğim gibi hala bir şeyleri düzeltmeye, iyileştirmeye çalışan, işini layıkıyla yapmaya çalışan insanlar var.”
Tek bilgi kaynağımız TV veya gazete olmamalı!
Tüm bunların ardından Doç. Dr. Serttaş ise tek haber edinme ve bilgi kaynağımızın TV veya gazete olmaması gerektiğine dikkat çekti: “Günde on saate TV izleyen bir toplumdan cinsiyetçi olmamasını, tüketim taraftarı olmamasını, şiddeti dramatize etmemesini bekleyemezsiniz. İnsanların neyden beslendiği de çok önemli. Haberlerdeki o eşikleri aşabilmek ve onda bir sorun olduğunu ayırt edebilmek lazım.
uygusal uyarılma, dramatize etme ya da sansasyonalizm haberin doğasına tamamen aykırı. Ama bunlar bir yandan da insanların çok hoşuna gidiyor. Yani ikisi arasında denge kurabilmek çok zor. Biz de bu noktada basın mensuplarından özdenetim bekliyoruz. Yani sansürle bu işi yapmak sağlıklı ve medeni bir yöntem değil. Ve özdenetim uygulayabilen medya mensupları oldukça bir aşama kaydedilebilir. Aynı zamanda izleyicilerin de doğru okuma yapmaları ve kendilerini geliştirmeleri lazım. Bu ikisi birleştiği zaman çıtayı yükseltebiliriz.”
Medya okuryazarlığı biraz yorulmayı gerektirir
Bütün bu süreçlerde medya okuryazarlığının ne derece önemli olduğu konusunda ise Serttaş şunları söyledi: “Çok önemli fakat medya okuryazarlığı bireyin efor sarf etmesini gerektiren bir şey. Bu aslında insanın doğasıyla ilgili bir konu: Kendisine sunulanları sorgulamadan olduğu gibi kabul etmek… Bu bilişsel bir hareket. Bizi zihinsel olarak rahatsız edecek, kendimizi sorgulayacak, kendi gerçeklerimizden şüphe etmemize neden olacak şeylerden uzak duruyoruz. Birey, sadece kendi düşündüklerini söyleyen yayınları takip ediyor, böylece kendini bir at gözlüğünün içine hapsediyor ve bilişsel olarak da rahat oluyor. İnsanların çoğunun eğilimi bu. Rahatsız olmayı tercih edenler aslında biraz daha cesur olanlar ve hayatı sorgulayanlar.
Medya okuryazarlığı için kafa yormaya istekli olmak gerekiyor. Bir yandan herkes çok bezgin. İsteksizler. İnsanlar sadece gündelik yaşam koşturmacasına ve bireysel dertlere bürünmüş. Medya okuryazarlığı yani nitelikli yaşamak biraz da yorulmayı gerektiriyor. Bu konuda çok umutlu ve pozitif değilim.”
Ekranda deneyimli isimlere yer verilmeli
“Bu haberlerde spikerin inisiyatifi nerede ya da var mı?” sorusuna şöyle cevap verdi Işık: Spikerlik yaptığım dönemde mutlaka müdahale ediyordum spiker metinlerine ya da kendim yazıyordum. ‘Bunda bir yazımhatası veya düşünce yanlışı var. Bunu böyle okumak istemiyorum’ diyebiliyordum. Fikir alışverişinde bulunuyordum. Ama sadece ana akımda değil bütün televizyonlara baktığımızda gene ekranda deneyimli spiker ya da muhabir görmek çok zor. Bakın CNN ya da BBC’ye, spikerleri, muhabirleri hepsi çok deneyimli. Biz de ise tam tersi. Ne kadar genç o kadar iyi.
Belli bir yaşın üzerindeki kadın spikerler ekranda istenmiyor!
Spikerlikte eğer kadınsanız bir yaşın üstünü geçtiğiniz zaman gönderiliyorsunuz. Söz konusu deneyimsiz spikerlerin ya da ekrana sadece yakıştığı için o konuma getirilen spikerlerin sadece prompterdaki metni okumak gibi bir kapasitesi var. Onları yargılamak için söylemiyorum. Keşke arkadaşlar gazeteciliği ya da spikerliği gerçek bir meslek olarak görse ve üzerine çalışsa, düşünse de o metni nasıl yorumlayacağını bilse, ama böyle bir kaygı da yok. Önüne ne konuyorsa onu okuyor.
Spikerlerin, muhabirlerin ya da ekranda olma hayali kuran herkesin ne kadar donanımlı olduklarıyla yüzleşmeleri gerekiyor. Maalesef bizdeki genç ve güzel algısı yıkılmadığı sürece ekran önünde de çok büyük bir başarı yakalanacağını düşünmüyorum.”
Medya sektöründe kadın yöneticiler yok denecek kadar az!
Fulya Soybaş Işık, gazetecilerin üstlerine karşı ısrarcı olması gerektiğini savundu ve ekledi: “Ben bu haber böyle yazmak istemiyorum’ ya da ‘ben bu fotoğrafı böyle vermek istemiyorum, çünkü bu nedenden dolayı’… Genelde bir sonuca bağlamak gerekiyor. Çünkü bağlanmadığı zaman her zaman üst mekanizma kazanıyor. Bu nedenle belirli bir nedeniniz olmalı, bunu açıklamanız lazım. Yapılan haberin hukuki boyutlarının olabileceği gerekçeler sunulmalı. Kadın meslektaşlarımızın konuya daha hassas olduğunu biliyorum. Ama maalesef kadınların medyada önemli veya yönetici konumunda değil.”
Medyadaki kadın istihdamı cam tavan sendromu nedeniyle artmıyor
Serttaş ise konu hakkındaki düşüncelerini şöyle dile getirdi: “Medyadaki kadın istihdamının niteliği de sistemin bu şekilde işlemesine neden olmuş. Biz buna cam tavan sendromu diyoruz. Mesela orta düzeyde çalışan birçok kadın var ama üst düzeyde neredeyse yok denecek kadar az. Aynı niteliğe sahip kadın ve erkeklere bakıldığında erkeklerin hep o yönetici pozisyonlarına atandığını görüyoruz. Bütün bunlar bu eril bakış açısının devam ettirilmesine sebep oluyor.”
İzleyici ya da okur tepkisini göstermeli!
Kadın cinayeti ile şiddet haberlerinin nasıl haberleştirilmesi konusunda Serttaş şunları söyledi: “Haberlerde seçilen görüntüler ve haberin çerçevesi çok önemli. Olayın hangi boyutunun nasıl ele alındığı, neyin vurgulandığı çok önemli.
Dramatize alışkanlığımızdan vazgeçmeli, gerçekleri konuşmalıyız!
Haberlerde acilen dramatize etme alışkanlığının ortadan kaldırılması lazım. Kullanılan sıfatlara dikkat edilmeli ve olabildiğince düz bir dil kullanılmalı. Ama biliyorum ki tüm bunların önünde reklam ve sponsor baskıları var. Öncelikli amaç para kazanmak. Ama bütün bunlar biraz izleyiciyle de ilgili. İzleyici ya da okur, dramatize edilen haberlere büyük tepkiler göstermeli. Bizim izleyici veya okur olarak vereceğimiz tepkilerle bir şeyler düzeltilebilir. Öte yandan biraz akademiden itekleyerek, biraz işin içindeki bilinçli insanların daha fazla sorumluluk almasıyla biraz da izleyici/okur tepkisiyle iyi bir yerlere varılabilir. Tüm bunları yaparken güzellik yarışmalarına da otomobil fuarlarındaki mini etekli kadına da reklamlardaki tek derdi grileşmiş çamaşırları olan kadınlara da karşı çıkmalıyız. Tepki vermemiz ve neye tepki verdiğimizi de işaret etmemiz gerekiyor. Bu tepkiler çoğaldıkça en azından kurum ve kuruluşlar ticari korkularla da olsa geri adımlar atabilir. Sessiz olmamak da bir adımdır.
Gazetecilerin çok ciddi eğitimlerden geçmesi gerekiyor
Fulya Soybaş Işık ise acilen yapılması gerekenler hakkındaki düşüncelerini şöyle dile getirdi: “Acilen bu mesleği devam ettirenlerin çok ciddi eğitimlerden geçmesi lazım. Dernekler, STK’lar, yetkili kurum ve kişiler, cemiyetler gerçekten gazetecilik mesleğine gönül vermiş insanlara cinsiyetçi dil nedir, toplumsal cinsiyet eşitliği nedir, eril dil nasıl kırılır, gibi konularda eğitimler vermeli. Ancak böyle böyle bir yerlere varabiliriz. Bunlardan bazıları yapılmıyor mu, elbet yapılıyor. Dinleyenler olduğu gibi dinlemeyenler de oluyor. Ama bu bir süreç ve kavgayla devam edecek. Daha yolun başındayız. Vazgeçmemek ve umutsuz olmamak lazım. Öte yandan üniversitedeki ilgili alanlarda eğitim gören öğrencilerin daha donanımlı bir şekilde mezun edilmeleri gerekli. Öğrencilerin okullarda yeteri kadar eğitim gördüklerine inanmıyorum. Ki zaten birincil problem de oradan kaynaklanıyor. Ayrıca kadınların medya sektöründe üst düzey yönetici konumlarında olması da bir başka önemli konu.”
Adil Gür’ün açıklamaları tamamen cinsiyetçi
Kadına yönelik nefret ve cinsiyetçi söylemler konusunda güncel bir örnek olan Adil Gür olayı hakkında ise Serttaş şunları söyledi: “Adil Gür olayı tamamen cinsiyetçilik. Kendisinin hala haksız olduğunu düşündüğünü düşünmüyorum. Ama bu durum sadece haberlerde ya da tartışma ortamlarında değil. Reklamlarda, dizilerde ve sinema filmlerinde de aynı manzara var. Bunlar birleştikçe bizim o atmosferin dışına çıkmamız çok zorlaşıyor. Mesela şu çok izlenen dizilerde çok fazla şiddet sahneleri var. Ve insanlar bunun adına ‘tutkulu aşk’ diyebiliyor. Cinsiyetçi söylemler çok farklı yerlerde üretilmeye devam ediyor. Adil Gür’ün söylediği şeyi bir komedi filminde de görüyoruz ama orada herkes gülüyor.”
Gür, söyledikleri konusunda cesaretlendirilmiş
Işık ise bu konuyla ilgili şunları söyledi: “Kendisinin ağzından o sözler çıkarken belki farkında değil, bilmiyorum ama ortada bir gerçek var ki, o da söylediği laflar konusunda cesaretlendirildiği. Bugün siyasetten de cesaret alınabiliyor. Bu aslında çocukluktan başlıyor.
Ataerkil toplumlarda eğitim ve kadına bakış bu olduğu sürece; bir birey ne kadar bir yerlere gelirse gelsin mevki sahibi olursa olsun tam olarak eğitimini tamamlayabilmiş olmuyor. Üstelik sadece erkekler değil kadınların çoğunda da bu cinsiyetçi durum var. Eğitim ve aile içinde nasıl yetiştirildiğiniz de önemli. Kafalardaki kadın algısı değişmeli. Bu algı değişmediği ve toplumsal cinsiyet eşitliği sağlanmadığı sürece bizler sorunu medya ayağı olarak hukuk ayağı olarak tartışmaya devam ederiz.”
Üniversiteler de toplumun mikro hali
Serttaş, nefret söylem, hak ihlali, toplumsal cinsiyet eşitliği gibi konuların üniversitelerdeki öğrencilerdeki karşılığının ne olduğu konusundaki düşüncelerini şöyle dile getirdi: “17-21 yaş arasındaki bazı gençler ilk defa ‘cinsiyetçilik nedir’ sorusunu duyuyor. Ya da hatalı haberleri ilk kez fark ediyor. Ve bu süreçlerin sonunda söylemlerini düzelttiklerini ve bakış açılarını değiştirdiklerini görüyorum. Bu hoşuma gidiyor ama tabi hiç ulaşamadığım öğrenciler de oluyor. Bu konuları gereksiz görenler de oluyor.
Üniversitedeki profil aslında dışarıdaki profilin bir mikro hali gibi. Bu işin öğrenci boyutu bir de akademisyen boyutu var. Türkiye’deki akademisyenlerin çoğu son derece nitelikli çalışmalar yapan hayatını bilime vakfetmiş insanlar değil. Üniversitelerde de cinsiyetçi hocalar ve yöneticiler var. Örneğin rektörlerin çoğu erkek. Dışardaki sistem burada da devam ediyor. Türkiye ile görünüm aynı. Ama yine de anlatmaya ve tartışmaya devam etmek gerek diye düşünüyorum.”
Anne ben gazeteci miyim? Platformu Hakkında
Anne ben gazeteci miyim? platformu Medya, Kültür ve Toplum Gazeteciliği başlığıyla ve ‘soru sormak’ temel kavramıyla güncel medya eleştiri ve analizlerinin yazıldığı, uzun vadede medya raporlarının tutulduğu, medya, kültür ve toplum eksenli söyleşi, güncel haber ve araştırma haberlerinin üretildiği, özgün ve bağımsız bir platform olarak 2018 yılının haziran ayında www.annebengazetecimiyim.com web adresiyle yayın hayatına başladı.