Tapınakları, karabiberi, likörü ve her daim gülümseyen insanıyla herkesi mutlu eden Siem Reap’e indiğimde bacağım biraz şiş biraz daha morarmış ve yürümem iyice yavaşlamıştı. Akıp giden zaman kayıpları toza çevirir mi? Bu söz Angkor Wat için nasıl geçerliliğini yitirdiyse, benim hayallerimi ve yeni yerler keşfetme isteğimi değil yitirmek tam tersine depreştirdi. Bu devasa tapınağa dair kafamda bin bir soru dolanırken, bu bacakla böylesine zorlu tapınağı nasıl gezeceğimle ilgili gruptaki herkesten farklı bir fikir gelmesine rağmen tur rehberimizle birlikte çoktan organize olmuştuk bile. Bir engelli gezgin için oldukça zor bir gezi olacak… İlk etapta büyük otobüsle tapınağa en yakın yere kadar gelip, sonrasında tüm gün yürüyebileceğim yolu kısaltmak için bir tuktuk kiralandı.
Görüntüsü büyüleyici
Kiralanan tuktukla tapınağın önüne gelmemle ezberimin bozulması aynı anda oldu. İnsan yaratıcılığını ve sınırlarını zorlamasıyla tanrı kavramını yaşamsal döngüde anlamlı kılan bu tapınak öbür taraftan insanoğlunun hüzünlü zaaflığını göstermiyor mu? Şayet o hüzünlü zaaflık olmazsa insan neden görmediği, gidip tecrübe etmediği öbür dünyaya hazırlık için bu kadar heybetli bir Angkor Wat inşa etsin ki? Daha önce birçok ülke gezmiş, birçok tarihi yapı ya da tapınak görmüş biri olarak bu tapınaklar şimdiye kadar gördüğüm hiçbir dini ve tarihsel yapıya benzemiyor.
Mekong Deltası’nın taşkınlıklarından yükselen dünyanın en muhteşem tapınaklarından biri olan Angkor Wat tam karşımda duruyor. İsmini, ilk defa yürümemin ve seyahat etmemin çok zor olduğu yıllarda duydum. Ve o günden beri aklımdan geçen düşünce, bu kadar heybetli bir tapınak binlerce yıllık aşınmaya karşın, korku verici özelliğini ve güzelliğini korumayı nasıl başarmış? Yoksa hayal içinde kurgulanmış bir gerçeklikte mi vücut bulmuş? Eğer gerçekse, içimdeki çocuğun saf cesurluğuna korku salsa bile tüm cesaretimle karşısında duruyorum.
Belki diyorum, belki de vakti zamanında Khmer İmparatorluğu’nun başına kanlı bir savaşla geçen Suryavarman, akıl almaz bir emekle böylesine bir tapınağın inşasını, kudretini sembolize etmek için değil de benim Angkor Wat’ı gördüğüm zaman şaşkınlıktan lal olmuş halimi görmek için yaptırdı. Ezberim bozuldu… Hayal gücümün yetersiz kaldığı andayım. Böyle bir duygu karşısında bende hayatın akışı yavaşlar. Hayaller ve gerçekler arasında mesafeler daralır. Bir duyguyu diğeriyle yakınlaştırmak istiyorum ama bu heybetli yapı karşısında pek mümkün olmuyor. Kafamı kaldırıp tüm heybetiyle Angkor Wat’ı karşımda görünce kafamda bitip tükenmez sorular ardı sıra geliyor. Bunca emek bunca heybet nereden, ne zaman, kime, neden, nasıl… En çok da nasıl? İnsanoğlu bu kadar heybetli bir taş yapıyı nasıl yapabilir? Beş kuleden oluşan 65 metre yüksekliğinde tüm inançların en yüksek yapısı. Hadi yaptın diyelim o heykellerin o kabartmaların o ince işçiliğin esrarı nereden?
Sorularım bitip tükenmek bilmiyor. Cevaplar ya yok ya çok uzak. Bu gizem karşısında yapabildiğim tek şey, zamanı durdurup uzun uzun tapınağı incelemek… Mutlaka bu güzelliği görmelisiniz…