Doğum oranlarındaki düşüş eğiliminin devam etmesi halinde uzmanlara göre yüzyılın sonunda hemen bütün ülkelerin nüfusu azalabilir ve bu toplumlar üzerinde “inanılmaz” etkiler yaratabilir.
Göç, coğrafi özellikler, demografik özellikler ve sosyo ekonomik faktörler de katılarak farklı senaryoların ortaya çıkarıldığı araştırmaya göre aralarında İspanya ve Japonya’nın da bulunduğu 23 ülkenin nüfusu 2100 yılında bugünkünün yarısına inmiş olabilir.
Türkiye, nüfusu 2017’ye göre azalmayacak, ama doğum oranı giderek düşecek ve 110 milyon civarında en yüksek düzeyine ulaştıktan sonra yüzyılın sonunda bunun gerisine düşeceği öngörülen ülkelerden biri.
Bunun bir başka sonucu da ülke nüfuslarındaki ‘yaşlanma’ olacak. Bazı ülkelerde o yıl doğan çocukların sayısı kadar insan da 80 yaşına basacak.
Neler oluyor?
Doğurganlık oranı, yani bir kadının doğurduğu ortalama çocuk sayısı bütün dünyada düşüyor.
Bu oran 2,1’in altına düşmeye başladığında nüfus da azalmaya başlıyor.
1950 yılında kadınların doğum oranı ortalama 4,7’ye kadar çıkmıştı.
Washington Üniversitesi’nin sağlık istatistiklerini değerlendiren bölümünden uzmanlar (Institute for Health Metrics and Evaluation) 2017’ye gelindiğinde doğum oranlarının dünya çapında ortalama 2,4’e kadar gerilediğini belirlediler.
Bilim dergisi Lancet’te yayınlanan araştırmaya göre, bu düşüş hızı devam ettiği takdirde 2100 yılında 1,7’ye kadar düşmüş olacak.
Bunun sonucu olarak da 2064 yılında 9 milyar 700 milyon ile zirvesine ulaşması beklenen dünya nüfusu yüzyılın sonunda 8 milyar 800 milyona inecek.
Araştırmayı yapanlardan profesör Christopher Murray BBC’ye “Bu çok büyük bir olay. Dünyanın büyük bir kısmında nüfusun doğal olarak azaldığı bir döneme geçiliyor” diyor.
Profesör Murray “Bunu bütün boyutlarıyla kavramak ve ne kadar büyük bir olay olduğunu görmek hakikaten kolay değil. Toplumların bu değişime uygun bir şekilde yeniden örgütlenmesi gerekecek.
Doğum oranları neden düşüyor?
Doğum oranlarındaki düşüş doğurganlık tartışılırken gündeme gelen sperm sayımındaki düşüş gibi konularla ilgili değil.
Bu değişim, daha çok kadının eğitime ve çalışmaya yönelmesi ve doğum kontrol yöntemlerine daha rahat erişebilmesi ile ilgili ve kadınlar bu değişikliklerin sonucu olarak daha az sayıda çocuk sahibi olmayı seçiyorlar.
Nüfus artış oranının düşüşü bu bakımdan büyük bir başarı hikayesi aslında.
En çok hangi ülkeler etkilenecek?
Hesaplamalara göre eğilimler değişmediği takdirde en çok etkilenecek ülkelerden Japonya’nın, 2017 yılında eriştiği en yüksek nüfus düzeyi olan 128 milyon yüzyılın sonunda 53 milyonun altına düşebilir.
İtalya’nın nüfusunun da benzer bir şekilde benzer bir zaman dilimi içerisinde 61 milyondan 28 milyona düştüğüne tanık olabiliriz.
Dünya çapındaki bu değişikliğin en çok etkileyeceği 23 ülkede nüfusun yüzyılın sonunda yarıdan fazla azalması bekleniyor. Bu ülkeler arasında İspanya, Portekiz, Tayland ve Güney Kore de var.
Profesör Christopher Murray bunun “akla hayale sığması güç” bir değişim olduğunu söylüyor.
Şu anda dünyanın en kalabalık nüfusuna sahip ülkesi olan Çin dört yıl sonra 1 milyar 400 milyon ile zirve yapacak ama onun da nüfusunun yüzyılın sonunda neredeyse yarıya inerek 732 milyon olması bekleniyor. O zaman dünyanın en kalabalık ülkesi Hindistan olacak.
Türkiye, yüzyılın sonunda, nüfusu 2017’ye kıyasla azalmayacak ülkelerden biri. Ama nüfusunun, otuz-kırk yıl kadar giderek düşen bir oranla da olsa artması ve 110 milyon civarına tırmandıktan sonra gerilemeye geçerek, yüzyılın sonunda 101 milyon civarında olması öngörülüyor.
İngiltere ise 2063 yılında 75 milyon ile nüfusunun zirvesine ulaşacak ve 2100’de yeniden 71 milyona düşecek.
Ama uzmanlar ülkelerin ötesinde küresel bir sorunla yüzyüze olunduğunu, 195 ülkeden 183’ünde doğum oranlarının mevcut nüfusun azalmasına yol açacak düzeye indiğini söylüyorlar.
Nüfusun azalması neden kötü olsun?
Dünya nüfusunun azalmasının çevre için harika bir haber olduğunu, daha az nüfusun karbon salımlarını azaltacağını, orman alanlarının daha az tahrip olacağını düşünebilirsiniz.
Profesör Murray’e göre bunların hepsi doğru ama bir sorun var: Nüfus yapısı değişiyor ve insan nüfusunun yaş ortalaması yükseliyor. Nüfusta yaşlıların oranının artması ise bir dizi olumsuz etki yaratıyor.
Çalışma nüfus yapısına ilişkin şu çarpıcı tahminleri ortaya koyuyor:
- Beş yaşın altındaki dünya nüfusu 2017’de 681 milyon iken, 2100 yılında 401 milyona düşecek.
- 80 yaşın üzerindeki dünya nüfusu 2017’de 141 milyon iken, 2100 yılında 866 milyona çıkacak.
Profesör Murray “Bu durum devasa bir sosyal değişime yol açacak. Bundan kaygı duyuyorum çünkü 8 yaşında bir kızım var ve onun yaşayacağı dünyanın nasıl bir yer olacağını merak ediyorum” diyor.
Bu kadar büyük bir yaşlı nüfusun olduğu bir dünyada, kim vergi ödeyecek? Yaşlıların bakım ve sağlık hizmetleri nasıl finanse edilecek? Yaşlılara kim bakacak? İnsanlar o yıllarda, bugünkü gibi bir gün emekli olabilecekler mi?
Bunlar yanıtı çok zor sorular. Profesör Murray “Yumuşak bir geçiş yapmamız gerekiyor” diyor.
Bu sorunun çözümü var mı?
İngiltere gibi doğum oranı düşük ülkeler bunu göç ile telafi ettiler. Ancak dünyanın bütün ülkelerinin nüfusu azalmaya başladığında göç bir çözüm yolu olmaktan çıkacak.
Profesör Murray “Sınırları açıp açmamanın hükümetlerin tercihi olduğu bir noktadan, ülkelerin yetersiz sayıdaki göçmenleri kapmak için birbiriyle rekabet ettiği bir yere doğru gidiyoruz” diyor.
Nüfus küçülmesiyle şimdiden yüzyüze olan bazı ülkeler annelik ve babalık izinlerini artırma, bedava çocuk bakı hizmeti sağlama, çocuk sahibi olmayı mali olarak teşvik etme gibi yollara başvuruyor. Ama bunlar eğilimleri tersine çevirebilecek çapta bir değişim yaratmıyor.
İsveç bu yolların çoğunu deneyerek doğum oranını 1,7’den 1,9’a çıkarabildi ama diğer ülkeler bu kadar bile başarılı değil. Singapur’da doğum oranı şu anda 1,3 yani nüfus fiilen her gün eksiliyor.
Profesör Murray “İnsanların bu durumu inanılmaz bularak gülüp geçtiğini görüyorum. Kadınlar biraz daha fazla doğum yapmaya karar verir ve sorun olmaz diye düşünüyorlar. Fakat gerçek bir çözüm bulunamazsa bir kaç yüzyıl sonra insanlığın yokoluşuna kadar gidebilecek bir eğilim bu” diyor.
Uzmanlar bir yandan da nüfustaki azalma eğilimine karşı alınacak önlemlerin, kadınların eğitim, iş hayatı ve doğum kontrolü alanlarında büyük mücadelelerle kazanılmış haklarında gerilemeye yol açmaması gerektiği uyarısında bulunuyor.
Afrika’da neler olacak?
Dünyanın genelinde geçerli olan eğilimler Sahra altı Afrika’da farklı bir seyir gösteriyor.
Sahra altı Afrika nüfusunun yüzyılın sonunda üçe katlanarak 3 milyarı aşması bekleniyor.
Araştırmaya göre Nijerya 2100 yılında 791 milyona ulaşan nüfusuyla, o sırada Çin’i geçmiş olan Hindistan’dan sonra dünyanın en büyük nüfuslu ikinci ülkesi olacak.
Profesör Murray “Bu durum dünyanın bir çok ülkesinde Afrika kökenli nüfusun artması sonucunu yaratacak. Irkçılık konusundaki sorunlarla küresel düzeyde yüzleşilebilmesi daha da hayati bir önem kazanacak ” diyor.
Nüfusun aynı kalması için neden doğum oranının 2,1 olması gerek?
Bir çocuğu iki kişi yarattığına göre insanlığın aynı sayıda kalabilmesi için doğum oranının 2 olmasının yeterli olduğu düşünülebilir.
Fakat sağlık sisteminin en güçlü olduğu ülkelerde bile bazı çocuklar yetişkinliğe kadar yaşayamıyor. Ayrıca yeni doğan bebekler arasında erkek oranı çok az bir fazlalık gösteriyor. Bu nedenlerle gelişmekte olan ülkelerde nüfusun aynı kalabilmesini sağlayacak nüfus oranının 2,1 olduğu düşünülüyor.
Çocuk ölüm oranlarının yüksek olduğu ülkelerde bu oranın daha yüksek olması gerekebilir.