Bir zamanlar küçük bir balıkçı köyü olan semtin tarihi Hıristiyanlık öncesi döneme kadar uzanıyor. Bilinen ilk adı, ‘Skallai’ yani ‘İskeleler’ kelimesinden türemiş olan ‘Hallai’. Bugünkü ismi kimilerine göre “Bebek kadar güzel” benzetmesinden, kimilerine göreyse fetihten sonra bu bölgeyi kontrol eden Bölükbaşı Mustafa Çelebi’nin yakışıklılığından dolayı verilen ‘Bebek Çelebi’ lakabından geliyor. Semt, 18’inci yüzyılda Sultan III. Ahmet’in burada Hümayunu Abad Sarayı’nı inşa ettirmesiyle önem kazanmaya başlamış. Genelde yazlık bir semt olarak kullanılan Bebek, 19’uncu yüzyıl ortalarında vapur ve tramvay seferlerinin başlamasıyla sürekli ikamet edilen bir yer olmuş.
Semtin en etkileyici yapısı olan Mısır Konsolosluğu’nun yerinde bir zamanlar Sultan I. Abdülhamit’in şeyhülislamlarından Dürrizade Esseyyid Mehmed Ataullah Efendi’nin yalısıymış. Ataullah Efendi’nin ölümünden sonra yalı Sadrazam Mehmed Emin Rauf Paşa’ya, ardından da Sadrazam Âli Paşa’ya geçmiş.
Paşanın 1871’de yalısında ölümünden sonra Sultan II. Abdülhamit burayı satın alıp son Mısır Hıdivi Abbas Hilmi Paşa’nın annesi ve eski Hıdiv Tevfik Paşa’nın eşi Hıdiva Emine’ye hediye etmiş. Art nouveau üslubundaki bina 1902’de yapılmış. Adı Hıdiva Sarayı olarak da geçiyor. Hıdiv, 1914’te İngilizler tarafından görevden alınana kadar burayı yazlık olarak kullanmış. Emine Hanım binayı büyükelçilik olarak kullanılması koşuluyla Mısır Devleti’ne vermiş. Yapı, 2010’da baştan aşağı, çok başarılı bir şekilde restore edildi.
Dev çınarların altında…
Mısır Konsolosluğu’nun hemen yanında dev çınar ağaçlarının gölgesindeki Bebek Türkan Sabancı Parkı hem semt sakinlerinin hem de İstanbulluların buluşma noktası. Sanırım aynı zamanda şehrin en sosyetik parkı. Parkın kalabalığından kaçmak isterseniz sahil yolundan keyifli bir yürüyüşle hem Arnavutköy’e hem de Rumeli Hisarı’na gidebilirsiniz.
Parkın yanında sahildeki küçük caminin adı Bebek Camisi olarak bilinir. Ama eskiden Hümayunu Abad Sarayı’nın olduğu yerin yanına yapıldığı için asıl adı Hümayunu Abad Camisi. I. Ulusal Mimari Akımı’nın önde gelen temsilcilerinden Kemaleddin Bey’in klasik üslupla inşa ettiği yapının modern tarza göz kırpan tek öğesi sivri kavisli pencereleri. Bebek birçok popüler yeme-içme mekânına ev sahipliği yapıyor ama caminin yanındaki Bebek Kahve’nin yeri başka. Tüm parıltılı mekânlar arasında sıradan görünmesine aldanmayın, burası semtin en gözde mekânı! Geçmişi günümüze taşıyan bu yerde görünmekse büyük prestij.
Sahilden yamaçlara doğru yükselen semtin sokakları da en az sahili kadar güzel. Mektep Sokağı’ndaki Lazarist Sacre Coeur (Kutsal Yürek) Kilisesi, 1908’de bir okul ve yetimhaneyle beraber bir kompleks olarak yapılmış. Okul çoktan kapanmış. 1856’da inşa edilen Eski Fransız Yetimhanesi, Karaköy’deki Saint Benoit Lisesi tarafından yazlık okul olarak kullanılmış.
Bebek’ten Etiler’e çıkarken Tevfik Fikret İlköğretim Okulu’nun karşısında, sol kolda 1830’da yapılan Ayios Haralambos Rum Ortodoks Kilisesi’ni görmek mümkün. İnşirah Sokak’taki kilise dar bir avluyla çevrelenmiş ve dikdörtgen bir planı var, çan kulesi 1962’de eklenmiş. Cemaati çoktan yitip gitmiş.
Kilisenin sokağından devam edin. Karşınıza İstanbul’da günümüze ulaşan en eski ve en geniş ahşap konak çıkacak: Ermeni Kavafyan Konağı. 1751’de inşa edilen yapı 267 yıldır ayakta. Odaların ortadaki sofaya açıldığı klasik konak tarzında yapılan binadaki manzara betimlemeli bazı tavan ve duvar süslemeleri hâlâ duruyormuş ama görmek mümkün değil çünkü 1998’e kadar Kavafyan ailesinin üyelerinin oturduğu evin kapısına çoktan kilit vurulmuş. Vakıflar Genel Müdürlüğü tarafından projeleri hazırlanan konağın restorasyon çalışmaları devam ediyor.
Lale Devri’ne ait böylesine önemli bir kültür varlığına müze işlevi kazandırılması en büyük dileğim. Bebek’ten Rumeli Hisarı’na doğru yürürseniz önce Ayşe Sultan, sonra da Arifi Paşa korularını geçeceksiniz, ardından da karşınıza 17’nci yüzyıldan kalma, İstanbul’daki nadir ahşap mescitlerden Kayalar Mescidi çıkacak. Mescidin yanında, 18’inci yüzyılda inşa edilen Yılanlı Yalı’yı göreceksiniz. İsmi kendi kadar güzel değil ama mecburiyetten verilmiş. II. Mahmut, Hariciye Nazırı (Dışişleri Bakanı) Mustafa Efendi’nin yalısını pek beğenmiş ve konuyu ortak dostları Said Efendi’ye açmış. Said Efendi arkadaşını ve yalısını korumak için yalının yılanlı olduğunu uydurmuş. Padişahın yalıyı almasını önlemiş ama yalının adı da ‘Yılanlı Yalı’ olarak kalmış. 1964’te çıkan şaibeli bir yangınla tamamen yanmış. 1989’da mirasçısından satın alınan yalının bir kısmı aslına uygun olarak restore edildi.