Türkiye Gazetesi yazarı Meryem Aybike Sinan, bugünkü köşe yazısında Türkiye’de değişen sosyolojik yapıya yer verdi. Sinan ‘ipin diğer ucu kimin elinde’ başlığını verdiği yazısında, insanların sanal gerçeklik içerisinde kaybolduklarına da dikkati çekti.
Türkiye Gazetesi yazarı Meryem Aybike Sinan, bugün yayımlanan köşe yazısında Türkiye’de değişmeye devam eden sosyolojik yapıya ve artmaya başlamış olan aile içi kırılma ve çöküşlere dikkati çekti. Sinan köşesinde şu ifadelere yer verdi:
‘Bir halk türküsünde geçiyordu yanlış hatırlamıyorsam. “İpin ucu sendedir bir ucu da bendedir” diyordu. İp atlama oyunu da öyleydi sanırım. İki arkadaş ipin iki tarafından tutar üçüncü kişi de o ipten atlardı. İp ayağına dolanınca da oyundan çıkar ipin bir ucundan bu kez o tutardı! Şimdi nereden çıktı bu oyun diyenler olabilir! Sözü toplum sosyolojimize getirmek istiyorum. Özellikle son beş yıl içinde toplumsal hayatımızda âdeta bir deprem yaşanıyor. Bu gerçekliği belki de önümüzdeki yıllarda daha çok konuşacağız.
Sosyolojimiz değişiyor, ama nasıl bir değişme! İpin bir ucu toplumun elinde diğer ucu kimin elinde belli değil yazık ki! O ip çevrildikçe kadınlar düşüyor, anneler düşüyor, çocuklar düşüyor, babalar düşüyor, gençler düşüyor, aileler düşüyor…
Anormal olan her şeyi normalleştiren büyük bir kesim var artık.
Aile içine kurt düşmüş, içi oyulmuş ağaçlar misali büyük gürültüler çıkararak devriliyor. Hangi yana baksak bir trajedi, bir hüzün, bir ayrılık haberi var. Gözyaşları var, dağılan yuvalar var…
Aile bakanlarımız değişiyor, ama bu hakikat değişmiyor. Geçen gün bir kardeşimiz anlatıyor. Boşanan kadına verilen kira, nafaka ve diğer yardımlar yüzünden hiçbir sorunumuz yokken sırf daha özgür olmak için benim karım evi terk etti ve boşandı benden. Bu yardım onu cesaretlendirdi diyor! Bu ilginç bir denklem. Bir yandan sosyal devlet olmanın gereği, diğer yandan devletin yardımlarını kötüye kullanan insan gerçeği! Bir yandan gerçek mağdurlar diğer yandan ahlaki yozlaşmadan dolayı aileyi yok sayanlar, aile olmak istemeyenler…
Anne ve aile kavramının içini dolduranlar ve boşaltanlar aynı haklardan yararlanıyor! Aynı sığınma evlerine gidiyor, aynı yardımları alıyor, devleti aynı ölçüde meşgul ediyor. Devletin terazisi herkesi eşit tartmak zorunda evet ama keyfe keder yuvasını dağıtıp zevk ü sefasına dalmak isteyenleri gönül istiyor ki tartmasın! Ne yazık ki böyle bir mekanizma yok!
Lise yıllarımızda sosyoloji dersinde sosyal tabakaları göstermek için bir piramit vardı ve toplum bu piramit üzerinden açıklanırdı. Üst tabaka, orta tabaka ve alt tabaka olmak üzere toplum üç gruba ayrılırdı. Şu an da esasında değişen bir şey yok.
Toplumbilimciler yaşanagelen sosyolojik değişmelerin ve kırılmaların, toplumsal karmaşanın daha çok alt tabakada meydana geldiğini ve bunun hayli yıkıcı olduğunu ifade ediyorlar.
Televizyonlardaki kadın programlarında olsun, mahkeme dosyalarında olsun ne yazık ki bu acı gerçeği görebilmek mümkün. İyi eğitim görmemiş, eline aldığı bir cep telefonundan dünyayı turlayan insanlar, bu sanal gerçeklik içinde ne yazık ki kayboldular! Sanal gerçeklik, zaten sıkıntılı ve sıkıcı olan hayatlarını daha da yüzlerine vurmaya başladı bu insanların.
Boşanma davalarına bakan arkadaşım, dosyaların içeriğini görseniz ağlarsınız, ne dramlar var. Üç çocuğunu, beş çocuğunu bırakıp güya sevdiği adama, kadına kaçan anne, baba ve çocuk trajedilerine yüreğiniz dayanmaz diyor.
Sosyal medya denen sanal ucube, geldi ve kurbanlarını seçti. Hep birlikte seyrediyoruz. Hiç kimse konuşmuyor, hiç kimse çözüm aramıyor, hiç kimse umursamıyor yazık ki…
Merhum mütefekkirimiz Prof. Dr. Erol Güngör “Sosyal olayları polis metotlarıyla anlamaya çalışanlar için suçlu bulmak zor değildir” diyor.
Biz bu meseleye sosyolojik, psikolojik, ekonomik, eğitim, din, örf, âdet ve ahlak üzerinden bakmak ve yorumlamak zorundayız. “Bize ne oldu?” sorusunun cevabını mutlaka ama mutlaka bulmak mecburiyetimiz vardır.
Bir ucu toplumun elinde olan ipin diğer ucu kimin elinde?
Bunu bilmek ve bulmak zorundayız…’