Covid-19 virüsüyle mücadele edebilmek için yaklaşık bir yıldır maksimum hijyen önlemleri alıyoruz. Bir kısmımız evinden çalışıyor ve yakın aile üyeleri dışında kimseyi görmüyor, dışarı çıkanlar maskesini eksik etmiyor hatta bazen çift kat maske takıyor. Ellerimizi sık sık yıkayıp dezenfekte ediyor, yüzümüze gözümüze değdirmemeye çalışıyoruz. Marketten gelen paketleri yerlerine kaldırmadan önce halen yıkayanlar bile var aramızda…
Aldığımız bu hijyen önlemleri bizi Covid-19’dan koruyor. Ancak bilim insanlarına göre bu kadar hijyenik hayatlar yaşamanın orta ve uzun vadede bazı riskleri var.
Bu konuyu ilk kez 1989 yılında bulaşıcı hastalıklar uzmanı David Strachan ortaya attı. Strachan’ın kısaca “hijyen hipotezi” olarak bilinen önermesi şu: Çok temiz, çok hijyenik olmak bağışıklık sistemine zarar veriyor, astım ve alerji gibi çok sayıda enflamatuar hastalığın yolunu açıyor.
Strachan’ın bu önermesi sonraki yıllarda epey tartışma yaratmış ve doğru hijyen koşullarının milyonlarca insanın hayatını kurtardığı kanıtlanmış olsa da onlarca yıldır yapılan çalışmaların gösterdiği önemli bir gerçek var: Mikroplara maruz kalmak, bağışıklık sistemimizin gelişip hassaslaşmasına yardımcı oluyor. Peki öyleyse aylardır mikroplarla temasımızı en aza indirerek bağışıklık sistemimizi zayıflatmış mı oluyoruz?
‘ESKİ DOSTLAR’A İHTİYACIMIZ VAR
University College London’dan Graham Rook’a göre tam olarak değil. 2003 yılında Strachan’ın hijyen hipotezine bir alternatif geliştiren Rook “eski dostlar hipotezi”ni ortaya attı. Rook’a göre insanlarin bağışıklık sistemleri milyonlarca yıl boyunca evrimleştikçe, doğal dünyadaki mikroplarla nasıl baş edebileceğini de öğrendi ve bağışıklık sistemimizin düzgün gelişebilmesi için bu “eski dost” mikroplara maruz kalmaya ihtiyacımız var. (Strachan’ın hijyen hipotezi enfeksiyonlara odaklanıyordu, Rook ise zararsız mikroorganizmalara odaklanıyor.)
İngiliz Observer gazetesine konuşan Rook, “Bağışıklık sistemimiz tıpkı beyin gibi öğrenen bir sistem” diyor ve bu sistemin çalışma prensibini şöyle açıklıyor: Bağışıklık sisteminin iki kolu var. Hepimiz genlerimize kodlanmış bir bağışıklık sistemiyle doğuyoruz. Ama bu “doğuştan” gelen bağışıklık sistemine, çevremizdeki mikropların hangisinin güvenlik hangisinin tehlikeli olduğuna dair veriler toplayan “uyumsal” bağışıklık sistemi tarafından ince ayar yapılıyor. Doğru veri olmadığı takdirde bağışıklık sistemi saldırmaması gereken şeylere saldırmaya başlıyor ve ortaya alerjiler, astım ve bağışıklık sisteminin vücudun kendi dokularına saldırdığı otoimmün hastalıklar ortaya çıkıyor.
YETİŞKİNLER İÇİN PEK SORUN YOK AMA…
Gelelim Covid-19 tedbirlerinin etkilerine… Öncelikle iyi haberi verelim: Eğer bir yetişkinseniz, bu yaşınıza kadar çoktan bol miktarda mikropla haşır neşir oldunuz demektir. Rook, yetişkinler söz konusu olduğunda içimizde ve üzerimizde yaşayan trilyonlarca mikroptan oluşan mikrobiyotanın oldukça yerleşmiş ve istikrarlı bir halde olduğunu ifade ediyor. Ancak iş çocuklara geldiğinde durum değişiyor. Rook ve başka birçok bilim insanı Covid-19 önlemlerinin çocukların bağışıklık sistemleri için büyük riskler doğurabileceğini ifade ediyor.
Rook, “Bir apartmanın 24’üncü katında yaşayan bir çocuk uygun mikrobiyotaya maruz kalmıyor” derken doğal dünyadan ve diğer insanlardan uzakta kapalı yerde kalmanın karşılaşılan mikrop sayısını azalttığını belirtiyor. Rook, çocukların dengeli ve çeşitli beslenmediği takdirde bu riskin daha da arttığını ifade ederek, “Bu endişe verici bir durum” diye konuşuyor.
PEKİ ÇOCUKLAR NE OLACAK?
Byram W. Bridle da Kanada’da bulunan Guelph Üniversitesi’nden bir epidemiyoloji uzmanı. Bridle, pandeminin ilk dönemlerinde tüm dünyada sokağa çıkma yasakları ilan edilirken çocukların bağışıklık gelişimine dair çok fazla endişelenmediğini ama şimdi durumun değiştiğini belirtiyor. Çocukların pandemiden önce de hastayken ya da okul tatillerinde 2-3 hafta evden çıkmamasının doğal olduğunu belirten Bridle, “Şu an sorun şu ki bir yılı devirdik ve devam ediyoruz. Bağışıklık sistemi gelişmesinin önemli bir parçasından bahsediyoruz. Dolayısıyla bunun çocuklarımız üzerinde negatif bir etkisinin olmayacağını düşünmek çok zor” diye konuşuyor.
Rook gibi Bridle da çocukların doğal dünyayla ilişkilerinin kısıtlanmasının bir dizi bağışıklık bozukluğuna yol açabileceğinden endişe ediyor. Hatta henüz pandemi söz konusu bile değilken, bilim insanlarının yaptığı çalışmalarda, büyük şehirlerde büyüyen kişilerde alerji, astım ve otoimmün hastalık görülme sıklığının daha yüksek olduğu tespit edilmişti. Bridle, bağışıklık sisteminin ergenliğe kadar gelişmeye devam ettiğini, doğum ile 6 yaş arası dönemin ise bağışıklık gelişimi için kritik önemde olduğunu belirtiyor.
KALP HASTALIKLARINDAN OBEZİTEYE KADAR
Birçok araştırma bebeklerin ve küçük çocukların, sınırlı mikrop maruziyeti halinde sorunlar yaşayabildiğini gösteriyor. Örneğin sezaryen operasyonla doğan çocuklar, annelerinin mikrobiyotasına normal doğan bebeklere kıyasla daha az maruz kalıyor ve bu bebeklerde alerji ve enflamatuar hastalık görülme ihtimali istatistiksel olarak çok daha yüksek. Örneğin 2014 yılında Pennsylvania Üniversitesi ile Bloomberg Kamu Sağlığı Okulu’nun 2014 yılında gerçekleştirdikleri bir araştırmada, hayatlarının ilk döneminde defalarca antibiyotik tedavisi gören çocuklarda obezite riskinin daha yüksek olduğu ortaya çıktı. Bilim insanlarını bunun sebebinin antibiyotiğin bağırsaklardaki iyi bakterileri öldürmesinden kaynaklı olabileceğini düşünüyor. Rook da bağışıklık düzeni zayıf kişilerde alerjiler ve otoimmün hastalıklarının yanında kronik enflamasyon olabileceğini bunun da diyabet, obezite ve kardiyovasküler hastalıkların yolunu yapabileceğini belirtiyor.
Ancak hemen panik yapmaya da gerek yok. Pandemi kaynaklı kapanmalar çocukların mikroplara olan maruziyetini azaltmış olsa da bunun seviyesi henüz net değil. Çünkü bir yılı tam kapanmayla geçiren kimse olmadı hatta birçok çocuk pandemi öncesine kıyasla daha fazla dışarı çıkmış bile olabilir. (Örneğin Journal of Forestry Research dergisinde yayımlanan bir makalede, karantina dönemlerinde çocukların daha fazla parka gittiğine dair bulgular yayımlandı.) Diğer yandan pandemi hayvan sahiplenme oranlarında da artışa yol açtı ve bu da iyi bir haber çünkü araştırmalara göre bir köpekle birlikte büyüyen çocukların otoimmün hastalık geliştirme riski daha düşük oluyor. Tabii bir de en önemli faktör var: Bağışıklık sistemimizi belirleyen tek şey mikroplara maruz kalıp kalmadığımız değil. Genlerimiz de bu konuda önemli söz sahibi…
HENÜZ KESİN KONUŞMAK İÇİN ERKEN
İngiltere’de Manchester Üniversitesi’nde görev yapan immünoloji profesörü Sheena Cruickshank, Rook ve Bridle’a kıyasla daha iyimser bir tablo çiziyor. “En iyi ihtimalle bile düşünsek çocuklar ne kadar temizler ki?” diyen Cruickshank, bağışıklık sistemiyle ilgili çalışmaların sürekli gelişmekte olduğunu hatırlatıyor. Hijyen hipotezinin de eski dostlar hipotezinin de kısmen doğru ve kısmen yanlış olabileceğini ifade eden Cruickshank, “Bu araştırmaya devam ettiğimiz bir şey” diye konuşuyor.
Bridle ise kaygılarının “makul bilimsel prensiplerden” kaynaklandığını vurgularken, söylediklerinin bir kesinlik taşımadığını da kabul ediyor ve ekliyor: “Bütün bunların sonuçlarını görmeden bilemeyeceğiz.” Karantina çocuklarında bağışıklık bozukluklarının daha yaygın olup olmadığını anlamamız için birkaç yıl geçmesi gerekiyor. Let Them Eat Dirt: How Microbes Can Make Your Child Healthier (Bırakın Toprak Yesinler: Mikroplar Çocuğunuzun Sağlığına Nasıl Katkı Yapar) kitabının yazarlarından Brett Finlay, “Astımın gerçekten etkisini göstermesi için aşağı yukarı 5 yıl geçmesi gerekiyor. Henüz elde veri yok, bir şey demek için çok erken ama insanların dikkatini buraya çekmeye çalışıyoruz diyor.
Finlay, “İçinde yaşadığımız dünyayı gerçekten değiştirdik ve ne zaman dünyayı değiştirsek mikropları da değiştiriyoruz” ifadelerini kullanıyor.