Şanlıurfa’ya 20 km’lik bir mesafede, Örencik köyü yakınlarında 1995 yılında ilk kez Alman Arkeoloji Enstitüsü ve Şanlıurfa Müze Müdürlüğü’nün işbirliğiyle kazı çalışmalarına başlanan müzeye gitmek için, aylar öncesinden seyahat organize etmenize gerek yok. ‘Ucuz bileti nereden bulabilirim?’ Çalışıyorsanız ‘yıllık iznimi ne zaman nasıl ayarlayacağım?’ derdi yok. Hele engelli ve tek başınıza seyahat ediyorsanız, evden çıktıktan itibaren ulaşım derdiniz yok.
Sık seyahat edenler bilir. Bavulu alıp evden çıktıktan sonra önce havalananına transfer sorunu başlıyor. İstanbul gibi bir metropoldeyseniz işiniz daha da zor. Havaalanına gittiğinizde biletinizi satın alırken aldığınız asist hizmetinden yararlanmak için erkenden alana gitme derdiniz yok. O asist hizmetinden sağlıklı bir şekilde yararlanmak ayrı bir şans. Çünkü bu hizmeti veren şirketlerin organizasyonları genelde çok başarılı olmuyor. Ama ben sık seyahat ederek edindiğim deneyimlerle zaman zaman ne yapmaları gerektiği konusunda kendim yönlendiriyorum. Ancak bu da başlı başına bir stres unsuru…
Sahi, gece uyanıp gündüz mü uyuyorduk yoksa gündüz uyuyup gece mi uyanıyorduk. Çok da önemli değil şu an. Önemli olan gecenin saat dördünde bir tık ötemde, binlerce yıl öncesine, insanlığın tarihine tuttuğumuz fenerin yanında ya da yakınında değil tam içinde olmam. Ve bir an kendi kendime; “Kim derdi ki insanlığın tarihi ile ilgili bildiklerimizi yerle bir eden keşifin Şanlıurfa’da yapılacağını?” derken buluyorum.
Gecenin karanlığında, uzay üssüne benzeyen yapısıyla müzenin kapılarını açıyorum. İlk dikkat ettiğim, müzenin fiziki koşullarının bir engelli için ne kadar uygun olduğu. Evet basamaklar geniş ve alçak. Basamakların hemen yanı başında tekerlekli sandalye için rampanın olması. Tamamdır artık sık aralıklara konumlandırılan bilgilendirme butonlarına basarak ilerleyebilirim.
Müze dört beş metre yüksekliğinde ve 5-10 ton ağırlığında taşlardan yapılmış ‘T’ şeklindeki yapıların belli bir düzene göre dizilmesiyle oluşturulmuş devasa bir anıttan oluşuyor. Bu muhteşem anıtın, İngiltere‘nin Wiltshire bölgesinde bulunan, dünyada en çok tanınan, İngilizce’de ‘asılı taşlar’ anlamına gelen ‘Stonehenge’dan ve ‘Mısır Piramitleri’nden bile daha eski olduğu tahmin ediliyor.
Göbeklitepe’de kazılar devam ettikçe gizemi daha da artıyor. İnsanoğlunun muhtemelen ilk kez tarım yaptığı, yerleşik hayata geçtiği, kültürel birikim oluşturmaya başladığı müzenin benim hayatımdaki yeri de ilk defa sanal seyahat yerim olması.
Covid’19 virüsünden dolayı hayatlarımız dört duvar arasında sıkışmış olabilir. Ama bu durum içinizdeki seyahat ve bilgi edinme arzumuza asla ket vurmamalı. Ben böyle bir durumda içimdeki seyahat özlemimi sanalmuze.gov.tr adresinden giderdim. Goethe’nin dediği gibi; “Hayat dardır, doğru. Ama umut da geniştir.”