Dünya genelinde artış eğilimi göstererek 900 bini aşan toplam vaka ve yaklaşık 50 bine ölüme yol açan yeni tip koronavirüs (Kovid-19) salgınının bitiş tarihinin verilememesi birey ve toplum üzerinde “belirsizlik travmasına” kadar giden psikolojik etkiler bırakıyor.
İstanbul Üniversitesi Cerrahpaşa Adli Tıp ve Adli Bilimler Enstitüsü Sosyal Bilimler Ana Bilim Dalı Başkanı Prof. Dr. Erdinç Öztürk, AA muhabirine yaptığı açıklamada, salgının online iletişime zorlanan insanların ruhsal ve değer dünyalarında değişimlere yol açtığını belirtti.
“İnsanlar salgın sürecinde hedeflerini, mesleklerini, değerlerini sorguluyor”
Prof. Dr. Erdinç Öztürk, koronavirüs salgınının tüm dünyayı “psikolojik” etki altına alma sebebinin “belirsizlik” olduğunun altını çizerek, “İnsanlar bu belirsizlik travması yani belirsiz ölüm riski nedeniyle hedeflerini, mesleklerini, kimliklerini ve değerlerini sorgulamaya hatta bu belirsizlik travmasının kontrolü altına girmeye başlamışlardır. Salgın bir taraftan bireyleri yaşanan bu kitlesel travma nedeniyle baskıcı sistemleri tercih edilebilir konuma getirirken bir taraftan da adalete, eşitliğe ve merhamete olan özlemlerini artırmıştır.” dedi.
Öztürk, virüs sonrasında yaşanan ölümlerin insanları “ölümle” yüzleşmek zorunda bıraktığını ve bu yüzleşmenin onları umutsuzluğa ve depresif tutumlara sürüklediğini söyledi.
İş ve sosyal hayatın büyük oranda sosyal medya ve dijital iletişim çerçevesinde gerçekleşmesinin yeni bireysel ve toplumsal dönüşümlere neden olacağını anlatan Öztürk, şöyle devam etti:
“Her birey gerçek hayatı ile siber hayatını entegre etmek zorundadır çünkü günümüzde sosyal medya hesaplarınız kadar görünür ya da onlar kadar varsınızdır. Sosyal medya hesaplarıyla popüler olan kişiler ‘siber ikon’ olarak siber toplumları etkilemekte ve bu topluma yön vermektedir. Siber ikonlar bu liderlikleriyle dijital ağ toplumundaki bütün insanlar üzerinde kuşatıcı ve dönüştürücü bir güç konumuna geçerler. “
Öztürk, online iletişimin salgın sürecinde artışının bireylerin sanal kimliklerinin gerçek kimliklerinin önüne geçirmesine aracılık ettiğini belirterek, şu görüşleri dile getirdi:
“Siber kimlikler, çok sayıdaki farklı amaç ya da farklı kaygılarla insanların büyük oranda kendi asıl kimliklerini gizlemek amacıyla dijital iletişimde kullandıkları kendi ürünleri olan yapay kimlikleridir. Artık insanlar bu siber kimlikleri sayesinde kendilerini genellikle farklı bir yaşta, farklı bir sosyoekonomik seviyede, farklı bir cinsiyette, farklı bir medeni halde, farklı bir politik görüşte, farklı bir inançta ya da tamamıyla farklı bir kimlikte tanıtarak diğer insanlarla iletişim kurmaya devam ediyor.”
“Dijital ve aktüel yaşam uyumunu sağlayamayan kişi kimliğinde bölünmeler yaşar”
Dijital iletişimin bireyin normal yaşamını farklılaştırıp kaotik ve ikili bir hale getirdiğini vurgulayan Öztürk, şunları kaydetti:
“Dijital iletişimde insan hızlı düşünür, hızlı tepkiler verir ve duygu durumu anlık ve kısa süreli değişimler gösterir. Diğer bir ifadeyle dijital iletişimde insan, aktüel yaşamındaki haline göre entelektüel ve ruhsal açıdan çok daha mobildir, hızlı kararlar alır ve daha çok hata yapabilir. Dijital iletişim insanı, bu dijital yaşamını kendi aktüel yaşamı ile birleştirmek, entegre etmek en azından bu iki yaşamı birlikte yürütmek zorundadır. Eğer bunu başaramazsa dissosiyatif bir sürece girer ve kimliğinde bölünmeler yaşar.
Günümüz insanı artık hem bireysel hem de kitlesel olarak kontrol edilebilir bir yapıda olup bu kontrol edilebilirliği onu ciddi ölçüde incitmekte ve travmatize etmektedir. Dijital iletişim koronavirüs salgını nedeni ile gerçek iletişimin yerini almıştır. Siber uzam, özellikle dijital iletişimlerle gerçekleşen ilişkilerde bireyleri daha kolay terk edilebilir, tercih edilebilir ya da yedeklenebilir bir konuma getirmiştir. Günümüzde bireyler bir uyum adına her koşulda gerçek kimliği ile siber kimliğini birleştirerek yaşamına devam etmek zorundadır.”