◊ Picard rolüyle televizyona döndüğünüz için şahsen çok mutluyum. Picard’a dönmek nasıl hissettirdi? İlk bahsettiklerinde “Star Trek” günleriniz gözünüzde canlandı mı?
– Bu teklif, Jean-Luc Picard’ı tekrar oynamam için yapılan ilk teklif değildi. Şimdiye kadar birçok kere teklif edildi ama hep geri çevirdim…
◊ Neden?
– Çünkü 87’den 94’e kadar yaptığımız işle gurur duyuyordum. O defteri kapatmıştım… Kaptan Picard olarak anlatacak başka bir şeyin kalmadığını düşünüyordum. Bu teklif geldiğinde ise onlarla tekliflerini neden kabul etmeyeceğimi söylemek için buluştum. Uzun uzun “Star Trek” defterinin benim için kapandığını anlattım.
Onlar “O zaman söylediğiniz noktaları gözden geçirip yeniden konuşmak için tekrar buluşalım” dedi…
◊ Sonra?
– Sonra tabii o toplantıda beni hemen bırakmadılar. 45 dakika daha yeni dizi için fikirlerini sunmaya devam ettiler. Ayrılırken teşekkür ettim ve “hayır” dedim. Tekrar görüşme istekleri için direkt olarak hayır diyemediğim için söyleyeceklerini kağıda döküp menajerime yollamalarını istedim. İki gün sonra 35 sayfalık sunum yolladılar. Yaptığım bütün yorumları, neden kabul etmeyeceğime dair söylediğim her şeyi iyi anlamışlar.
İlk toplantıda sunduklarından çok farklı, tüm eleştirilerimi dahil ettikleri bir sunum yollamışlar. Yolladıkları sunum ilgimi çekmeyi başardı. İkinci toplantıyı kabul ettim. Toplantıda her şey iyi gitti. Direnç gösteremeden role karşı çekildiğimi hissettim. Jean-Luc Picard olmamın üzerinden 17-18 yıl geçti.
Dünya değişti. Her şey değişti. Oldukça trajik bir kararla İngiltere Brexit’i kabul etti. Neden konuyu buralara getirdim? Eğer dünya bu kadar değiştiyse, herkes, her şey dönüşümün bir parçası olduysa “Star Trek” neden olmasın dedim ve kabul ettim…
LOS ANGELES VE LONDRA’DA DOĞUM GÜNÜ PARTİSİ VERECEĞİZ
◊ Bilimkurgu dizileri, filmleri izleyiciyi hiç bilmediği evrenlere götürür. “Star Trek” bilimkurgunun ikonik yapımı. Sizce bilimkurgu yapımları neden bu kadar merak uyandırıyor?
– Bu filmler sadece günümüzden bir kaçış değil bence… Hikaye hangi zamanı anlatırsa anlatsın, 20 yıl ya da 300 yıl sonrası, hiç fark etmez. Teknoloji, büyük uzay gemileri, bu gemilerin havalı iniş kalkışları, kostümler, sıra dışı teknolojiye sahip silahlar… Saydıklarımın hepsi belki bizleri başka dünyalara sokuyor ama bu filmlerin özündeki de insan. Ne olduğumuz, kim olduğumuz hakkındaki felsefi bakış açıları bazen de sert politik noktalar farklı evrende olsak bile bu filmlerin özü…
◊ Bu sabah sizinle ilgili bir hikaye okudum. “Eğer Londra’da, Park Lane’de büyüseydim aktör olmazdım” demişsiniz. Neden böyle söylediniz?
– Babam İkinci Dünya Savaşı’nın sonunda, 1945 yılında ordudan ayrıldı. Ben 1940’ta doğdum. Savaş çocuğuyum. Babam askerlik hizmetini paraşüt alayının en kıdemli subayı olarak sonlandırdı. Süper stardı yani. Onun alayındakilerin çoğu ya korkunç şekilde yaralanmıştı ya da ölmüştü.
Savaş bittikten sonra babama Londra’nın en saygın otellerinden Dorchester’da doorman (kapı görevlisi) olması için teklif gelmiş. Şef doorman 2 yıl içinde emekliliğe ayrılacağı için babamı asistan olarak işe alıp, 2 yıl boyunca yetiştirip sonra şef doorman’in pozisyonunu vereceklermiş. İşi kabul ederse otelde bir daire de alacakmış. Babam işi kabul etmedi, çünkü annem Yorkshire’den ayrılmak istemedi. Eğer babam o işi kabul etseydi ve Dorchester’daki o daireye taşınsaydık, ben bugün burada olamazdım. Çok farklı bir hayat tarzının bir parçası olurdum…
◊ 1940 yılında doğdunuz. Temmuz ayında 80 yaşına gireceksiniz. Nasıl kutlamayı düşünüyorsunuz?
– Karım organizasyonu yapmaya başladı bile. İlk parti Los Angeles’ta olacak. Çünkü burası hayatımın belli bir döneminin merkezi oldu. Sonra bir tane de Londra’da olacak. Çünkü Ian (McKellen) orada. 80’inci doğum günüme gelmesi şart.
EN İYİ PERFORMANS İÇİN EN BÜYÜK SAHTEKAR OLMANA GEREK YOK
◊ Dünyanın, hayatların çok değiştiğini söylediniz. Peki bir sanatçı olarak sizin hayatınızda neler değişti?
– Son 10 yılda yaşadığım en büyük değişim, eşimle tanışmam oldu. Her zamankinden daha mutlu ve huzurluyum. İşe gelirsem… Taklit etmekte çok iyiydim. Kötü bir şey olarak değil, büyük bir saygıyla söylüyorum bunu. Bu İngiliz aktör durumudur. İşimizi yaparken müthiş sahtekarızdır. Göz kamaştırırız. Laurence Olivier mükemmel bir numaracıydı mesela.
Ben de onun ve diğer ustaların adımlarını takip ettim. Ama zaman geçtikçe işimize farklı bir yaklaşımın var olduğunu görmeye başladım. Hepimizin sahip olduğu bir iç yaşam, bir yaratıcı yaşam ve bir özel yaşam var. Yani işimiz performansla değil yaşamla ilgili. Şimdi bunu araştırıyorum. Anlatabildim mi?
◊ Performans, yaşamın bir parçası yani…
– Yani en iyi performansı yapmak için en büyük sahtekar olmana gerek yok. 13 yaşımdayken “On The Waterfront”u izledim. Hayatımı değiştirdi o film. O yüzden de kendime çok kızgınım. Ne izlediğimi biliyordum ama benim o aktörlerden biri gibi olmam çok uzun sürdü. Marlon Brando, Lee Cobb, Rod Steiger, Eva Marie Saint… O oyuncuların yaptıkları numara değildi. Rolü yaşıyorlardı. Rol hayatın bir parçasıydı. Onların çalışma şekillerini kendime adapte etmem uzun zaman aldı. Ama artık daha cesurum…
TİYATRO BİTMEYEN TUTKUM
◊ Yeni yaş, yeni projeler… Neler var sırada?
– Tiyatro… Aslında en baştan beri yapmak istediğim tek iş tiyatroydu. Harika bir metinle sahnede olmak… Metin demişken, ilk tercihim hep Shakespeare olur, ancak birçok iyi yazar da var.
1987’de Los Angeles’a gelmek televizyonun, filmlerin, kameraların hayatımı fazlasıyla ele geçirdiği bir dönüşümü yaşamama sebep oldu.
Ama tiyatro bitmeyen tutkum. Sahnede, televizyon ve sinemanın veremediği bir his var ki anlatamam…
Canlı izleyicinin varlığı, her gece farklı izleyiciye oynamak, oyun sonrası izleyiciyle konuşmak…
İzleyiciye her zaman söylediğim bir şey var; “Tiyatroya geldiğinizde oynayacağınız bir rol olduğunu bilmelisiniz.
O salonda pasif değilsiniz. Aksine deneyimlediğiniz şeye katkınız büyük”…
O yüzden bizim için her performans farklı ve benzersiz.
IAN MCKELLEN’I GÖRMEK MEMLEKETE GİTMEK GİBİ
◊ Sir Ian McKellen ile Sir Patrick Stewart dostluğu üzerine çok makale yazıldı, çok konuşuldu. Ben de bu röportajı dostluğunuzu sormadan sonlandırmak istemiyorum. Nedir bu dostluğun sırrı? Birlikteyken neler konuşursunuz, neler yaparsınız?
– Ian… Yeni yıl partisinde birlikteydik. Ian’ın yeni yıl partileri meşhurdur.
Neler yaparız… Buluşunca önce onu dudaktan öperim, sıkıca tutarım, sonra bakarım ona uzun uzun, sonra sarılırım, birkaç dakika öyle kalırız.
Çünkü Ian’ı görmek, memlekete gitmek gibi bir histir benim için.
Sonra otururuz konuşuruz. Dünyanın en tatlı, en hassas, en komik, en sıcak adamıdır.
Benim gibi eğitimsiz değildir. Ben 15 yaşında drama okulunu bıraktım, o Cambridge’ye bursla kabul edildi.
Benim okuldaki arkadaşlıklarımın çoğu ya maden ocaklarında ya da metal fabrikalarında sonlandı. Onun arkadaşları elit Chambridge’lilerdi.
O sir unvanını benden önce aldı. Sadece birkaç kişiye verilen başka onurların da sahibidir.
Yenisini vermek için sahip olan birinin ölmesi beklenir, o kadar kıymetlidir sahip olduğu onurlar.
O tiyatronun şövalyesidir. Ben onun takipçisiyimdir. Onu nasıl olmam gerektiğini anlamak için izlerim, bana en uygun hallerini üstüme giyerim.