◊ 25 yıldır bu sektörde ve dolayısıyla hayatımızdasınız. Öncelikle sormak istiyorum, yıllar içinde neler değişti? Takipçi kitleniz aynı mı, insanlar hâlâ aynı şeylere mi gülüyor örneğin?
– Yıllar içinde neyle ve nasıl eğlendiğimiz değişti tabii. TRT arşivlerini internet ortamında açtı, orada ilginç şeylere rastlıyorum.
◊ Ne gibi?
– Geçmişte izlerken çok eğlendiğim, güldüğüm şeylere bakıyorum, şimdi bana sadece eski ve kibar geliyorlar mesela. Herkes birbirine karşı daha dikkatli.
◊ Sonra ne oldu?
– Birtakım aşamaları çok hızlı kaydettik. Çok kanala geçişimiz, radyoların ortaya çıkması… Bütün formatları hızla tükettik. Bugün gördüğüm şey şu, gösteri dünyasında tepetaklak yuvarlanıyoruz. Buna doz aşımı da diyebiliriz.
◊ “Bütün formatları tükettik” diyorsunuz ama siz yerli yerinizde duruyorsunuz.
– Kendi içeriğimi ürettiğim için böyleyim. Hiçbir zaman sadece sunucu olmadım. Ya da sadece sahnedeki komedyen, sadece oyuncu, sadece ekrandaki adam… İşlerin arkasında da vardım hep. Bugün radyo ve televizyon programları yapıyorum, tiyatro oyuncusu olarak devam ediyorum kendi mekanlarımda. İstanbul’da Dada Salon Kabarett, Bodrum’da Dada Salon Bar… Bunlar bir markanın, bir eğlence anlayışının parçaları gibi.
HERKES KAÇIRIRKEN, BEN PARAMI BURAYA GÖMDÜM
◊ Bana göre sektörün en cesur isimlerindensiniz. Linç pahasına inandığınızı söylemekten vazgeçmiyorsunuz. Buna rağmen kimse size kızamıyor sanki…
– Kızıyorlar ya. Çünkü insanların kamplaştığı bir ülkede, söyledikleriniz mutlaka başka yerlere çekiliyor. Ben lince uğradım, haksız yere işsiz bırakıldım. Gösteri dünyasından uzaklaşmak zorunda kaldım.
◊ Ama bir köşeye çekilip kendi kendinize acıyarak zaman geçirmediniz…
– O süreçte Bodrum ve İstanbul’daki mekanları kurdum. Yurtdışında bir miktar param vardı. Herkes parasını yurtdışına kaçırmaya çalışırken ben o paraları getirip kendi topraklarıma gömdüm. Gelecek garantim olan parayı burada harcadım.
Burası benim memleketim. Yurtdışında bir aydan fazla kalamıyorum, oralarda yaşayamıyorum.
PAZAR GÜNÜ LİNÇ YEDİM PAZARTESİ UNUTTULAR
◊ Fahrettin Altun’a destek verince de geçmişte yanınızda olanlardan linç yediniz.
– Çoğu insan beni iktidara muhalif olarak görüyordu. Ama bu olayda itibar suikastına uğrayan kişi bizzat Cumhurbaşkanı’nın iletişim başkanıydı. Ve yapmak istediğim iletişim başkanını körü körüne savunmak değil, bu duruma dikkat çekmekti. Yani “Bu benim başıma da gelebiliyor, onun başına da” demek… Ama sosyal medya ilginç mecra, bir pazar günü linç edildim, pazartesi günü kimse bir şey hatırlamıyordu.
◊ Gündem çok hızlı değişiyor…
– Evet. Gelmek istediğim nokta şu, hayatımızı birbirimizi tokatlayıp hırpalayarak mı geçireceğiz, yoksa bir arada mutlu olmayı mı öğreneceğiz?
◊ Sizce…
– Bence öğrenmemiz şart. Yoksa sabahtan akşama kadar birbirimize hoyratça ve çirkin davranışlarda bulunuruz. İnsanları birleştirebilecek tek şey de ortak kültür geçmişi.
◊ “Şu işi yapmak isterdim ama olmadı” gibi dertleriniz yok mu?
– Benim derdim çalışıp üretmeye devam etmek. 55 yaşındayım. Emekli olan, aile iradıyla geçinen, bir yerlerden topladıkları kirayla konfor içinde olduklarını düşünen arkadaşlarımın hepsi aptallaştı.
◊ Çok sert olmadı mı bu?
– Ama aptal insanlara dönüştüler, ne diyeyim. Çünkü insanın beyni üretmeyince duruyor. İnsan çok başka şeyler düşünmeye başlıyor.
Sağlığını koruma derdine düşüyor, güzelleşme derdine düşüyor, bitmeyen tatiller yapma derdine düşüyor. Bitmeyen tatiller yaparsanız, onlar artık tatil olmaz ki. Keza güzelleşme derdine düşen birinin çirkinleşeceği açıktır.
◊ Bugün sizi besleyen şeyler, bir kararsızlık veya kafa karışıklığının getirisi olabilir mi? İşin içinde tiyatro var, fotoğrafçılık var…
– Yok, bunlar bilinçli seçimler…
◊ Hani gençler “Ben aslında bu işi yapmak istiyordum ama mecburen şunu okudum” diyorlar ya sık sık… Acaba dedim…
– Aileler çocuklarını bilinen mesleklere yönlendirir. Hiçbir aile çocuğunu tiyatro gibi, plastik sanatlar ya da müzik gibi neticesinin ne olacağı belirsiz bir branşa yönlendirmez. Çünkü o branşlarda tutunmak zordur. İkinci sınıf sanatçı diye bir şey yoktur. Ya 1 numara olur, ömrünüz boyunca hem ruhen hem ekonomik açıdan tatmin olmuş bir insan gibi yaşarsınız… Ya da kompleksli, acılar içinde biri olarak yaşamaya devam edersiniz.
◊ Siz hangi alanda 1 numara olmak istediniz?
– Hep çok yönlü sanatçılara özendim. Fotoğrafçılıkta bunun ödülünü aldım. Oyuncu olarak iyi işlerim var. Yayıncılıkta da öyle.
El atıp kıvıramadığım, özenip de başarısız olduğum bir şey yok gibi.
SEVGİ ARSIZI MIYIM DİYE ÇOK DÜŞÜNDÜM
◊ Fark edilmeyi seviyorsunuz…
– Bütün sanatçılarda bir sevgi ihtiyacı vardır…
◊ Zaten o arzunuz güçlü olmasa, bu noktalara da gelemezdiniz diye düşünüyorum…
– Aslında bu söylediğiniz şeyi çok düşündüm… Acaba sevgi arsızı mıyım, sevgi hırsızı mıyım? Sevgi, takdir edilmek için ölüp bitiyor muyum? Yoksa sadece bu işleri yapmaktan mı hoşlanıyorum? Ama sonuçta konservatuvarda ve sonrasında yaptığım işlerde perde arkası, kamera arkası, kulis işleri de çok dikkatimi çekti. Konservatuvardayken oyunculuk dışındaki derslerde hep daha başarılıydım.
BİTKİSEL HAYATA GİRMEDİM SADECE WHATSAPP’I KAPATTIM
◊ Sosyal medyada yok musunuz siz?
– Birkaç gün önce Whats-App’ı, Twitter’ı, Facebook’u, Instagram’ı kapattım. Artık görmek istemiyorum.
◊ Neden?
– Çünkü artık yaşamayan, sabah kalkar kalkmaz sadece başkalarını röntgenleyen bir adam olduğumu düşünmeye başlamıştım. Parmağımla sürükleye sürükleye beni hiç alakadar etmeyen insanların nasıl eğlendiklerine, neler yediklerine, kedilerine-köpeklerine, büyümekte olan çocuklarına bakıp duruyordum.
◊ Arkadaşlarınız şaşırmadı mı bu kararınıza? Sosyal medyayı anlarım da WhatsApp… Bilemedim.
– Arkadaşlar “Sana bir şey gönderdim, görmedin” falan dediklerinde “WhatsApp’ı kapattım” diyorum. Direkt, “Böyle bir şeyi nasıl yapabilirsin” diyorlar. Sanki İstanbul’dan ayrılmış, kimsenin yolunu izini bilmediği bir yere taşınmışım ya da nasıl söyleyeyim, bitkisel hayata girmişim gibi. Godard’ın çok güzel bir sözü var, uzun yıllar önce söylemiş: İletişimin her türlüsü var ama kendisi yok. Hakikaten bu dünyada yaşamak istemiyorum.
◊ Bu sosyal medya bağımlılığı çocuklar açısından daha büyük sıkıntı gibi geliyor bana…
– Kesinlikle… Çocuklar cep telefonlarınınkinden daha büyük monitörleri reddediyor artık. Küçük telefonları ve kulaklıkları ile yaşıyorlar. Bu da izlemeyi tekilleştiriyor. İzlemenin tekilleşmesinde büyük problem var. Seyir işini tekilleştirdiğiniz zaman yaşınız kaç olursa olsun bütün tehlikelere açık hale geliyorsunuz. Marjinalleşmeye, siyasi propagandalar yoluyla uyuşturulmaya hazır hale geliyorsunuz. Otobüste, işte, evde gününün en az beş-altı saatini dijital izlemeye ayıran çocuklar ve büyükler daha mı akıllı oluyor? Daha mı kültürlü oluyorlar?
◊ Hiç sanmam…
– Tabii ki hayır. Aksine kafası karışık, el becerileri zayıf insanlar haline geliyorlar. Sakarlaşmış, mekanik becerileri yaşlılara benzemiş, kafası bulanık, karar alamayan, ne söylediğimi anlayamayan gençlerle çalışmaya başladım ve bu beni endişelendiriyor. Yeni nesiller yüksek iq’lu olabilirler ama akılsızlar. Dediğim gibi endişe ediyorum, daha da yaşlandığım zaman bu çocuklar beni doktor olarak tedavi edecek, bindiğim uçakları kullanacak. Hatta içlerinden biri benim çocuğumla evlenecek!
◊ Siz kızınızı o küçük monitörden nasıl uzak tutuyorsunuz?
– İzleme alışkanlıkları konusunda açıkçası ben de bir şey yapamıyorum. Ama en azından dinledikleri ve izlediklerinden haberdar olmak, bunları onunla tartışmak istiyorum.
ENTELEKTÜEL İŞLERİ HEP DAHA ÇOK SEVDİM
◊ İzlediğim birçok şov programı ya da tek kişilik gösteriden bana kalan anlık eğlence oluyor. Sizde durum farklı. Siz önemli konuları dert edindikçe, izleyiciniz de “bu işi neresinden tutmalıyız” diye sorgular oldu.
– Aslında diğerleri de kendi işlerini dert edinmiş insanlar. Bu açıdan çok saygı duyarım arkadaşlarıma. Belki durum, neden ve neyi izlemekten tatmin olduğumuzla ilgilidir. Ben müzikte de, tiyatroda da, sinemada da entelektüel işleri hep daha çok sevdim. 40 senedir dinlediğim şarkılar, top 10’a giren şarkılar değildir mesela. Keza popüler yazarları okumaktan da hep uzaktım. Ticari işler ancak aptallara ya da aptal kalmak isteyenlere satılır.
GÖRÜNÜR OLMAK UMURUMDA DEĞİL
◊ Görünür olmayı, ilgiyi seviyor olmanız yüksek ihtimal. Ama yine de…
– Ama yine de sosyal medyada görünmeyi hiç sevmiyorum…
◊ Sosyal medyaya gelmeden öncesi var… Magazin basınına da mesafelisiniz. Magazini sevmiyor gibisiniz.
– Evet, sevmiyorum.
◊ Ama göz önünde olan, sevilen insanları merak ederler… Kimse benim ne yaptığımı merak etmiyor mesela…
– Yanılıyorsunuz, beni de merak etmiyorlar.
◊ Ederler…
– Hayır. Kimse kimseyi merak etmiyor. 25 senedir ısrarla bunu söylüyorum. Asla merak etmiyorlar. Yani benimle ilgili “yemek yediler” diye haber yapmanın ne alemi var? Aç mı oturacaktık!