◊ Oyunculuğa dünyanın en büyük iki serisinde; “Harry Potter” ve “Alacakaranlık”ta (Twilight) oynayarak başladınız. “Batman” öncesinde ise bağımsız işler yapmayı tercih ediyordunuz. Bu geçişi sormak istiyorum size…
– İlk yaptıklarım, 200 milyon dolar bütçeli stüdyo filmleriydi. Seyirci kaygım yoktu. Ama risk içeren filmler yapmayı da seviyorum. Filmi sadece başkalarının beğeneceğini düşünerek yaptıysanız ya da “İzleyici mutlaka beğenecek ama benim hoşuma gitmemişti” diyorsanız yanlış hikayeyi seçmişsiniz demektir. Yaptığım filmler bana hitap eden filmlerdi. Aynı şey şimdi de geçerli. Filmin seri, bağımsız ya da büyük bütçeli olması fark etmiyor.
◊ Son filminiz “The Lighthouse” (Deniz Feneri) sanat filmi. Senaryo ağır, çekim şartları zorlayıcı, hikaye tuhaf, karakteriniz zor… Bu hikayeler size neden ilginç geliyor?
– Gerçekten sadece bir karaktere bağlandığım ya da filmi seçerken sadece tek bir şeyin ilgimi çektiği çok nadirdir. Sanırım bazı yönlerden bilinçaltımda kendi kendime meydan okuma isteği var. Senaryoyu ilk okuduğunda hikayeye ya da karaktere nasıl yaklaşacağımı bilemiyorsam, orada beni çeken bir şey oluyor. Meydan okumak…
Ayrıca filmi seçerken asla nihai ürünü düşünmüyorum. Filmin nasıl vücut bulacağını değil, sadece süreci düşünüyorum. Süreçte imkansız görünen bir şey varsa, çekimlerin 3-5 ay boyunca eğlenceli geçeceğini biliyorum. Ne kadar zor, ne kadar zorlayıcı olursa tatmin edici olma şansı o kadar yüksek oluyor.
ROBERT EGGER’IN KAFASINDA BİR ŞEYLER EKSİK
◊ “The Lighthouse”daki yönetmeniniz Robert Eggers ile çalışabilmek için 6-7 yıl uğraştığınızı duydum. Neden onunla çalışmayı bu kadar çok istediniz?
– “The Witch” filmi yüzünden… Robert’ın ilk uzun metrajı o. Hani uzun zamandır aradığınız bir şey bir anda karşınıza çıkar ve “İşte bu!” dersiniz ya… O filmi izlediğimde de öyle bir şey oldu. Filmdeki set tasarımı, sinematografi, kullanılan dil; her şey beni Robert ile çalışma fikrine çekti. “The Witch”in korku filmi olduğunu düşününce, onunla çalışmak için ortak noktayı nasıl bulacağımıza dair hiçbir fikrim yoktu. Ama bir şey olacaktı. İlk filmini bu kadar ustaca yapan bir yönetmenin potansiyelinin çok daha fazla olduğunu tahmin edebiliyordum. Birkaç proje için bir araya geldik ama olmadı. Sonunda bu artistik sanat filmi “The Lighthouse”u yaptık.
◊ Nihayet hayalleriniz gerçek olup Robert ile çalışınca, hakkındaki fikriniz değişti mi?
– Filmi izlediğimde “Tuhaf bir adam olmalı” demiştim. Ama aksine oldukça normal ve arkadaş canlısı bir adammış. Kafasında bir şeyler eksik gerçi ama iyi, yaratıcı yönde. (Gülüyor)
◊ Onu diğer yönetmenlerden farklı yapan nedir?
– Film yapma tarzındaki farklılık, acayiplik. “Tuhaf” olarak adlandırmak istemem, fakat farklı. İşine olan tutkusu, kendisi için her şeyi zorlaştırmasına sebep oluyor. Filmi 1920 lens ile siyah beyaz, dünyanın en zor hava şartlarına sahip, çalışması en zor lokasyonda çekmek istedi ve çekti. Her durumu yılmadan sahipleniyor.
EV TEMİZLİĞİ KONUSUNDA KESİNLİKLE İŞE YARAMAZIM
◊ Filmde Willem Dafoe’nin canlandırdığı karakter size bir güzel temizlik yaptırıyor. Günlük hayatta ev işleriyle aranız nasıl?
– Yalan söylememi istemezsin, değil mi?
◊ Hayır…
– (Gülüyor) Kesinlikle işe yaramazım biriyim. Aktörüm ben! Hiçbir şey yapamam, hiçbir becerim yok. Aktör olarak her işi, her mesleği, her karakteri yaparım. Ama bunu gerçek hayatta asla yapamam. Maalesef…
◊ Her işinizi görecek insanları işe alma gücünüz var ama…
– Çok fazla seyahat ediyorum. Her proje için farklı bir yerdeyim. Birçok şeyi umursamıyorum. Bir şeyin ya da bir yerin pis olup olmadığını fark etmiyorum bile. (Gülüyor) Diğer insanları da dağınık oldukları için yargılamıyorum. Hiç kimseye hiçbir konuda yargılayıcı gözle bakmıyorum. Dediğim gibi, umursamıyorum…
◊ “Alacakaranlık” (Twilight) günlerinize dönelim… Nasıl bir çılgınlıktı, hâlâ dün gibi hatırlıyorum. Siz neler hatırlıyorsunuz o günlerden?
– Geçenlerde birileriyle konuşuyordum “Alacakaranlık”la ilgili… Film ilk çıktığında bile beni hoş, sevimli bir çocuk olarak görmemişler. İnsanların benim yakışıklı olduğumu düşünmelerini anlayamıyorlarmış bile. Haklılar aslında, kelimenin tam anlamıyla reddedilen geyşaya benziyordum. Şimdi garip olan, o dönem en hit, en moda olan şeyin bile gözüme retro gelmesi. Korkutucu… 2000’ler gerçekten korkutucu geliyor gözüme.
◊ “High Life”taki oyunculuğunuz, “The King”, şimdi “The Lighthouse”… Şimdi “Batman”i çekiyorsunuz. “Batman” dışında 4-5 işiniz daha yolda. “Harry Potter”la başlayan oyunculuk yolculuğunuza bakıp, kendi gelişiminizi bize nasıl anlatırsınız?
– Yavaş yavaş oldu. Öğrendiğim en önemli şey ise giderek işimi daha çok sevmek, her projede işime daha da bağlanmak oldu. “Harry Potter”ı yaparken, neredeyse 15 yıl önce ileride nasıl hissedeceğimi bilmiyordum. Yaptığım her işin beni hâlâ heyecanlandırması, problem çözmek, yeni yerler… Her filmde farklı teknik denemek, anlamaya çalışmak… İşimin her yönünü seviyorum. Ama soruna dönersem, sanırım öğrenme sürecim kademe kademe oldu. Bir diğer gelişme yolu da bir sürü film izlemek.
ETKİLENDİĞİM YÖNETMENLERİN PEŞİNİ BIRAKMIYORUM
◊ Kademeleri aşarken doğru seçimler yaptığınızı eklemek istiyorum…
– Teşekkürler… Yıllarca beni etkileyen işlerin yönetmenlerinin peşinden koştum. Beni gerçekten yaratıcı olarak vuran bir film görünce hemen filmin yönetmenlerine ulaşmaya çalışırdım. Bu yönetmenler genelde 2 ya da 3 yılda bir film yapan yönetmenler olurdu. Şimdi bile bu durum devam ediyor. Çünkü gerçekten bir şey hissettiren filmler çok fazla yok artık. O filmleri görünce yapanların peşini bırakmıyorum.
◊ Ne yapıyorsunuz mesela? O yönetmenleri arıyor musunuz?
– Evet, arıyorum! Onlara kendileriyle çalışmaya açık olduğumu söylüyorum ve geri aramalarını umuyorum. Birçok oyuncu senaryoya göre cevap verir. Bende öyle değil. Senaryoyu okuyup hikayeye göre cevap vermiyorum. Eğer bir yönetmenin yaptığı işler özelse, büyük ihtimalle yine özel bir iş yapacaktır diye düşünüyorum ve umuyorum. Çünkü senaryo gerçekten iyi olsa bile yönetmenin kağıtta yazılı olanı nasıl hayata geçireceğini bilmiyorsun. Film yapılırken düşünülmesi gereken çok fazla parametre var. Ama yönetmen iyiyse, iş istediğin sonucu vermese bile bir şeyler öğreniyorsun.
◊ Yönetmenleri aramanız, peşinden gitmeniz konusunu biraz daha açmanızı istiyorum. Ne kadar aktifsiniz onlarla iletişime geçme aşamasında?
– Oldukça aktifim. Tuhaf olan ne biliyor musun? Birçoğu onların filmlerini izlediğim için şoke oluyor. Minik bir örnek vermek gerekirse… 2012’de Berlin Film Festivali’ndeydim. Çok beğendiğim bir filmin yönetmenine e-mail attım. Filmini izlediğimi, başyapıt olduğunu ve onunla çalışmaya hazır olduğumu yazdım. Hâlâ bekliyorum. 2012’den beri film yapmadı. Bu tarz şeyler işte. Film yapmak için finansman bulmak zor. Bu konularda da elimden geleni yapıyorum. Filmini yapmakta zorlanan insanlara yardım edebilmek, o pozisyonda olmak tarifsiz bir şey.
BATMAN’İ KONUŞMAM YASAK
◊ “Batman” hakkında konuşacak mısınız?
– Konuşmam kesinlikle ve kesinlikle yasak.
◊ Batman, Joker ile buluşacak mı? Minik de olsa bir ipucu…
– Warner Bros. çenemi sıkı tutmam konusunda uyardı. Hiçbir şey söyleyemem.
◊ Daha önce Batman’i canlandıran Christian Bale sizin için “Kendi Batman’ini yaratsın, kimsenin etkisi altında kalmasın” dedi. Ne diyorsunuz onun bu tavsiyesi için?
– Onun Batman yorumu inanılmazdı. Christian’ın Batman’ini herkes sevdi. Benim de kendi Batman’im için fikirlerim var. Bakalım nasıl hayata geçecek…
YALNIZLIK BAĞIMLILIK YAPIYOR
◊ “The Lighthouse”a dönelim… Yalnızlığı konuşmak istiyorum. Seviyor musunuz yalnız olmayı?
– Yalnız kalma konusunda oldukça iyiyim. Evet, yalnızlığı seviyorum. Çok seyahat ediyorum. Ama şunu da itiraf edeyim; yalnızlık bağımlılık yapıyor. Kendinizle zaman harcamaya alıştığınızda, etrafınızda insan olmasına katlanmak zorlaşıyor. Kendimi herkesten soyutladığım için delirme derecesine geldiğim dönemleri hatırlıyorum mesela…
◊ Son cümlenizi biraz daha açar mısınız?
– Yavaş yavaş kendini fark ettirmeden hayatınıza giriyor. O yüzden anlamıyorsun bile. Kendinle ilgilenmeyi bırakıyorsun. Aynı giysileri haftalarca giydiğim oluyordu. Sanırım benim kendimi soyutlamam, Obsesif Kompulsif Bozukluk ile de birleşiyordu. Dünyanı küçültmek istiyorsun. Şimdi mesela yatak odamda yaşıyorum. Televizyonumun üstünü bile kapatıyorum ki şeytanlar odama girmesin. (Gülüyor) Bu son kısımlar tamamen şakaydı. Yok öyle bir şey!
◊ Yalnızlık ve kendini soyutlamak… Fiziksel yalnızlık ile ruhsal yalnızlığı karşılaştırmanızı istersem…
– Fiziksel yalnızlık o kadar da korkulacak bir şey değil. Yalnız vakit geçirmekten zevk alan birçok insan var. Ben etrafıma karşı bencilce, kaçmak ve yalnız kalmak istediğimi söylemekten çekinmiyorum. O yüzden fiziksel olarak yalnız kalmak istemenin negatif bir şey olduğunu düşünmüyorum. Fakat ruhsal yalnızlık… İnsanlar sosyal varlıklar. Zihinde izole olmak ve insanlarla bağlantı kuramayacağını hissetmek çok acı verici. Fakat kendime bakıyorum, çoğu zaman insanlarla bağlantı kuramadığımı, etkileşemediğimi görüyorum. (Gülüyor)
SON ZAMANLARDA KLASİK MÜZİK DİNLİYORUM
◊ Müzik çalışmalarınız ne durumda? Hâlâ şarkı söylüyor musunuz?
– Müzik için ne kadar çok zaman harcıyordum, tahmin bile edemezsin. Artık oyunculukta o kadar yoğun çalışıyorum ki, mental olarak kendimi sadece aktörlüğe veriyorum. Yeni fikirler üretmeye çalışıyorum. Ama hâlâ radyoda beni yakalayan bir şarkı dinlediğimde o şarkıyı söylediğimi hayal edip insanların deli gibi alkışladığını ya da hayranlıkla dinledikleri hayal ediyorum. Öyle bir fantezim var.
Son zamanlarda neler dinliyorsunuz?
– Son zamanlarda klasik müzik dinliyorum. Öyle bir karar aldım. Daha önce hiç dinlememiştim. Wagner, Bach ve diğer bestecilerin senfonilerini dinliyorum.