Her zamanki kural burada da geçerli; unutmayın, ilk izlenim yanıltıcı olabilir. Çankırı’nın anacaddesi beton dolu upuzun bir vadiyi anımsatıyor. İstasyonun göbeğinden şehir merkezine, yani sağa doğru döndüğünüzde sağlı sollu çınarların olduğu caddenin sonunda Atatürk heykeli karşınıza çıkacak. İşte burası tam kalbi Çankırı’nın. Anıtın tam karşısında ise Çankırı Müzesi yer alıyor. 1903’ten itibaren Hükümet Binası olarak kullanılan yapı, şimdi Çankırı Müzesi olarak hizmet veriyor. Burada, şehrin Hititlerden bile önceye uzanan tarihini inceleme fırsatını yakalayacaksınız. O dönemden miras kalan en önemli eserlerden biri kilden yapılmış ve üzerinde bir evlenme töreninin betimlendiği büyük kırmızı vazo. Vazo İnandık Tepe Höyüğü’nden çıkarıldığı için ‘İnandık Vazosu’ olarak anılıyor. Orijinali Ankara Anadolu Medeniyetleri Müzesi’nde ve daha büyük bir kopyası şehrin sembolü olarak otobüs terminalinin yanında duruyor. Müzede ayrıca Romalılar devrinden kalan cam şişeler var, harika bir aydınlatma ile sergilenen şişeler Çankırı’nın önce ‘Gangra’ ve daha sonra da ‘Germanicopolis’ olarak anıldığı günlerin tanığı.
Müzeden çıktıktan sonra yönünüzü Tatlıçay Nehri’ne doğru çevirin. Büyük ihtimalle Taş Mektep’in yakınlarına çıkacaksınız. Taş Mektep 1886 yılında inşa edilmiş etkileyici bir taş bina. Mustafa Kemal Atatürk ‘Şapka Devrimi’ni tanıtmak için şehre geldiğinde burada kalmış. Günümüzde ise Bilim ve Sanat Merkezi. Taş Mektep’in hemen karşısında yan yana dizilmiş eski Osmanlı evleri var. Bu evlerden biri zamanında postane ve kütüphane olarak hizmet veriyormuş. Yakın zamanda biri ‘Yaran Evi’ modeli olarak restore edildi. ‘Yaran Evleri’, Şanlıurfa’da sıra gecesi olarak bilinen erkeklerin toplanarak sohbet ettikleri yer. Akşam ezanında başlayan ve sabah ezanına kadar devam eden bir yaran gecesi, erkeklerin sadece eğlenmeleri için değil bazı meseleleri de konuşup tartışabilmeleri için düzenlenirmiş.
Şehrin gözbebeği
Nehri geçin, kuzeye doğru ilerleyin ve Taş Mescit Caddesi’nden sola sapın. Yol sizi Çankırı’da göreceğiniz en eski ve en kıymetli esere götürecek. Taş Mescit, Selçuklu Sultanı Alaeddin Keykubad tarafından 1235 yılında yaptırılmış. Orijinali aralarında şehrin valisi Cemalettin Feruh tarafından finanse edilen bir yapılar bütünü olarak inşa edilmiş. Tüm Selçuklu yapılarında olduğu gibi, dış dekorasyonun en etkileyici öğesi, zarif oymalarla süslenmiş ve çifte merdivenle ulaşılabilen kapısı, ancak merdivelerin altındaki üçgen alanda birbirine sarılı duran yılanların betimlendiği sıradışı bir oyma var. Tıbbın sembolü olan bu figür aslında hastaneden gelmiş olmalı, eczacılığın simgesi kabul edilen, bir kupaya sarılmış yılan ise müzede görülebilir. Bina daha sonraları bir dergâh haline gelmiş. Bugünse yapılan restorasyonla Çankırı Karatekin Üniversitesi bünyesinde Hadis Araştırmaları Merkezi olarak hizmet vermesi planlanıyor. Enerjisi yeterli olanlara kuzeye doğru yönelip Tatlıçay kıyısına doğru gitmelerini ve Çankırı Kalesi kalıntılarına tırmanmalarını öneririm.
Bir diğer seçenek ise şehir merkezine dönerek Büyük Cami’yi bulmanız. Yapı ayrıca Sultan Süleyman Cami olarak da biliniyor. Mimar Sinan’la çalışan Sadık Kalfa tarafından 1558 yılında Kanuni Sultan Süleyman’ın hükümdarlığı sırasında inşa edilmiş. Hemen yanında yine son derece güzel bir yapı olan Çivitçioğlu Medresesi var, medresenin yapım tarihi 1754 ve bugün Çankırı Belediyesi’nin geleneksel sanatlar kurslarına ev sahipliği yapıyor. Çevreyi gezdiğinizde, muhtemelen 1886 yılında yapılmış, beton yüzeyli ahşap saat kulesine rastlayacaksınız. Kule, Sultan II. Abdülhamid’in 1901 yılında tahta çıkışının 25 yılı için yaptırılmış. Buğdaypazarı Medresesi, Buğdaypazarı Camii’nin önündeki avlunun bir yanında uzanmış, revaklı, son derece zarif bir yapı. Büyük Camii’nin biraz altında, İmaret Medresesi’nin yanından aşağı indiğinizde alışılmadık bir restorasyon çalışmasına rastlayabilirsiniz: 1885 yılında inşa edilen ve 1980’e kadar kullanılan çamaşırhane. Tek çatı altındaki en büyük çamaşırhane olarak biliniyor.
Türkiye’nin en büyük kaya tuzu rezervi
Çankırı’ya geldiğinizde birileri size mutlaka ‘Tuz Mağarası’ndan söz edecektir. Mağaraya kendi aracınızla ulaşmak için, kırlık alanda 20 kilometrelik hoş bir yolu kentin doğusuna doğru kat etmeniz gerek. Vardığınızda yeryüzündeki en büyük yarıklardan biriyle karşı karşıya olacaksınız. Burası Türkiye’deki en büyük kaya tuzu rezervi ve Hititler tarafından bile kullanılacak kadar eski olduğu düşünülüyor. Tuz mağarası çevresinde 36 eski tunç çağı yerleşimi ve nekropol alanı tespit edilmiş. Bunların 26 adedi tescillenmiş durumda. Hititlerden günümüze kadar tuz üretilen yataklardan topuk sistemiyle alınan tuzlardan geriye geniş galeriler kalmış. Ülkemizde alternatif turizm çeşitliliği açısından da yüksek potansiyele sahip tuz mağarasının dünya sağlık turizmine kazandırılması hedefleniyor.
Burada olmak bile yeterince büyüleyici. İçerinin sıcaklığı 15 derecede sabit. Bir bölümü, şehirdeki güzel sanatlar lisesi öğrencilerinin tuz kayalarını kullanarak yaptıkları eserlerin ve bir zamanlar madenin sahibine ait olan eski bir fayton ile eskiden tuzun madenin girişine ulaşmasını sağlayan demiryolu hattının da sergilendiği küçük bir sergi salonu olarak ayrılmış. Geçmişi hatırlatma görevini üstlenmiş daha ilginç bir obje de var galeride, yaklaşık 250 yıl kadar önce kuyuya düşerek doğal bir mumyalanma işleminden geçtiği sanılan bir eşek. Yakın zamanlarda bir yabantavşanı ona eşlik etmesi için bir kutunun içine konularak üzerine yerleştirilmiş.
Keşif rotanıza almanız gerekenler
lgaz Dağı Milli Parkı: Hem Çankırı’nın hem de Kastamonu’nun il sınırları içinde kalıyor park. Zengin bitki örtüsü ve buna bağlı olarak değişik hayvan türlerine ev sahipliği yapmasının yanı sıra kış sporları için de uygunluğu ve el değmemiş güzelliği dağın bir cazibe merkezi olması için yeterli. İlgilenenler için yayla gezileri ve çeşitli doğa sporları gibi aktiviteler de düzenleniyor. 1800 metre yükseklikteki Yıldıztepe’de kayak yapmak kış sporlarını sevenlerin “mutlaka” listesinde yer alıyor.
Çankırı Müzesi: Yaklaşık 20 bin kadar objeye ev sahipliği yapıyor. Frigya, Helen, Roma, Bizans, Selçuklu ve Osmanlı eserlerinin yanı sıra yaklaşık 8 milyon yaşında olduğu tahmin edilen hayvan fosilleri de ziyaretçilerin ilgisini çekiyor. Cendere (Salman) Höyük ve İndağı Kaya Mezarları: Şehirden Kastamonu yoluna doğru ilerlediğinizde yol kenarında göreceksiniz. Bu yörede bulunan ilk büyük höyük ve elde edilen bulgular Çankırı tarihinin Hititlerden de önceye, eski tunç çağına dayandığını gösteriyor. İnsan eliyle oyularak yapılan mağaralarda kaya mezarları, mezar odaları ve kilise benzeri tapınaklara da rastlanıyor.
Sakaeli Kaya Mezarları: Şehrin Orta ilçesine bağlı bir köy Sakaeli. Köydeki tepenin yamacında bulunan ve büyüklüğü 3 metrekare ile 100 metrekare arasında değişen odacıklar şeklindeki kaya mezarlarının Roma ve Bizans dönemine ait olduğu söyleniyor.
Beşdut Kaya Mezarları: Merkez ilçenin Beşdut Köyü’ne gittiğinizde nehrin iki yakasındaki kayalara oyulmuş ve MÖ 6’ncı yüzyıldan kaldığı düşünülen iki kaya mezarı var. Yörede yerleşimin ne kadar eski olduğu düşünüldüğünde etraftaki diğer kaya mezarları da ziyaretçiler için sürpriz olmuyor.
Yamaç paraşütü: Çankırı ve Ilgaz da bu spora gönül verenlerin tercih ettikleri yerlerden. 2010 yılında Türkiye ve Dünya Yamaç Paraşütü Şampiyonası da Çankırı’nın Bayramören ilçesinde yapıldı.
Çankırı mutfağı: Tipik bir Orta Anadolu mutfağının tüm özelliklerini taşıyor, yani burada beslenme ağırlıklı olarak tahıla dayanıyor. Gelmişken sarmısaklı et, yaren güveci, etli hamur (mantı), fit fit aşı, çet böreği, keşkek, bıhtı, tatlı olarak da çekme helvası, yumurta tatlısı denemeden ve kızılcık ekşisi içmeden dönmeyin. Önerimiz, tercihlerinizin esnaf lokantalarından yana olması.
Termal turizm: Bölge şifalı sular açısından çok şanslı. Kazancı ve Ilısılık maden sularının içerdikleri mineraller ile mide bağırsak sistemi, karaciğer ve pankreas üzerinde olumlu etki yaptığı söyleniyor. Kurşunlu ilçesinde bulunan ve 54 derecelik bir suya sahip olan Çavundur Termal Kaynağı, 16 derece suyuyla cilt hastalıklarında iddialı olan Bozan Hamamı şehrin termal zenginliklerinden sadece birkaçı.