◊ Sinema stilinizden yola çıkarak sormak istiyorum; “The Irishman”i çekerken farklı bir yol izlediniz mi? Çünkü film sinema değil, Netflix için yapıldı ve ağırlıklı olarak televizyondan izlenecek…
– İyi nokta! Öncelikle Netflix konusuna açıklık getireceğim. Yıllardır Robert De Niro ile film yapmak istiyoruz. “Casino”dan sonra birlikte film yapmadık. Yıllar içinde zaman zaman bir araya gelip onun neler yaptığını, benim neler yaptığımı, beraber çalışma durumumuzu, eğer olursa hangi projede çalışabileceğimizi konuştuk. “Casino”yu 1995 yılında yapmıştım. Uzun yıllar önce. Sonrasında ikimizin de hayatında çok şey oldu.
“The Irishman”i Bob (Robert De Niro) bana ilk söylediğinde, Eric Roth “The Good Shepherd”i yazıyordu. Bu arada Bob’a Charles Brandt’ın “I Heard You Paint Houses” kitabını veren kişi Eric Roth. Bob kendi karakterini ve kitabı ilk defa bana anlattığında, onun anlatımında güçlü bir etki gördüm. Çok gerçekti. Hikayede bir şey vardı. Söze dökülemeyen bir şey… Steve Zaillian’ı senaryo için aramıza aldık. Yıl 2009… O dönemde ikimizin de farklı sorumlulukları vardı, farklı işleri yapıyorduk. Eğer filmi 2010-2011 yıllarında çekebilseydik, farklı bir çekim metoduyla çalışacaktım. Bob, Joe (Pesci) ve Al’ı (Pacino) sadece makyajla gençleştirme şansımız vardı. Yıllar geçtikçe o şansımızı da kaybettik…
◊ Sonra…
– Sonra Tayvan’a “Silence” filmini çekmeye gittim. Görsel efekt sorumlusu Pablo Helman sete geldi, dijital gençleştirmeden bahsetti. Ona ilk tepkim “Joe Pesci’ye maske takamazsın! Daha zeki, daha usta bir fikirle gel” oldu. 10 hafta sonra geri geldi. “Sanırım başka bir yol buldum” dedi. Bu yeni yolu denemekten ve test çekimleri yapmaktan başka şansım yoktu. Denedik. ILM’nin bu yeni teknolojiyi sunumu ve elde ettiğimiz sonuçlar gözüme kötü gelmedi. Zamanla da teknoloji daha iyi bir hâl aldı. Bütün bu sorunları aştıktan sonra sıra finansmana geldi. Parayı nereden bulacaktık?
NETFLIX BANA HİÇBİR MÜDAHALEDE BULUNMADI
◊ Oldukça yüksek bir bütçe ayrıca…
– Evet! Filmi Joe, Al ve Bob’un genç hallerini teknoloji kullanamadan elde edeceğimiz yıllarda (2009-2010-2011) çekmeye karar vermiş olsaydık bile, Hollywood’dan finansman bulamamıştık. Neyse… “Silence”ın çekimleri bitti, nasıl oldu hatırlamıyorum ama bana Netflix’in filmle ilgilendiği ve filmi finans edeceği söylendi.Çok düşündüm.
◊ Neden düşündünüz?
– İşin her yönünü düşündüm. Bob’u, karakteri, senaryoyu… Netflix filme destek olacağını ve yaratıcı olarak bana tam özgürlük vereceğini söyledi. Evet, film çoğunlukla ve öncelikli olarak televizyonda gösterilecek ama sinemada da gösterilecekti. Kabul etmeye karar verdim. Çünkü filmi yapmak istiyordum.
75 yaşındaydım ve bu hikayeyi anlatmak istiyordum. Bu arada Netflix dediği gibi bana yaratıcı açıdan hiçbir müdahalede bulunmadı. Kariyerim süresince yaptığım en özgür filmdi ve inanılmaz bir deneyimdi.
SİNEMADA DEVRİM YAŞIYORUZ
◊ Film beyazperdede vizyona sokulduğu için ödül şansı da doğdu…
– Kendi kendime çok düşündüm. 39 yıl önce yaptığım “Alice Doesn’t Live Here Anymore”, ödül seçmelerine hak kazanmak için sadece bir hafta gösterimde kalmıştı. “King of Comedy”yi de vizyonda sadece bir hafta tuttular. Uzun lafın kısası, dört haftadan kısa süre vizyonda kalan filmlerim oldu. Netflix üç-dört hafta önceden vizyona sokup, dijitale koyduktan sonra da vizyonda tutma sözü verdi.
Ben de tamam dedim! Finansman tamamdı, yaratıcı olarak özgürdüm, sıra filmi nasıl düzene koyacağıma geldi.
◊ Nasıl yaptınız bunu?
– Abartıya kaçmadan, hikayeyi görsel olarak temiz, açık bir şekilde anlatmak istiyorum. Bir başka deyişle fazlalıkları atıp filmi roman gibi anlatmak istedim. Sinemanın verdiği 2-2 buçuk saatlik süre mecburiyeti yoktu. Neyse! Şimdi gelelim esas konuya; “Film sinemada izlenmeli”… Bu projede önceliğim filmi yapabilmek oldu. Sinemada devrim yaşıyoruz. Artık film yapmak, hikaye anlatmak için daha çok olanak var, daha çok yol var. Sinema görsel bir sanat. Gençlerin algılama şekli farklı. Tek bir düğmeye basarak farklı bir dünyaya giriyorlar. Ben o dünyaya ait değilim. O dünyaya yakın da olmak istemiyorum.
Sinemanın tanımı değişiyor. Bazı şeyler beni de şoke ediyor. Artık telefonla film çekiliyor ve bu yeni forma karşı koyamıyoruz.
SÜPER KAHRAMAN FİLMLERİ KÖTÜDÜR DEMEDİM
◊ Sinema yeniden tanımlanıyor demişken, “Marvel filmleri sinema değil” diyerek yeni bir tartışmanın fitilini ateşlediniz. Neden böyle bir yorum yaptınız?
– Sinema, bu ülkede (Amerika) ve Fransa’da aynı zamanda yaratıldı. Sinema tartışmasız en müthiş, en harika, en sıra dışı sanat dallarından biri. Başlangıçtan itibaren geçen zamanda dünya değişti, iletişim değişti, sanat da değişti. Süper kahraman filmleri son birkaç yıldır artmaya ve sinema deneyimini ele geçirmeye başladı. Bizim filmlerimize, insanı anlatan filmlere sinema salonlarda yer var mı artık sence?
◊ Oldukça azaldı…
– Evet! Süper kahraman filmleri kötüdür demedim. Evet, eğlendiren filmler. Evet, seyirciyi çeken filmler. Evet, sinema salonlarını dolduran filmler. Salonlar da para kazanmak zorunda. Anlıyorum!
İşin ticari yönünü biliyorum ama bu filmler bizim filmlerimizi sinema salonlarından uzaklaştırmamalı, geriye atmamalı…
“Singing in The Rain” gerçek sinema. Birkaç yıl önce yapılan “Moonlight” da sinema. Süper kahraman filmi mi yapmak istiyorsun? Yap! Yolun açık olsun. En büyük gişeleri de yapsınlar. Ama lütfen “sinema tarihinin en büyük açılışını yaptı” demeyin o filmler için.
Gişede en büyük açılışı yapabilirler ama sinema tarihinde değil. Bu ikisi ayrı şeyler. Zaten bu sebeple iş, iki ayda bir süper kahraman filmi vizyona sokmaya dönüştü. Peki sanat?
Ben sanat deyince “Oh yaşlı adam işte, sinemada çocuklarımız ne izleyecek!” diyorlar. Benim çocukluğumda Hitchcock filmleri gişe filmleriydi. “Psycho”yu açılışının üçüncü gününde New York’taki DeMille Sineması’nda izlediğimi hatırlıyorum. Muhteşem bir deneyimdi. Şimdi… Hitchcock filmleri ile süper kahraman filmleri arasındaki fark ne?
◊ Ne?
– Hitchcock filmini 10 yıl sonra, 20 yıl sonra da izlesen her seferinde yeni bir şey öğrenirsin. Kendinle bağlantı kurarsın. Çünkü o filmler zayıf yanlarımızı, zaaflarımızı, deliliklerimizi, başarısızlıklarımızı, ikilemlerimizi, manevi çatışmalarımızı anlatıyor. Sadece iyi adam kötü adamı öldürüp dünyayı kurtarmıyor.
Tekrar ediyorum; süper kahraman filmleri çok iyi yapılabilir. Ama genç insanların, insan ve hayat deneyimini anlamaları için bizim hikayelerimize ihtiyaçları var.
Sinema salonları artık bizi ayrıştırıyor, filmlerimizi istemiyor, çünkü gişeyi o filmler yapıyor. Oldukça kötü bir gidiş. O yüzden böyle bir yorum yaptım…
YETENEKLİ OLMASANIZ DA YÖNETMENLİKTEN VAZGEÇMEYİN
◊ Sinema tarihinin en önemli yönetmenlerinden birisiniz. Sadece gençler değil, Hollywood’da büyük yapımlara imza atan isimler de sizin ekolünüzü takip ediyor ve filmlerinizden etkileniyor. En son Todd Phillips’in “Joker”inde Scorsese etkilerini izledik. Genç yönetmenlere, bu işi yapma hayali kuran insanlara neler tavsiye edersiniz?
– Yetenekli olmayabilirler. Vazgeçmesinler… Eninde sonunda bir şeyler öğrenecekler. Lakin kendilerini görsel olarak ifade edebilmeliler. Eğer başka şansları yokmuş gibi bu işi yapmak istiyorlarsa, bu iş dışında başka bir hayat düşünemiyorlarsa, kendilerini hiçbir şey olamama riskine rağmen bu işe adıyorlarsa, doğru yoldalar.
◊ Neden böyle düşünüyorsunuz?
– Çünkü milyonlarca roman yazılıyor. Her yazar harika mı? Hayır değil ama hâlâ yazıyorlar. Başka bir iş yapmıyorlar. Aynı şekilde her ressam ya da müzisyen müthiş mi? Değil. Hepsi başarılı ve çok mu yetenekli? Değil ama başka bir iş yapamıyorlar. Anlıyor musun ne demek istediğimi?
Bu iş senin hayatınsa sonuna kadar gideceksin. Eğer başarılı olursan ne mutlu, çünkü başarı kutsal bir şey. Diğer taraftan başarıyla başa çıkmak zor bir şey. İnsanların beklentisi yaratıcılığını etkilememeli. Eğer her şeye rağmen bu işi yapmak istiyorum diyorsan, kapının anahtarını eline almışsın demektir.
◊ Peki yetenek konusu?
– Yetenek çok önemli. Ama bu işte eğer dikkat edersen öğrenebilirsin. Orson Welles’in dediği gibi; en mükemmel kamerayı nasıl kullanacağını 4 saatte öğrenebilirsin. Peki sonra? Vizyon! Görmek, resmetmek, anlatmak! Bu iş bitmeyen bir çaba, bitmeyen bir mücadele. Her şeye rağmen coşkunu, şevkini kaybetmiyorsan, doğru yerdesin.
BAZI ŞEYLERİ SADECE GÖRÜRÜZ
◊ “Goodfellas” ve “Casino” diğer gangster filmleriniz. O filmlerinizdeki şaşaayı, paranın getirdiği lüks hayatları “The Irishman”de görmüyoruz. Neden son filmde bu yönde bir tercih yaptınız?
– Güzel soru! “Casino”da her şey aşırıydı. O filmde istikamet öyle olmalıydı. Bu filmde ise gerçek güç, sessiz ve karanlıktı. Tarihin karanlık güçleri söz konusuydu!
Neden bu yolu seçtim… JFK’i kim öldürdü, Bobby Kennedy’yi kim öldürdü, Martin Luther King’i kim öldürdü bilmiyoruz. Bilsek fark eder miydi? Bilemeyiz.
Bazı şeyler vardır ki sadece görürüz. Ben büyürken insanları hatırlıyorum. Konuştuklarını duymasam bile vücut dilleri ile ağır ve derin şeylerin varlığını hissederdim. Amerika Başkanı’nın cinayete kurban gitmesinden bahsetmiyorum sadece. Mesela bazı yerlere yaklaşmamam gerekirdi. “Oralara gitme” derlerdi. Neden oralara gitmeyeceğini kurcalamadan saygı duyup uzak dururdun. Açıklanamayan bir korku vardı.
Filme dönersem… İki-üç kişi barda ya da arabada oturuyor, ne yapacaklarını konuşmuyorlar bile. Sadece bakışları anlatıyor. Hikayede en göze çarpan şey de buydu. Jimmy Hoffa dönemin en güçlü adamlarından biriydi ama yanlış insanlarla arkadaşlıklar kurdu ve o insanları hafife aldı. O dünyada insanlar engellendiklerini hissettikleri anda karşılarındaki kişinin işini bitirirler.
Kimse duymaz ve görmez. Karşılarındaki kişi ortadan kaldırılır. Sadece gangster dünyasında olan bir şey değil bu! Julius Caesar’ı düşün, evlatlığı Brütüs tarafından öldürüldü. Kötü bir adam mıydı? Hayır ama aşırıya kaçtı ve işi bitirildi. Güç ve insanlar… Ben de filmin çatısını bu bakış açısından yarattım ve o yönde ilerledim.