Türkiye’nin birçok şehrinden Kiev’e uçak seferleri var. Yaklaşık iki saatlik bir yolculuğun ardından şehrin giriş kapısı olan havalimanına iniyorsunuz. Havalimanından şehre gitmek toplu taşıma ile oldukça karmaşık. Durum böyle olunca mevsimin kış olması beni akıllı telefon uygulamalarına yönlendiriyor. Yolculuğumun ücretini önceden görebildiğim bir uygulama üzerinden bulduğum taksi ile istikamet şehir merkezi!
Her seyahatin bir sebebi vardır, benim Kiev maceramın sebebi ise Yunus Emre Enstitüsü’nün Kiev’de düzenlediği baklava etkinliği. Türkçe’nin öğretilmesi ve Türk kültürünün tanıtılması için dünyanın birçok ülkesinde etkinlikler düzenleyen enstitü, Gaziantepli baklava ustalarının marifetli ellerinden çıkan nefis baklavaları Ukraynalılara ikram etti ve herkes bayıldı. Yabancı bir ülkede Türk olmayan biriyle baklava yerken Türkçe sohbet etmenin keyfi muazzamdı. Şimdi gelelim Kiev ile ilgili detaylara…
Isınmak için en doğru adres müzeler
Şubat ayının ortasında gittiğim Kiev hem soğuk hem de kar yağıyor. Böyle havalarda gezi rotaları arasına bolca restoran ve müze eklemek üşümeden gezmek için izlenebilecek en doğru yöntem. İkinci Dünya Savaşı Müzesi ilk durağım. Yalnız şimdiye kadar iki kere konumu, bir kez de ismi değiştirilen müze benim için biraz hayal kırıklığıydı. Çok basit tasarlanmış, sanki aceleye gelmiş gibi. Ukrayna tarihi açısından nispeten önemli olsa da savaşa dair duyduğum üzüntü hissini yükselten bir etkisi yok.İçeride sergilenen birçok eser başka ülkelerden getirilmiş. Müzenin üstünde bulunan 62 metre yüksekliğindeki devasa boyutlarıyla Anavatan Heykeli ise müzeden Kiev’e bakıyor.
Alış veriş cenneti: Kreşatik Caddesi
Şehrin en işlek caddesi Kreşatik (Khreschatyk st) Trafiğe kapalı olmayan büyükçe bir cadde burası. Kendime bir cenah seçiyorum; mağazaları süzüp, Kiev sokaklarını arşınlayarak Bağımsızlık Meydanı’na (Majdan Nezaležnosti) doğru yürüyorum. Cadde üzerinde birçok mağaza ve vakit geçirilebilecek restoran ve kafe var. Bu cadde alışveriş yapmak isteyenler için de büyük kolaylık.
‘Stroganof’u tatmadan dönmek olmaz
Bağımsızlık Meydan’ı, Ukrayna’daki birçok siyasi protestoya ev sahipliği yapmış ve tıpkı İkinci Dünya Savaşı Müzesi gibi zaman içerisinde ismi defalarca değiştirilmiş. Meydan, içerisine yerleştirilmiş epeyce yüksek bir kaide üzerinde kollarını açmış simsiyah bir heykele sahip. Kiev’de baktığım her yerde olan Aroma Kava’nın meydan içerisinde yemek servisi veren bir restoranı var. Ukrayna’ya gelmişken Sovyetlerden bağımsızlığını kazanan ülkelerin yemeği ‘stroganof’u burada da denemek istiyorum. Şef, patates püresi yatağında ince dilimlenmiş et parçalarını mantar sosuna bulayıp jülyen kesilmiş kornişon turşu ile karıştırarak sunuyor. Lezzet uyumu ve damakta bıraktığı tat harika. Açık konuşmak gerekirse bu kadar keyifli bir yemek deneyimi beklemiyordum.
Kiev, soğuk ve kapalı… Fakat insana rehavet veren havasına rağmen sıcacık bir şehir. Dolaşırken rengârenk ibadethaneler ve evler insanı ısıtmak için tek başına yeterli. Sokaklarda yürürken geçtiğimiz yüzyılda inşa edilen evler arasından geçerken St. Michael Altın Kubbeli Katedrali ile karşılaştım. Bebek mavisi üzerinde şapka gibi taşıdığı altın rengi kubbeler çok hoş. Ortaçağ’dan beri ayakta olan Orijinal Katedral 1930’larda Sovyetler tarafından yıkılmış. Ukrayna’nın bağımsızlığını takiben yeniden inşa edilmiş. Dinyeper Nehri’ni selamlar şekilde uçurumun yanına kurulan katedralin arka bahçesinden yola devam ettiğinizde istikamet Andreas Yokuşu. Bu yokuş ‘Eski Şehir’ ya da ‘Yukarı Şehir’ olarak adlandırılan mahalleden ticaret yapılan Podil Mahallesi arasındaki en kısa geçiş ve bu iki mahalleyi birbirine bağlamasıyla önem kazanmış. Bu yokuşun hemen başındaki muazzam yeşil görüntüsüyle Aziz Andreas Kilisesi gökyüzünün bir parçası gibi. Mimari ve tarihi açıdan pek bir özelliği olmayan kilise, rengi ve konumu ile gayet güzel. Her renk evin olduğu Kiev’de her renkte ibadethane de görmek mümkün.
Karadeniz’in karşı kıyısına geçmişken balık tatmak şart
Gagavuz Türkleri’nin işlettiği ‘Dash Fish’ isimli restoran mutlaka uğramanız gereken bir yer. Kiev, 250 yıl Hazarlar, 260 yıl da Altınordu egemenliğinde yaklaşık 500 yıl Türkler tarafından yönetilmiş. Dinyeper Nehri kıyısına kurulmuş şehrin Hazarlar mı yoksa Kievan Rusları tarafından mı kurulduğu hakkında kesin bilgi olmamasına rağmen şehrin isminin Türkçe kökenli kıyı evden geldiği düşünülmekte. Sovyetlerin, Ruslaştırma politikası gereği Kırım ve civarındaki Türkçe isimli bütün şehirlerin ismi Rusçalaştırılmış. Biri hariç, Bahçesaray. Bunun sebebi ise şair ve yazar Aleksandr Puşkin…
Puşkin bir şiirine, ‘Bahçesaray Çeşmesi’ adını verdiği için, 40 bin nüfuslu kentin adı Kırım Hanlığı döneminden bugüne kadar değişmeden geliyor. Sovyetlerin, tırnak içinde Ruslaştırma politikası uygulamadığına dair kanıt olarak da bu şiir gösteriliyor. Bu şiir olmasaydı Bahçesaray ismi de olmayacaktı. Karadeniz kıyısındaki şehirlerde Türk nüfus oldukça yoğunken, Kiev’de de Türkçe konuşabileceğimiz soydaşlar hâlâ yaşıyor. Gagavuz Türkleri’nin işlettiği bu güzel restoranda tam da mevsimi olması sebebiyle kalkan tattım. Karadeniz’in enfes lezzetini sade bir sunumla ama tadı kaybettirilmeden ve yağa boğmadan lezzetli pişirmeyle servis ediyorlar. Mevsim kış, hava erken kararıyor. Restorandan çıkana kadar şehir siyahlara büründü bile… Sarı sokak lambalarının altında yürürken dudaklarımda Karadeniz’e yazılmış o güzel şarkı; “Çırpınırdı Karadeniz bakıp Türk’ün bayrağına”