Farklı kültürleri ve cemaatleri içinde barındıran turistik ama maalesef turistik özelliğini zaman içinde kaybetmiş, bir yandan da turistik yerlerini de sanki define gibi içinde saklamış, bizlerin ziyaretiyle keşfedilmeyi bekleyen nadide yerler burası… Bozulmuş bir puzzle gibi duran Yedikule Zindanları ile başlayalım. Marmaray’dan inip Kazlıçeşme’ye geldiğinizde yürüyerek 10-15 dakika sonra buraya ulaşacaksınız. Hatta Kazlıçeşme de keşfedilecek bir yer. Tarih boyunca 1950 ve 60’lı yıllarda sanayi yeri olarak tarihe geçmiş. Özellikle ‘Debbacılık’ dediğimiz deri boyamalarıyla ünlü…
Hatta 1960’larda ve 70’lerde çocukluğunu burada geçirmiş insanlarımızın anlattıklarına göre “tabakhaneye … yetiştirmek” deyimini de günümüze kadar taşımış. Cumhuriyet yıllarında deri boyama ve yapıştırıcı özelliği ile deri sektöründe kullanılan tezekler çocuk denecek yaştaki gençlerin ellerinde tabakhaneye koşuşturarak yetiştirilirmiş. İşte bu yüzden bu deyim bir şeyi aceleyle yetiştirmek anlamında dilimize yerleşmiş. Yedikule zindanlarını şu sıralar görmek imkânsız, hâlâ tadilat halinde. Ziyarete açıldığında İstanbul’a büyük değer katacağı kesin. Fransa için ‘Bastille’ ne kadar önemliyse, zamanında Osmanlı için de Yedikule Zindanları büyük önem taşıyordu.
Yedikule’de Ermeni ve Rumların paylaşamadığı hastane
Semt iki önemli hastaneyi barındırıyor. Zeytinburnu tarafında kalan bu hastaneler Surp Pirgiç Ermeni Hastanesi ve Balıklı Rum Hastanesi. Bugün bu iki hastane Ermeni ve Rum azınlığı arasında ihtilaf yaşamasına sebep olmuş, arada bir arazi anlaşmazlığı ile davalık olmuş. Ermeni azınlığı “Bize bu araziyi Osmanlı Devleti verdi” demiş Rumlar ise “Bizans zamanından beri bu arazi atalarımızdan kaldı” diyerek sahiplenmiş. Hastanenin yakınında bulunan Balıklı Rum Kilisesi’nin ayazması da İstanbul’un en önemli ayazmalarından biri. Ayın Biri Kilisesi ve özellikle Edirnekapı’dan Balata inerken uğramamız gereken Braherna Ayazması da diğer güzergâhlardaki önemli ayazmalardan.
Yedikule’den Samatya’ya
Antik dönemde suçluların ve idam mahkumlarının gömüldüğü bir mezarlık bölgesiyken sonrasında balıkçılıkla uğraşanların yaşadığı bir köy olan Samatya, Osmanlı zamanında Sultan II. Mehmet’in yeni bir başkent kurgusu olarak tasarladığı, Rumların yanı sıra Ermeni azınlıkların yerleştiği İstanbul’un Paris’i idi. Semtin en önemli kişiliklerinden Aydın Boysan’ı da bu noktada rahmetle anıyorum. Gaz lambalarıyla aydınlatılan zamanlarda ve sobalı evde büyüyen Aydın Boysan Samatya’dan hep övgüyle, mutlulukla bahsederdi. Buraya kadar gelip bir zamanların reyting rekorları kıran dizisi ‘İkinci Bahar’ın çekildiği restoranı görmeden de olmaz. Listenize mutlaka ekleyin. O meşhur dizide kimler vardı ve ne starlar çıktı, ne güzel sıcak aile ortamları yaşattı bize…
Kilislerin izinde keşif
Semtin en önemli yapısı olan Marmara caddesi üzerindeki Sulu Manastır (Surp Kevork Kilisesi) olarak bilinir. Eski bir Ortodoks kilisesinin bol sulu ayazmasından adını alan manastır 17. yüzyıla kadar Ermeni Patrikliği’ni barındırıyordu. Sulu Manastır’dan sonra solda yer alan Milli Müdafa Caddesi’nin üzerinde Mimar Sinan Yapısı iken 19. yüzyılda yenilenen Abdi Çelebi Camii ve Sulu Manastır’ın alt sokağında yer alan Ağa Hamamı yine Mimar Sinan’ın eseri ve türünün son örneği, görmeden geçmek olmaz.
‘Abdi Çelebi Cami’nin yanından ‘Abdurrahman Nafiz Gürman Caddesi’ne inelim… ‘İmrahor İlyas Bey Caddesi’ adını alan bu cadde üzerinde çok sayıda kilise var. İlk karşımıza Selvili Kilise yani Aya Yorgi Kiparisas çıkıyor. Sekizgen kasnaklı kubbeye sahip olan kilise 1834’ten sonra tadilat görmüş ve bu haline ulaşmış. Yedikule’ye doğru yürüdüğünüzde de karşınıza Aya Mina Kilisesi çıkacak. Bu arada kilisenin altında bir şehitlik olduğu iddiaları var. Hemen ilerisinde ‘Karaman Kilisesi’ diye bilinen Samatya Hagios Konstantinos Kilisesi’ni göreceksiniz. Kilise şehri yeniden kuran Konstantin ile koyu bir Hristiyan olan annesi Helena’ya adanmış. Hatta Konstantin’in sağ ve sol parmak kemiklerinin burada korunduğuna inanılır.
Hemen arkasında ünlü ‘Studios Manastırı’ bulunuyor. İstanbul’un ayakta kalabilmiş en eski Bizans yapısı olma özelliğini taşır ve Vaftizci Yahya Kilisesi’nin kalıntılarını görebilirsiniz. Kilise 1486 yılında önemli bir şahsiyet olan İmrahor İlyas Bey tarafından camiye çevrilmiş ve Mirahur tekkesiyle ünlenmiş. Ama ne yazık ki 1894 depremiyle çökmüş ve kullanılamaz hale gelmiş. Bu arada Samatya’da şehir yangınlarından daha az etkilenmiş hâlâ kendisini koruyabilen çok güzel ahşap kargir binalar bulunur.
Dünyaca ünlü zil üreticisi ‘Zilciyan Ailesi’ de bu semtten çıkmış. Kanuni Sultan Süleyman’ın hayran olduğu ve sarayına taşımak istediği mozaikler de bu semtin kiliselerinde yer alıyor. Kapalıçarşı esnafının, memleketlerinde barınamayan Yozgat ve Kayserili Ermenilerin sığınağı Samatya. Bu semtin sokaklarında dolaşmak bir başka güzel, inanın siz de seveceksiniz…
Gelelim Cerrahpaşa’ya…
Cerrahpaşa’da ise Cerrahpaşa Camii harika bir bahçe içinde yer alıyor. Tarihi 1593 yılına dayanan tarihi bir yer. Camiyle birlikte kütüphanesi, altıgen türbesi, şadırvan, sebil, çeşme ve hamamdan oluşan külliye görülmesi gereken yerlerden… Cerrahpaşa caddesi boyunca devam ederseniz 1912 yılında İtalyan mimar Giulio Mongeri tarafından bulgur tüccarı Mehmed Habib Bey için yapılmış, üst katında muhteşem deniz manzarası olan Bulgur Palas görülmeye değer. Palas 1920’lerde Osmanlı Bankası mülkiyetine daha sonra günümüzde Garanti Bankası Mülkiyetine geçmiş ve maalesef kullanılmıyor.
Bugün yoğun yapılaşmanın etkisi altında olan ‘Haseki Hürrem Cami’nin yanındaki bölge bir zamanlar İmparator Arcadius’un meydanıymış. 402 yılındaki zaferlerini ilan etmek için Roma’daki Trajan Sütununa benzer sütunu yedinci tepesine diktirmiş. Sütunun tepesinde şehri gözleyen bir peri heykeli varmış. İlk zamanlarda Evliya Çelebi’ye göre Konstantin bu perileri kaldırıp şehri koruyan gözcülerin tehlike anında çaldıkları çanları yerleştirmiş. II. Thedosius ise babasının atlı heykelini diktirmiş ancak heykel 704 depreminde düşmüş ve parçalanmış, daha sonra da binaların üzerine çökme tehlikesiyle kaldırılmış bugün sadece büyük kısmı ağaç tarafından gizlenen kaidesi yer alıyor. İstanbul’u koruduğuna inanılan tılsımlardan biri olan bu tarihi sütunu hayal etmek, düşünmek bile insana güven veriyor. Bu değerli bilgilendirmeler için kokartlı rehberimiz Mois Gabay’a teşekkürlerimi sunarım.