İlk oyundan biraz bahsetmeden ikinci oyuna geçiş yapmak istemiyorum. The Last of Us, Sony PlayStation 3 konsolunun en sevilen oyunlarından biriydi şüphesiz. Pek çok oyuncunun bu oyundan sebep konsol aldığının da altını çizmek gerekiyor. Oyun öylesine büyük ilgi gördü ki, daha sonra PS4 için The Last of Us Remastered sürümü de satışa çıktı. Ben o oyunu da edindim ve tekrar tekrar oynayıp bitirdim, hiç üşenmeden, büyük bir keyifle.
The Last of Us’ı diğer oyunlardan ayıran pek çok etken var; ancak bunun en başında pek çok inceleme yazısında da göreceğiniz gibi oyuncuyla duygusal bağ kurabiliyor olması. Biz hikayenin içindeyiz ve kahramanlarımızla bir duygu alışverişimiz var; bu da onların hayatta kalmalarının bizim için de hayati bir önem arz etmesi anlamına geliyor. Yol boyunca birilerini kaybediyoruz ve başımıza gelenlere gerçek manada üzülürken buluyoruz kendimizi; ve tabii o müzikleri yok mu hele; gerçekten de şahane. Spotify’ı açıp ara ara ‘soundtrack’ini dinlerim, iyi gelir nedense. Kıyamet sonrası yeni dünya düzenini anlatan oyunda aslında bir düzende yok; pek çok grup var ve hepsi hayatta kalma mücadelesi içinde. İlk oyunda kahramanlarımız Joel ve Ellie idi. Her ikisi de gönülden bağlıydık ve canları yandığında bizim de canımız sıkıldı. Ellie çok daha küçük bir çocuk olduğundan Joel ile olan diyaloglarını takip etmek müthiş bir keyifti.
Neyse, konuyu çok dağıttık. İlk oyunda Ellie ile Joel hastaneye ulaşmaya çalışıyordu ve dünyayı çepeçevre saran virüsün etkisinden sadece Ellie dünyayı kurtarabilirdi. Ama Joel’un hamlesiyle her şey değişiyor ve oyun unutulmaz bir finale imza atıyordu.
The Last of Us Part II ise oyunun hikayesine devam ettiğimiz bir oyun. Hikayede o kadar çok sürpriz var ki, oyun esnasında ‘yok artık’ dediğim pek çok sahne geçişi olduğunu söyleyebilirim. İlk oyunda Ellie ile daha barışıktım açıkçası; ama bu oyunda Ellie ile yer yer ters düştüğümüz oldu; fikirlerimiz çatıştı yani. ‘Ellie yapma’ diyorum içimden, ama hikayeye bağlı kaldığımdan istemediğim eylemler içinde de bulabiliyorum kendimi.
Oyun yaklaşık 30-35 saatlik bir oynanış süresi sunuyor. Doyurucu mu derseniz; bence ‘eh işte’. Yani daha da uzun olmasını bekliyorsunuz. Bunca sene bekledikten sonra zaten ne kadar uzun olursa olsun bana yetmeyeceğini biliyordum; o yüzden şaşılacak bir durum yok. Hikayede yer yer aksaklıklar bulunsa da, bazı görevleri yaparken ‘niye bunu yapıyorum, ne gerek var’ deseniz de oyunun hikayesi sizi sarıyor kesinlikle. Ama ilk oyunun hikayesinin yeri çok özel, onu da belirteyim.
Grafikler gerçekten de muhteşem. PlayStation 4 Pro ile deneyimlediğim oyun, gerçekten de konsolu sonuna kadar zorluyor. Oldukça geniş bir haritaya sahibiz; yani ilk oyunda daha sınırlı olan alanlar çok daha geniş. Binaların katlarını tek tek çıkıyor, çatışma içine girebiliyoruz. Oyuncu isterse hedef odaklı hikayeyi daha hızlı bitirebilecekken, ben her yeri dolanmayı tercih ettim; hem mühimmat topladım hem de oyunun keyfini biraz daha çıkardım. Ama binalar genelde boş görünse de, pek de öyle değiller! Hava koşullarının da altını çizmek istiyorum. İlk oyunda iklim değişikliğini oyun ilerledikçe yaşıyorduk ve son olarak ilkbaharda oyun sona eriyordu. Ancak The Last of Us Part II’de mevsimleri iliklerinize kadar hissediyorsunuz; çok ama çok gerçekçi. Karakış ortasında atlarımızla bir noktaya giderken biz de üşüyor gibiyiz; o fırtına sesleri, kar fırtınasının yarattığı ambiyans muhteşem. Ya da gök gürültülü sağanak yağışın olduğu bir başka sahne de hayli gerçeğe yakın. Bu da kendinizi daha çok oyunda bulmanızı sağlıyor. İlk oyunda bu daha yüzeyseldi; ikinci oyunda hava şartları üzerine epey çalışılmış belli ki.
Biraz da müziklerden bahsedelim. İlk oyuna kıyasla çok daha geren müzikler var bu kez. Ben de yer yer tempo tutup düşmanlara saldırdığımı biliyorum yani; daha doğrusu sizi gaza getirip elinizde ne varsa düşmana saldırabiliyorsunuz. Bu müziklerim gerilimi arttırdığı da bir gerçek. Kesinlikle kulaklığı takıp oynayın; çünkü müziklerle birlikte atmosferi iyice anlamak için iyi bir ses sistemi veya kulaklık şart.
Karakterlerimiz biraz daha büyümüş yeni oyunda. Ellie, artık 19 yaşında genç bir kız. Ve evet, ilk oyunun aksine Ellie artık yüzme biliyor. Bu elbette çatışmada bize katkı sağlıyor. Ellie’nin çatışma esnasında yüzüne baktığınızda surat ifadesinden etkileneceğinizi söyleyebilirim.
Oynanışa gelelim. İlk oyuna göre epey yol kat etmiş The Last of Us Part II. Öncelikle çok daha gerçekçi bir oyun deneyimi sizleri bekliyor; bunu baştan söyleyeyim. İnternette yayınlanan videolardan da anlaşılacağı üzere Ellie, kokusunu alan köpek yüzünden bile zor duruma düşebiliyor ve düşman onu fark edebiliyor. Düşmanlarla yapılan çatışmada yaratıklarla insanları birbirlerine düşürdüğünüz sahneler var. Ancak bu biraz sınırlı tutulmuş, daha çok birbirlerine düşürmek isterdim açıkçası! Ellie, ilk oyundaki gibi bıçağı ustaca kullanıyor ve ölüm sahnelerinde çıkan sesler gerçekten ürkütücü. Yakın dövüş çok daha keyifli bir hale gelmiş, yani gerçekçi olmuş. Yer yer saldırılardan kaçmayı başarırken, counter-attack yapabiliyor olmanız iyi düşünülmüş.
Oynanıştan bahsederken silahların da üzerinde durmadan geçmeyelim. İlk oyundakine göre silah sistemi biraz daha gelişmiş, yeni seçeneklerimiz de var. Tabancalar, pompalı tüfekler, yay ve oklar ve elbette çeşitli bombalar. Bu silahları da oyunda zaman zaman karşınıza çıkacak masalarda geliştirebiliyorsunuz; bu da topladığınız materyallerle alakalı. O yüzden her yeri iyice dolaşın, ne bulursanız yanınıza almayı ihmal etmeyin derim ben!
Naughty Dog, oyunun zorluk seviyesini malzemeye göre endekslemiş. Yani ne kadar zorluğu artırırsanız o kadar malzeme sıkıntısı çekiyorsunuz ve daha az mühimmatla düşmanları öldürmek elbette çok daha çok. Hele hele yaratıkların bazılarını nasıl öldürebileceğimi gerçekten düşünemiyorum bile!
Peki düşmanlarımız kimler? Yaratıklarımızdan başlayalım, daha doğrusu hastalıklı olanlardan. Genel olarak ilk oyundakinden farklı bir tablo yok; çeşitlilik çok artmamış ama bundan şikayetçi değilim açıkçası. Clicker’lar, Stalker’lar, Shamber’lar ve Bloater’lar… Bunlar sizi gerim gerim geren hastalıklılar. Stalker’lar çok daha can sıkıcı örneğin; nerede olduklarını anlamıyorsunuz ve en olmadık zamanda karşınıza dikiliveriyorlar. Bu hastalıklılar ne kadar enfekte olursa o kadar büyük ve devasa bir yaratığa dönüşüyor. Gelelim insanlara… FEDRA yani Federal Disaster Response Agency, ilk oyundan sonra karşımıza çıkan yeni bir grup; ancak bu grup Washington Kurtuluş Cephesi yani WLF adında bir grupla çatışma halinde. Bu grup hayli disiplinli ve bir ülke ordusu gibi hareket ediyor. Tabii Serefiler grubu da var ki, bunlar hikayede özel bir yere sahipler. O ıslıkları halen kulağımdan gitmiyor!
Oyunun Türkçe alt yazı ve Türkçe dublajının da hayli başarılı olduğunu söyleyebilirim.
Özetle The Last of Us Part II, bana beklediğimi verdi ve tekrar tekrar oynayabileceğim bir oyun karşıma geldi. İnternette yapılan olumsuz yorumlara aldanmadan önce kendi deneyiminizden yola çıkmanızı öneriyorum. İlk oyunu sevenlerin bu oyuna çok fazla burun kıvıracağını sanmıyorum.
Hürriyet Teknoloji Puanı: 96