Gaziantep’ten Urfa’ya araçla yaklaşık 1 saat 15 dakikada vardık. Halfeti ayrımından girdik yol kıvrımlı ve dar. Otobüsle bir yere kadar geliyorsunuz daha sonra küçük minibüslerle göl kenarına inebiliyorsunuz. Biz küçük bir araçla gittiğimiz için çok şanslıydık aşağı kadar inebildik. Göl kenarında bulunan balık restoranın içinden geçerek kaptanımızla buluştuk. Hava soğuktu ancak tekne turu yapmalıydık, müthiş bir manzara uçsuz bucaksız kayalık alanda kıvrımlı güzergâhta teknemizle yol aldık.
İleride solda İncil’in bir bölümün yazıldığı Rumkale, Fırat Nehri ile Merzimen Çayı’nın birleştiği, yüksek kayalarla örtülü bir tepe üzerinde konumlanmış beni selamlıyor. Antik dönemden günümüze kadar Şitamrat, Kal-a Rhomayta, Hromklay, Ranculat, Kal-at el Rum, Kal-at el Müslimin ve Kale-i Zerrin (Altın Kale) gibi bir çok isimle adlandırılan Rumkale’deki mimari kalıntılar Geç Roma ve Ortaçağ karakteri taşımakta. Kalede bugün görülebilen yapılar arasında Aziz Nerses Kilisesi, Barşavma Manastırı, çok sayıda yapı kalıntısı, su sarnıçları, kuyu ve hendek yer alıyor. Roma döneminde Hz. İsa’nın havarilerinden Yohannes’in Rumkale’ye gelip yerleşmesi ve burada Hıristiyanlık dinini yayması nedeniyle, bu yerleşim yeri Hıristiyanlık tarihinde önemli bir rol oynamakta. Yohannes’in, İncil’in kopyasını Rumkale’de bir mağarada sakladığı daha sonra kopyaların buradan alınıp Beyrut’a götürüldüğü anlatılır.
Rumkale bir yarımada üzerinde bulunuyor ve yarımadaya ulaşım Gaziantep veya Halfeti ilçesinden teknelerle yapılıyor. Teknem Belesir Köyü (Savaşanlar Köyü) Halfeti ve Rumkale’nin sembolü olan camiye (Televizyonlarda ve sosyal medyada gördüğünüz su üstünde minaresi olan cami) yanaşıyor. Hemen orada su altında kalmış olan mahallede minarenin arka bölümünde Ali Şahin ve eşinin birlikte çalıştıkları tarihi çay bahçesinde közde çay ve kahvemi büyük bir keyifle tarihi mağaraların yanı başında içiyorum. Sanalla gerçekliği ayıramayacak kadar şaşırtıcı ve büyüleyici bir yer olan Eski Halfeti’de bir cami minaresi terk edilmiş bir köy ve altında bulunan batık şehir sizi mıknatıs gibi çekiyor.
Evler dağın yamacında dizilmiş hiçbiri diğerinin görüntüsüne engel olmuyor. Bol bol fotoğraf çekiyorsunuz, bakakalıyorsunuz ve hiç ayrılmak istemiyorsunuz. İnanın, çekim gücü ve enerjisi müthiş! Halfeti aynı zamanda İtalya’nın öncü olarak başlattığı ‘citta slow’ ağına yani ‘yavaş şehir’ ağına da katıldı.
Siyah güllerin acıklı hikâyesi
Dünyada sadece Urfa’nın Halfeti ilçesinde yetişen siyah gülün varlığını hepimiz biliriz. Bilmeyenler var mıdır? Bu siyah gülleri Halfeti’den alıp başka bir yere götürüp yetiştirmeye kalksanız, siyah gül hemen renk değiştirerek kırmızıya dönüşür. Bunu Urfa’da bir arkadaşımız denemiş ve Urfa’ya getirdiği siyah gül, kısa bir müddet sonra kırmızıya dönüşmüş. Siyah güllerin bir hikayesi olduğu söylenir ve bu hikaye şöyledir: Halfeti’de sular altında kalan Ulu Cami’nin Ermeni ustası olan Asadur’un, Vartuhi adında çok güzel bir kızı varmış. Vartuhi evlerinin avlusunda Halfeti’nin en güzel kırmızı güllerini yetiştiriyormuş. Annesi doğarken ölmüş Vartuhi’nin… Asadur ustanın dünyadaki tek varlığıymış.
Nehrin karşı kıyısında da güvercin ve keklik yetiştiren, Müslüman bir delikanlı varmış. Bu genç, bir gün kaçan güvercinin peşinden koşarak, Vartuhi’nin güllerinin bulunduğu Asadur ustanın avlusuna gelmiş. Genç yakışıklı delikanlı, burada çok güzel bir kız olan Vartuhi’yi görünce âşık olmuş. Bu İki genç daha sonra tanışarak birbirlerine aşık olmuşlar ve buluşmaya başlamışlar. Vartuhi’nin babası daha sonra bunu öğrenmiş ve kızının genç delikanlıyla evlenmesine karşı çıkar. Çocuklar birbirlerini çok severler ve ayrılacak gibi değillerdir. Artık babası Asadur’un baskısına dayanamayan ve birbirlerini çok sevip de kavuşamayacaklarını anlayan bu iki genç, kendilerini Fırat’ın sularına atarlar. Derler ki; Halfeti’deki tüm kırmızı güller bu iki gencin ölümünden sonra siyaha dönüşmüş. Siyah güller Halfeti’ye özel bu efsanevi hikâyesiyle dünyada bir ilk olmuş ve başka hiç bir yerde yetişmemiş…
Harran’ı görmeden olmaz
Şanlıurfa’ya gelmişken mutlaka Harran evlerini görün derim. Geleneksel topraktan yapılma huni şeklindeki ilginç yapıları ve insanlık tarihinde en eski yerleşim yeri olarak biliniyor. Toprağı oldukça verimli, yolda arıcılık yapanları da gördüm. Bölge arıcılığa da elverişli. Harran ören yerinde arkeolojik kalıntıların olduğu özel alan bulunuyor. Şu anda Sin Mabedi (Ay tapınağı) aranıyor. Sin Mabedi’nin bulunmasıyla Harran’a olan ilgi daha da artacak.
Harran şehrinin 20 kilometre ilerisinde Soğmatar Antik Kenti bulunuyor. Burada 5 bin yıl öncesine ait kaya mezarları bulundu ve kazı çalışmaları devam ediyor. Ayrıca antik kentte 105 adet kuyu bulunmuş ve en büyüğünün de Musa Peygamberin kuyusu olduğu kabul ediliyor. Dokuz yıl burada çobanlık yapan Musa Peygamberin Kızıldeniz’i yaran asasını Şuayip Peygamber burada kendisine teslim etmiş ve asa ile mucizeler gerçekleşmiş. Mucizelere vesile olan bu topraklarda gezmek, bölgenin büyülü atmosferinde havayı solumak, paha biçilmez bir duygu… Değerli rehberim Şanlıurfa Rehberler Birliği Başkanı Müslüm Çoban’ın anlatımları beni tekrar o zamanlara götürdü, zaman tünelinde farklı dönemlere ve o dönemdeki destansı hikâyelere tanık oldum. Bu vesileyle kendisine de teşekkür ederim! Siz de bu masalsı destanlara ve mucizelere, rivayetlere yerinde tanıklık etmek istiyorsanız burası tam da size göre…