Vietnam’da Mekong Deltası’nın taşkınlıklarından yükselen dünyanın en muhteşem tapınağı Angkor Wat ve bu tapınağı adeta yutmaya çalışan 100-200 yıllık devasa ağaçlar. Doğa ve insanın muhteşem şaheserlerini bir araya getiren bu mistik yerden ayrılırken, acaba doğa ve insan güç savaşına mı girdi? İnsanın, insanüstü bir güç sarf ederek yaptığı devasa yapılar karşısında doğa insana, kendini mi hatırlattı? Doğanın insana, “Sen istediğin kadar benim dünyamda mücadele ver ama gerçek benim gücüm mü?” diyor. “Ben istersem seni yutarım” deyip görkemini mi sergiliyor. Bu devasa yapılar ve ağaçlar, doğa ve insanın birbirine karşı hırsı, öfkesi ya da intikamı mıydı? İnsanüstü bir güçle yapılan bir şaheserin duvarlarının arasından, taşları yararak alabildiğince büyümek bu duygulardan hangisinin dile gelmesiydi diye kafamda deli sorularla yine doğa ve insanın birbirine güç gösterisi yaptığı dünyanın en etkileyici ekolojik su rezervlerinden biri olan Kamboçya’daki Tonle Sap Gölü’ne doğu yol alıyorum.
Karaya ayak basmayan insanların hikâyesi
İnanılmaza inanmak diye bir şey varsa, o da Tonle Sap Gölü ve üzerindeki yaşamlar. Bazılarının neredeyse karaya hiç ayak basmadığı, geniş silindir şapkalı, yüzü kirli, gözleri çekik, omuzlarında devasa yılanlar, doğal bir ortam ve bu ortamdaki samimi insanlar. Bu göl, doğal bir yaşam alanı olsa da pratikte bir hayli zor olan hayatların sürdüğü yer. ‘İnsan ayağı toprağa basamadan, topraktan yararlanmadan nasıl yaşayabilir?’ sorusunun en güzel cevaplarından biridir yüzen evler ve bu evlerin oluşturduğu köyler.
Su üstünde yaşamak bizler için çok garip ve imkansız bir yaşam biçimi olsa da bu toplulukların geleneklerini zaman zaman yadırgasak da, insanın doğaya karşı nasıl mücadele verdiğinin en güzel örneği. 1997’de UNESCO Dünya Mirası Listesi’ne giren bu özel alan, yüzlerce balık ve kuş türünün yanı sıra birçok yılan ve onlarca sürüngen türüne de ev sahipliği yapıyor. Zengin bir ekosisteme sahip olduğu bilenen göl, bu özelliğiyle dört milyon insanı besliyor. Yüzen evlerin oluşturduğu köylerdeki insanlar hayatı ağır imtihanlarla ve sabırla yokluyorlar. Yokluğu tevekkülle varlığı şükürle karşılamaya çalışıyorlar.
Doğayla zorlu mücadele
Tonle Sap Gölü’nde tekneyle yüzen evler arasında ilerlerken duygular arasında geçiş yapıyor hissine kapılıyor insan. Bir tarafta çamurlu gölde omuzlarında kocaman yılanlarla gülüşen çocuklar diğer tarafta derme çatma teneke parçaları üzerinde kurulmuş evlerdeki yetişkin insanların doğayla ve hayatın kendisiyle mücadelesi. Göl üstünde o evi de bu evi de göreyim derken farklı ruh halleri arasında savrulup gidiyorum. Dünyada böyle yaşamlarda varmış diyen bizlerin, hem şaşırmamız hem de bu yoksulluğu en güzel nasıl resmederim diyerek birbirimizle ya da kendimizle yarışmamız… Bu yarış içinde insan şunu da düşünmeden edemiyor. Burası bir açık alan doğa müzesi mi yoksa yoksulluklarıyla birlikte kimliksiz yaşama uğruna, doğanın her türlü iklimine rağmen, insanın yaşamak için verdiği yoksul mücadelenin resmedildiği alan deyip metalaştırdığımız yer mi?
Evlerinde timsah besliyorlar
Şehirlerde yaşayacak kadar gücü olmayan ama ölmek istemeyecek kadar da iradeli Vietnamlıların, 1863-1953 Fransız himayesinin baş gösterdiği dönemlerde, çalışmak için geldiği Kamboçya’da 1975 yılında Khmer Rouge’un iktidara gelmesiyle bu insanlar ya Vietnam’a geri gönderilmek istenir ya da öldürülür. Sürgün sırasında, Komboçyalı olduğunu belgeleyemeyen bu insanlar Kamboçya’nın içinde yer alan bu devasa su birikintisinde hayata ve yaşama karşı mücadelelerini dünyanın en büyük tatlı su gölü üzerindeki bu evlerde vermek zorunda kalırlar.
Üç nesildir gölün üzerindeki evlerde yaşayan kimliksiz (Son iki yıldır istedikleri takdirde hem Vietnam hem de Kamboçya’dan vatandaşlık haklarını alabiliyorlar) Kamboçya insanları, bu gölü kendilerine vatan kabul ederler. Ve bu tekne evler üzerinde yaşamlarını balıkçılık yaparak kazanırlar. Burada, doğanın her türlü sürprizine karşın sakin bir yaşam süren bu çalışkan köylüler, yüzen evlerinde tavuk, horoz, domuz ve hatta timsah bile besliyorlar. Derme çatma bu evlerde bir metreyi bile bulmayan minik bahçelerinde sebze ve meyve de yetiştiriyorlar. Çocuk yaşta yüzmeyi, kürek çekmeyi, tekne kullanmayı çok iyi öğrenen köy halkı, bu çemberin dışında kalan bizlere, topraksız alana, doğanın her türlü koşuluna rağmen hayata nasıl uyum sağlanarak yaşanabileceğinin en güzel örneği değiller de nedir?