41 Yıllık kısa yaşantısına üç roman, on öykü, iki şiir kitabı ve yedi kitap çevirisi sığdırmış olan yazar. Sadece edebiyata değil Türk müziğine de onlarca güzel beste kazandırmış. Vatanını çok seven her yazar gibi, bu topraklarda dünyaya gelmenin bedelini oldukça fazla ödemiş…
İşte; “112. Doğum Gününde Yazdığı Her Satıra Sonsuz Anlamlar Gizleyebilen Yazar: Sabahattin Ali”.
Kaynaklar: 1, 2, 3, 4, 5.
25 Şubat 1907'de, o dönem Edirne Viyayeti'ne bağlı olan Gümülcine Sancağı'nın Eğridere kazasında dünyaya geldi Sabahattin Ali.
Çocuklar Gibi (Sabahattin Ali -Ali Kocatepe -Sezen Aksu)
“Benim bu insanlara ne lüzumum vardı? Beş on kuruş ekmek parası için bana tahammül edilebilir miydi? İnsanlar birbirinin maddi yardımlarına ve paralarına değil, sevgilerine ve alakalarına muhtaçtılar. Bu olmadıktan sonra, aile sahibi olmanın hakiki ismi, birtakım yabancılar beslemekti.”
Kürk Mantolu Madonna
İlkokuldan sonra parasız yatılı olarak Balıkesir Öğretmen Okulu'na girer, beş yıl kadar burada okur.
Daha sonra İstanbul Öğretmen Okulu'na geçip oradan mezun olur. Bir yıl kadar Yozgat'ta ilkokul öğretmenliği yapar.
Ne var ki, Sabahattin Ali Yozgat’ı sevemez. Yapıtlarında da şiddetli biçimde göreceğimiz toplumsal düzenin dışına çıkma arzusu, özgürlüğe, hakikate ulaşma çabası, varoluş sorunsalı, yalnızlık, yabancılaşma burada kendini şu mektupla gösterir:
Melankoli – Sabahattin Ali- Ali Kocatepe- Nükhet Duru
“Burası beni muhakkak çıldırtacak. Ne basit muhit Yarabbi. Düşün kardeşim, konuşulacak bir insan bile yok. Hepsi alelade, hepsi dümdüz. Memleketin civarı hep bozkır, gözünün alabildiği kadar çıplak dağlar uzanıyor… Yalnız Yozgat’ın tam karşısında bir çam ormanı var… Ama o da bu dümdüz araziye yakışmıyor… Adeta kirli bir bakkal önlüğüne yamanmış yeşil bir kadifeye benziyor. Ahali fesat, dedikoducu. Kendimi yalnız okumaya verdim. Kitap, gazete, mektup okumakla vakit geçiriyorum. Ah Nahid, yalnızlık asıl böyle kalabalık yerlerde belli oluyor.” (1927-1928)
Sabahattin Ali kendine sürgün Yozgat günlerinin ardından Milli Eğitim Bakanlığı’nın açtığı sınavı kazanır.
Ve Almanya’ya giderek 1928-1930 yılları arasında orada okur. Aynı sıralarda profesyonel yazı yaşamına şiirle daha sonra da öykü ile başlar. Burada Nâzım Hikmet’le tanışır. Yurda döndükten sonra da Orhaneli’nde ilkokul öğretmenliğine atanır. Aydın ve Konya ortaokullarında Almanca öğretmenliği yapar.
Leylim Ley – Sabahattin Ali (Zülfü Livaneli)
“Berlin'de yalnızsınız değil mi?'' dedi.
– 'Ne gibi?''
“Yani… Yalnız işte… Kimsesiz… Ruhen yalnız… Nasıl söyleyeyim… Öyle bir haliniz var ki…''
– 'Anlıyorum, anlıyorum… Tamamen yalnızım… Ama Berlin'de değil… Bütün dünyada yalnızım… Küçüklüğümden beri…'
Kürk Mantolu Madonna
Bir arkadaş toplantısında Atatürk’ü yeren bir şiir okuduğu iddiasıyla 1932’de tutuklanarak bir yıla mahkum edilir.
Konya ve Sinop cezaevlerinde yatar. Cumhuriyet’in onuncu yıl dönümü dolayısıyla çıkarılan af yasasıyla özgürlüğüne kavuşur. Ne var ki Ankara’da dönemin bakanlarından Hikmet Baykur’dan işine geri dönebilmesi için eski fikirlerinden vazgeçmiş olması gerektiği cevabını alınca, Varlık dergisinde “Benim Aşkım” adlı şiirini yayımlayarak Mustafa Kemal Atatürk’e bağlığını göstermeye çalışır.
Aldırma Gönül – Sabahattin Ali (Edip Akbayram)
“…Hem bunları ne çıkar anlatsam bir dizeye?
Hisler kambur oluyor dökülünce yazıya
Kısacası gönlümü verdim Ulu Gazi'ye.
Göğsümde şimdi yalnız onun aşkı yatıyor.”
Bütün Şiirleri
Cezaevinden çıktıktan sonra Ankara’ya giden Sabahattin Ali, Bakanlık Neşriyat Müdürlüğü’ne alınır.
Gene aynı yıllarda Ankara II. Ortaokulu'nda öğretmenlik yapar. 1935 yılında Aliye Hanım ile evlenir; ardından da 1936’da askere alınır. 1937 Eylül ayında ise kızı Filiz Ali dünyaya gelir.
İlk kitabı Kuyucaklı Yusuf’u 1937'de kaleme alır.
Sabahattin Ali, ilk kitabı Kuyucaklı Yusuf’u asılsız bir ihbar nedeniyle hapis yattığı zaman diliminde biriktirdiği malzemeler ve Anadolu'nun çeşitli yerlerinde yaptığı öğretmenlik deneyimleri ışığında 1937’de kaleme alır. Dönemin Batı etkisiyle yazılan eserlerinin arasında Kuyucaklı Yusuf toplumsal konuları ele alması açısından çok önemlidir.
Hatta roman oldukça anarşist bulunup, 14 Haziran 1937’de toplatılarak aile hayatı ve askerlik aleyhinde olduğu gerekçesiyle mahkemeye verilir.
Kara Yazı – Sabahattin Ali ( Selda Bağcan – Ahmet Kaya)
''Dünyada her felaketin içinden en az zararla sıyrılmanın yolu hayata uymak, muhite uymak, hiç sivrilmemektir.''
Kuyucaklı Yusuf
Sabahattin Ali, Kuyucaklı Yusuf’un yayımlanmasının ardından 1940 yılında tekrar askere alınır ve askerliğini yaptıktan sonra Ankara Devlet Konservatuarı’nda 1945’e kadar Almanca öğretmenliği yapar.
1940 yılında ise İçimizdeki Şeytan’ı yayımlar. İçimizdeki Şeytan, dönemin devlet dairelerinde süre giden yozluğu açıkça dile getirdiğinden ve aydınların gerek hane içi gerekse hane dışı tehlikeli ve ikiyüzlü ilişkilerini, onların karanlığını sergilediğinden dönemin milliyetçi kesiminin (Peyami Safa’nın, Necip Fazıl Kısakürek’in, özellikle de Nihal Atsız’ın) tepkisini çeker.
Eşkiya Dünyaya Hükümdar Olmaz – Sabahattin Ali (Zülfü Livaneli)
Nihal Atsız, Orhun dergisinde Başbakan Saraçoğlu Şükrü’ye açık mektup yazısında, komünistlerin devlet dairelerine kadar sızdığını dile getirir.
Ona göre, bu komünistlerden birisi Sabahattin Ali’dir ve Hasan Ali Yücel tarafından korunur. Sabahattin Ali, o dönemde milliyetçilerin hedefi haline gelir. Hatta Nihal Atsız 1940 yılında Orhun dergisinde “İçimizdeki Şeytanlar” adıyla kaleme aldığı hayli saldırgan yazısıyla Sabahattin Ali’nin romanına tepkisini dile getirir. Atsız’ın, kendisi hakkında yazdığı hakaret dolu yazıya dava açan Sabahattin Ali, yine aynı kesimin destekçilerinden aşırı tepki ve tehditler alır. Sonradan davayı kazanmasına karşın tepki ve tehditlerden bir türlü kurtulamaz. Aynı dönemlerde, tehditlerin sürdüğü zaman diliminde işinden çıkarılır Sabahattin Ali. 1945'te İstanbul'a giderek gazetecilik yapmaya başlar.
“Günün birinde ya çıldıracağız, ya dünyaya hakim olacağız. Şimdilik bir rakı parası bulmaya çalışalım ve parlak istikbalimizin şerefine birkaç kadeh içelim.”
İçimizdeki Şeytan
La Turquie ve Yeni Dünya gazeteleri tahrip edilince işsiz kalır.
Bir gün Rıfat Ilgaz, Sabahattin Ali’yi Atatürk Orman Çiftliği’nde arkadaşlarıyla otururken görür ve ikisi o gün tanışır. Daha sonra Sabahattin Ali, Rıfat Ilgaz’ın Yârenlik adlı kitabı hakkında yazacaktır. Yurt ve Dünya’nın 28. sayısında yayımlanan yazının sonunda Sabahattin Ali, Rıfat Ilgaz için şöyle der: “Bana sanat heyecanıyla dolu saatler yaşatan, kendisinin ve insanlığın dertleri hakkında gözümde yeni ufuklar açan şaire bütün kalbimle teşekkür ederim.” (1943)
Kürk Mantolu Madonna Sabahattin Ali’nin 1943 yılında kaleme aldığı romanıdır.
Berlin’de geçirdiği iki yıllık öğrencilik yıllarından esinlenerek yazmış olabileceği düşünülür.
Roman, bankadaki işinden çıkarılmış anlatıcının, sınıf arkadaşının çalıştığı fabrikada işe başlamasıyla açılır. Ardından anlatıcının küçük ve dar memuriyet dünyasının ilkin sıradan bir insanı olarak gördüğü Raif Efendi’yi tanıtmasıyla devam eder. Raif Efendi hem tanıtılışıyla, hem o hummalı ateşli hastalığıyla hem de ölümüyle ve ardında bıraktığı Berlin anılarıyla dolu Maria Puder’li defteriyle, Türk romanının belki de en özgün karakteri olarak çıkar ortaya. Raif Efendi’nin içine kapanık yaşamını dile dökemeyip günlüğüne aktardığı; Berlin’de bir resim galerisinde rastladığı kürk mantolu kadın portresinin ve o portrenin ressamı Maria Puder’in büyük ve tutkulu aşkının anlatıldığı bu roman Sabahattin Ali'nin herkes tarafından tanınmasına neden olacaktır.
Nükhet Duru … Ben Gene Sana Vurgunum .. Şiir : Sabahattin Ali
“Sonra çıkıyorsun dışarı, bakıyorsun güneş hala tepede. Bir cigara yakıyorsun ve yıllardır kurduğun cümleyi bilmem kaçıncı kez kuruyorsun: “Ne yapalım, kısmet değilmiş…”
Kürk Mantolu Madonna
Bu arada meşhur Markopaşa’nın da yayımlanma süreci başlar.
1946 yılında yayına başlayan Markopaşa için Rıfat Ilgaz’ın Sarı Yazma kitabında da dile getirdiği sözler şunlardır:
“Kadromuz iyiydi. Patronlarımız, başka patronlara benzemezdi. Zaten ikisi bir arada pek az bulunabiliyorlardı. Hapiste olmadığı zaman Sabahattin Ali’yle Aziz Nesin’le idare yerimizde bir aradaydık.”
Türk basın tarihinin en yüksek tirajlı yayınlarından olan haftalık mizah gazetesi Markopaşa’da Sabahattin Ali başyazar, Mustafa Mim Uykusuz da çizer görevini üstlenir. Aziz Nesin’in de kadroya katılmasıyla ve diğer bütün yazı işlerini üstlenmesiyle birlikte Türk basınında yeni bir dönem başlar. Toplumcu ve gerçekçi halk mizahıyla, ironik ve düşündürücü bir dile sahip olan Markopaşa, o dönemlerin adeta ana muhalefeti haline gelir. Özellikle, “toplatılmadığı zamanlar çıkar” ya da “yazarları hapishanede olmadığı zamanlar çıkar” ibareleriyle yayımlanan gazete, etkin bir muhalefet odağı olur.
Gazetenin halk tarafından çok sevilmesi ve muhalefetinin yarattığı endişe karşı tepkilerin de ardı ardına davalara dönüşmesine yol açar.
Bu nedenle gazeteyi yayımlayanların başı hep derttedir. Sabahattin Ali ve Aziz Nesin ya mahkeme kapılarında ya da hapishanede geçirirler günleri. Sabahattin Ali burada yazdığı bir yazısından dolayı üç ay hapis yatar. Rıfat Ilgaz için de durum aynıdır. O, hastane kapılarının da gediklisi olur maalesef. Ancak, gazetenin tek parti iktidarında kapatılmasının ardından bu sıkı üçlü, Merhumpaşa, Malûmpaşa, Yedi-Sekiz Hasan Paşa, Hür Markopaşa, Bizim Paşa gibi muhalif devam yayınları yapar. Daha sonra da Ali Baba yayımlanır. Sabahattin Ali bütün bu davalar ve hapis süresince oldukça yıpranır.
Geçmiyor Günler- Sabahattin Ali (Ahmet Kaya)
Ali Baba dergisinde yayımladığı “Ne Zor Şeymiş” başlıklı yazıda, içinde bulunduğu durumu şöyle dile getirir:
“Çalmadan, çırpmadan bize ekmeğimizi verenleri aç, bizi giydirenleri donsuz bırakmadan yaşamak istemek bu kadar güç, bu kadar mihnetli, hatta bu kadar tehlikeli mi olmalı idi.” (1947)
Sabahattin Ali Markopaşa, dergi ve gazete günlerinin (Yeni Dünya, La Turquie, Tan Matbaası) ardından 1948’de Zincirli Hürriyet’teki bir yazısı yüzünden Paşakapısı Cezaevi’nde üç ay yatar.
Çıktıktan sonra zor günler geçirmeye başlar. İşsizdir, yazacak yeri yoktur. Çok sıkıntı çeker. Bu yüzden yurt dışına kaçmaya karar verir; pasaport almak ister ancak alamaz.
Hapishane arkadaşlarının yardımıyla Bulgaristan’a kaçmak ister.
31 Mart’ta hapisteyken tanıştığı Berber Hasan Tural’ın bulduğu Ali Ertekin aracılığıyla kaçarken vurulur. Ordudan atılmış olan bir astsubay olan Ertekin, geçimini yurt dışına adam kaçırmakla sağlar, öte yandan Millî Emniyet Hizmeti Riyâseti adına ajanlık yapmaktadır. Resmi açıklamalara göre Ertekin, “milli hislerini tahrik ettiği için” Sabahattin Ali'yi başına sopa vurarak öldürür.
Göklerde Kartal Gibiydim – Sabahattin Ali (Deniz Akyürek)
Ölü bedeni, 2 Nisan 1948 tarihinde Bulgaristan sınırında şaibeli bir şekilde bulunur.
Bundan sonra, 28 Aralık 1948'de tutuklanan Ertekin, Kırklareli Ağır Ceza Mahkemesi'nde yargılanır. Yaptırımı 18-24 yıl olan adam öldürme suçundan, 15 Ekim 1950'de “milli hisleri tahrik” gerekçesiyle cezası indirilerek 4 yıla hüküm giyer.
Sabahattin Ali'yi öldürdüğünü itiraf eden ve Milli Emniyet mensubu olduğu iddia edilen Ali Ertekin, dört yıla hüküm giymiş; fakat birkaç hafta sonra çıkartılan aftan yararlanarak serbest kalmıştır…
Ancak yazarın yakın çevresi ise Sabahattin Ali'nin Kırklareli'de Milli Emniyet tarafından sorgulanırken işkence sonucu öldüğü ve Ertekin'in paravan olarak kullanıldığını iddia etse de bu hiçbir zaman kanıtlanamaz.
Sabahattin Ali ise, geriye kızı Filiz'i, eşi Aliye'yi, üç roman, on öykü ve iki şiir kitabı bırakmıştır…
Ölümünün ardından bulunan çantasında;
Balzac'ın bir romanı, Puşkin'in bir romanı, saat, gözlük ve Aliye Hanım'ın bir fotoğrafı çıkmıştır.
Sezen Aksu – Dağlar Dağlar
“Bu ölü toprakların üstünde hiçbir şey ölmek ve öldürmek kadar kolay değildir.”
Değirmen
Hapishane yıllarında eşine yazdığı mektup
“Etrafın seni sıktığı zaman kitap oku… Ben şimdiye kadar her şeyden çok kitaplarımı severdim. Bundan sonra her şeyden çok seni seveceğim ve kitapları beraber seveceğiz. İnsan muhitin bayağı, manasız, soğuk tesirlerinden kurtulmak istediği zaman yalnız okumak fayda verir. Bana en felaketli günlerimde kitaplarım arkadaş oldu. Fakat bu yetmiyor. Şiirlerimde de gördün ki, kitaplara rağmen çok ıstırap çektim. Çünkü candan bir insanım yoktu. Sen benim yarım kalan tarafımı ikmâl edeceksin.”
“İnsanların hemen hepsi hayatı karın doyurmak ve gelişigüzel biriyle yatmaktan ibaret farz edeler. Halbuki bu takdirde insanın diğer hayvanlardan ne farkı vardır, onların akılları da karınlarını doyurmak ve kendilerine bir eş bulmak hususunda kâfi derecede hizmet görüyor, ancak bunları düşünmek, onlardan hiç ayrı olmamak demektir, halbuki insanın bir de aklı vardır ki, yemek, yatmak, eğlenmek gibi şeylerle alakadar olmayan bir takım ihtiyaçlar taşır. Kendine yakın bir arkadaş arar. Kendisine yardım edecek diğer bir insan ister ve bunun mümkün olabilmesi için yardım isteyen diğer insanlara yardıma hazır bulunur. Sonra muhakkak sevilmek ister, bunun için de başkalarını sever. Düşün, dünyada yalnızlık kadar feci bir şey var mıdır, Tabii yalnızlıktan kafa yalnızlığını kastediyorum, yoksa dünya bir sürü kuru kalabalıkla dolu…”
Sabahattin Ali