Sümerbank’ta başlayan meslek hayatı, çeyrek asır süren Turyağ macerası sonrasında Yıldız Holding ile devam etti.
Besler Yağ ve Margarin Fabrikası’nı kuran ve Yıldız Holding’in çeşitli şirketlerinde üst düzey yönetim kademelerinde yer alan MÜMSAD’ın Onursal Başkanı Metin Yurdagül, hafızasında yer eden ‘an’ları anlattı.
İşte Dünya’dan Doğal Selçuk Öztürk’ün röportajı ağrı escort
Metin Bey, sizi kısaca tanıyabilir miyiz?
1938 yılında doğdum. İstanbul Erkek Lisesi ve İstanbul Üniversitesi Kimya Yüksek Mühendisliği mezunuyum. Sümerbank Konya-Ereğli fabrikasında meslek hayatına başladım. Henkel Turyağ’da 25 yılı aşkın süreyle çeşitli görevlerde bulunduktan sonra 1992’de genel müdür teknik yardımcısı iken Yıldız Holding’e katılarak Besler Yağ ve Margarin Fabrikası’nı kurdum. Besler Genel Müdürlüğünü takiben Yıldız Holding’in çeşitli şirketlerinde yönetim kurulu başkanlığı, genel müdürlük, holding icra kurulu üyeliği, gıda grubu başkanlığı ve yedi yıl süre ile de grup sözcülüğü görevlerinde bulundum. Halen kurucuları arasında bulunduğum MÜMSAD’ın onursal başkanıyım.
Sümerbank’ta çok kısa çalışmış olsanız da hayatınız boyunca size ışık tutan bir anınızı paylaşabilir misiniz?
Türk Silahlı Kuvvetleri, askerî birlikler için Sümerbank’a yüklü bir sipariş vermişti. İşletme müdürü Erol Bey işletmedeki tecrübeli ustabaşıların vardiyaya girmesini istiyordu, zira askeriye, üretilen malları çok sıkı biçimde denetliyordu. Malın reddedilmesi halinde hem ismimiz zarar görürdü hem de özel mal olduğundan başka bir alıcı bulamazdık. Bu önemli deneyimi kaçırmak istemedim ve Erol Bey’e ustabaşıları ile vardiyaya girmek istediğimi söyledim. Ustabaşı ile mühendisin eşit bir görevde çalışması pek rastlanan bir durum olmadığından önce şaşırsa da sonra memnun oldu ve ben dört ay süreyle, iki ustabaşı ile birlikte vardiyaya girdim. Sonuçta malı sorunsuz bir şekilde teslim ettik.
Vardiyada çalışmak bana çok önemli tecrübeler kazandırdı. İş hayatımın 1966-2005 yılları arasındaki 39 senesinde ister vardiya çalışanının ilk amiri isterse genel müdür olayım, hep onların destekçisi oldum. Gece vardiyasındaki güçlükleri bildiğim için yöneticilik yıllarımda da onların taleplerini anlayarak karar vermeye çalıştım.
PARANIN BİR MARKINI BİLE ALAMADIM
Turyağ’dan ayrılırken bir burukluk yaşamışsınız.
Aslında bu otuz yıl öncesine ait bir olay; anlatayım. 54 yaşındaydım ve resmi SSK emeklilik hakkımı almıştım. 25 yıldan beri Turyağ’da çalışıyordum, herkesi artısı ve eksisi ile tanıyor, bastığım her yeri ezbere biliyordum. Öte yandan da Henkel yönetiminde genel müdür olamayacağım çok açıktı. Kendi isteğimle ve iş teklifi alarak ayrılmam genel müdürün hoşuna gitmemiş, yirmi beş yıllık tazminatımı vermemeye karar vermişti. Son yirmi sene içinde, üst düzeyden ayrılan her çalışana Henkel’in shake hand (el sıkışma) ikramiye paketi ödenmişti. Yöneticilerin kullandıkları şirket arabalarının bedelsiz kendilerine devri ile unvana ve kıdeme göre Alman Markı üzerinden hesaplanan tutar bu paketin içindeydi. Arabayı Düsseldorf Henkel’in Türkiye Koordinatörü ile yaptığım konuşmanın ardından vermek zorunda kaldı, ancak bu paranın bir markını bile alamadım. Genel müdür bir gün “Arkadaşlarla birlikte sizin için bir yemek düzenleyelim.” teklifini getirdi. Ben ise Turyağ’dan iyi ayrılırsam, birlikte çalıştığım arkadaşlarım için bir yemek düzenlemeyi hep istediğimi, onun vereceği yemeğe lüzum olmadığını söyledim. Bunun üzerine, “Siz Turyağ’dan iyi mi ayrılıyorsunuz?” diye sordu. Benim cevabım ise kısa ve netti: “Siz hariç evet.”
İstediğimi gerçekleştirdim, iki ayrı yemekte 100’ün üzerinde arkadaşımla vedalaştım.
Ülker’e geçme hikâyeniz nasıl gerçekleşti?
Rahmetli Sabri Bey görüşmek için beni çağırmıştı. Ofisine gittiğimde yalnız olduğunu gördüm. Toplantılarımızda yağ pazarına dair gelişmeleri mutlaka sorardı ama bu kez sormadı. İkram faslından sonra konuyu hemen açtı. Yıldız Holding’in yağ kullanımı artmıştı, yağ üretimini grup bünyesinde ve benim liderliğimde yapmak istiyordu. Böyle bir tekliften büyük onur duyacağımı söyledim ama yine de düşünmek için bir süre rica ettim. Benim için karar vermek hiç de kolay olmadı. Uzunca bir süre düşündükten sonra Sabri Bey’e kabul kararımı telefonla bildirdim.
Sabri Bey şöyle demişti: “Metin Bey bizim için önemli bir pozisyonu terk ediyorsunuz. Sizden ricam bir sözleşme yapalım, bunun için aklınızdan geçen her şeyi ama her şeyi hiç çekinmeden lütfen yazınız.” Ben kendisine onları yıllardan beri tanıdığımı, böyle bir sözleşmenin bana ayıp geleceğini söyledim. Ancak Sabri Bey ısrarcıydı: “Lütfen hiç çekinmeden yazınız. Biz herkesle böyle sözleşme yaparız. Sonra sözleşmeye pek bakmayız ama olsun yine de yaparız.” Hatta sözleşme maddeleri için bana bir de tüyo verdi: “Metin Bey, ben sizin yerinizde olsam ortaklık isterim.” Bu tavsiye bana çok ilginç gelmişti. İzmir’e döndükten sonra sözleşmede yer almasını uygun gördüğüm maddeleri sıraladım. Sanırım 25 madde vardı. Bu maddeler maaş, araba, ev kredisi, ev alıncaya kadar nerede oturmak istediğim, sigorta gibi akla gelen her konuyu içeriyordu.
KENDİMİ SATSAM BU MEBLAĞI ÖDEYEMEM
Sabri Bey’in sözleşme maddelerine hiç itirazı olmadı mı?
Sabri Bey’le kaldığım otelde buluştuk. Kendisi otelin küçük lobisinde paltosu üzerinde oturmuş, beni bekliyordu, Murat Bey de yanındaydı. Rahat konuşabilmek için odama çıktık. Çok şey konuşuldu. Öncelikle işe başlama tarihinin onlara bırakılmasını ve tabii bu arada konunun tamamen gizli tutulmasını istediler. Ardından Sabri Bey sözleşmeyi okudu. İzmir’de BMW 3.20 kullanıyordum, arabamın 5.20 olmasını istemiştim. Maddeye gelince “Nedir bu 5.20?” diye Murat Bey’e sordu. O da “Bizim fabrikada siyah bir araba var ya onun gibi…” diye açıklama yaptı.
Sözleşmenin son maddelerinden birisi şöyleydi: “Bu sözleşme altı yıllıktır. Altı yılın sonunda tarafların istemesi halinde birer yıllık süreler halinde uzatılabilir.” Sabri Bey bu maddeye gelinceye kadar yorum yapmadan okumuştu. Bu maddeye gelince biraz sertçe yüzüme bakarak “Bu nedir?” diye sordu. Altı yıl içinde fabrikayı kurup belli bir çizgiye oturtacağımızı, ihtiyaç halinde bu süre içinde bir defa kapasite artırma yatırımı yapabileceğimizi öngördüğümü söylediğimde “Metin Bey, ben daha 72 yaşındayım.” cevabını vermişti.
Yıldız Holding’den ayrıldığım güne kadar “Bu yıl da uzatacak mıyız?” diye ne onlar bana sordu ne de ben onlara. Daha sonra Sabri Bey bu sözleşmeye iki madde ekledi. Bu maddelerden birisi şuydu: “Metin Yurdagül bu anlaşmadan cayması halinde şirkete 5 milyon Alman Markı ödeyecektir.” Telaşla “Sabri Bey bu madde ne ifade ediyor, ben kendimi satsam bu meblağı ödeyemem.” dediğimi hatırlıyorum. Sabri Bey’in yanıtı çok netti: “Onu siz ödemeyeceksiniz ki…” Sabri Bey’in yanıtının anlamı şuydu: “Ben senin vazgeçmeyeceğini biliyorum ama eğer rakipler bizim yağ işine gireceğimizi öğrenir de seni ikna edip vazgeçirmeye çalışırlarsa önce bana 5 milyon Mark ödemeleri gerekiyor.” Ben de böylece bonservis bedelimi öğrenmiş oldum. Rahmetli Sabri Bey’in eklediği bu iki maddeden sonra sözleşme imzalandı ve iki taraf da bir daha sözleşmeye dönüp bakmadı.
Kendinizi şakayla karışık “çakma iletişimci” olarak tanımlıyorsunuz ama hem Yıldız Holding’in yaşadığı toplumsal krizlerin aşılmasında hem de ülkemizin yaşadığı ekonomik krizlerde Yıldız Holding’in pazarlama iletişimi çalışmalarının yürütülmesinde önemli bir payınız vardı.
Günümüzde ekonomik darboğazlarda ilk yapılan iletişimi kesmek ve fiyatları artırmak oluyor. Oysa krizler geçicidir. Siz markanızın sürekliliğini sağlamak istiyorsanız alımı teşvik etmelisiniz, Yıldız Holding 2001 krizinde ilk olarak fiyatları artırmama kararı almıştı. Çünkü stoklarımızda hammaddemiz vardı ve önceki fiyatlarla alınmıştı. Sadece o günü ve kâr etmeyi hedefl eyen bir tüccarsanız ürünü ikame fiyatıyla satmanız lazım. Ama biz o günkü şartları değerlendirerek ara vermeden satışlarımıza devam ettik. Satışı desteklemek için de bayilerimize ek imkânlar tanıdık ve iletişime hiç ara vermedik. O gün de söylediğim gibi: Türkiye ilk defa bir kriz yaşamıyor. Son defa da olmayacak gibi görünüyor.
“Biz bu fabrikayı perşembeleri kurmuştuk, değil mi?”
Besler’i kurma çalışmalarının bütün hızıyla devam ettiği günlerdi. Ben gerektikçe Topkapı’daki fabrikaya gidiyor, Murat Bey ile fikir alışverişinde bulunuyordum. Bir gün Murat Bey, “Ben artık perşembe günleri izinliyim.” dedi. Kendisi patrondu ama 7/24 çalışan bir yöneticiydi. Haftada bir gün izin yapmasına doğrusu memnun olmuştum. Ancak bir sonraki hafta perşembe günü Besler’e geldi ve konularımı daha rahat konuşma imkânım oldu. İki hafta sonra yine bir perşembe günü fabrikaya uğradı, yine yararlı görüşmeler yaptık. O zaman Murat Bey’i çözebildiğimi anladım. “Perşembe günleri izinliyim.” derken Topkapı dışındaki şirketlere gideceğini söylemek istemiş. Fabrika çalışmaya başladıktan sonra bu olayı hatırlatınca, “Sahi, biz bu fabrikayı perşembeleri kurmuştuk, değil mi?” demişti.
“Pakyağ’ı ne zaman aldınız da şimdi satıyorsunuz?”
Pakyağ fabrikasıyla ilgili ilginç bir anınız var. Onu dinleyebilir miyiz?
Adana’da meslektaş abim rahmetli Naci Girişken’in en büyük ortağı olduğu Pakyağ fabrikası 1995 yılında kapanmıştı. Fabrika Yıldız Holding’e önerildi ve çeşitli müzakerelerden sonra alımına karar verdik. Formaliteler tamamlandı, resmen devretmeye sıra geldi. Adana’da yapılacak devir işlemi için Murat Bey beni görevlendirdi. Ortaklığın yapısını sorduğumda “Sen kendi adına satın al, ortaklık yapısını daha sonra hallederiz.” dedi. 1999’da yaptığımız dostane bir toplantı sonunda resmen Pakyağ’ın tek sahibi oldum. Bu konu formalite gereği olduğundan da kimseye haber verme ihtiyacı duymadık. Bir süre sonra oluşturulan yapı gereği yeni ortaklara yine formalite olarak satış yaptım. Birkaç gün sonra sektörden Adanalı dostum Güner Özsoy aradı. Yerel bir gazetede benim Pakyağ’ı sattığım haberini okumuş, şaşkınlık içinde “Metin Bey Pakyağ’ı ne zaman aldınız da şimdi satıyorsunuz?” diye sormuştu. Sonra hayırlı olsun dilekleri ile gülüşmüştük.