Anne ve baba olmak, bir bebeği ilmek ilmek işleyerek bir sanat eserine dönüştürmek gibidir. Çok emek ister. Özveri ve fedakarlık ister. İnsan yavrusunun büyümesi diğer canlıların büyümesine benzemez. Sadece karnını doyurmak, ona bir ev sunmak, onu tehlikelerden korumak yetmez. İnsan yavrusu, ruhunun da doyurulmasını ister. Hatta en çok onu ister.
Zahmetlidir bir çocuğu büyütmek ve hayata hazırlamak. Bunca zorluğun ve özverinin yanında bazen çocuklar hayatı daha da zor hale getirirler. Anne ve babalarını kendileri için yapılanlara rağmen bazen bize çok saçma gelen sebeplerden ötürü öfkelendirirler. Peki, ebeveynler ne yapacak “aman çocuğa zarar gelmesin” diye duygularını bastıracak mı?
Elbette hayır!
Bütün duygular gibi yaşanmayı ve kabul görmeyi bekleyen basit bir duygu, öfke. Böyle söylendiği zaman ne kadar da hoş geliyor kulağa. Ama durum hiç de öyle değil. Çoğumuz kaçmamız gereken bir canavar gibi görüyoruz öfkeyi. Peki, neden?
Biz! Bizim yorumlarımız ve ifade biçimlerimiz, öfkenin basit bir duygu iken zarar verici bir etkene dönüşmesine sebep oluyor. Ve bizler zarar görmemek ya da vermemek için ya arkamıza bakmadan kaçıyoruz öfkeden ya da yok saymak için onu en derinlere gömmeye çalışıyoruz.
Bir de gerçek hayatla çok bağdaşmayan inançlarımız var. Çoğumuz çocuklarımıza öfkelenmememiz gerektiğine inanıyoruz ve onlara karşı elimizde olmadan öfkelendiğimizde öfke yetmiyormuş gibi bir de suçlu hissediyoruz kendimizi. Hissettiğimiz tüm duyguların ağırlığıyla yaşadıklarımızı bastırmaya çalışıyor ve kendimizi bir çukura hapsediyoruz. İşe yarıyor mu diye sorarsanız, ben bugüne kadar öfkesini bastırıp,yok sayıp rahat ve mutlu olan birini henüz görmedim.
Ne Zaman Öfkeleniyoruz?
Ebeveynler çoğu zaman ne yapacaklarını bilemedikleri ve çaresiz hissettikleri anlarda çocuklarına karşı öfke hissediyorlar. Onların davranışlarını ya da tutumlarını kendilerine karşı değerlendirip, çocuğun yalnızca annesini/babasını sinirlendirmek için böyle davrandığını düşünüyorlar. Her ne kadar doğru gibi görünse de çocuk anne ve babasını bilerek kızdırmaz. Çocuğun o an içinde bulunduğu durum çözüm üretemediği, ne yapacağını, nasıl davranacağını ve nasıl yardım isteyeceğini bilemediği bir durumdur. Çocuğun bu tutumunu kişisel algılamak yerine içinde bulunduğu durumu düşünmeye geçtiğimiz an öfkenin yerini yardım etme isteğine bıraktığı andır.
Çocuğun davranışlarını kişisel algılamanın ötesinde bizi asıl öfkelendiren kendimizle olan iç savaşımızdır. Bazı durumlar öfkemizin ortaya çıkmasına neden olan tetikleyici rolünü üstlenirler. Bunlar dışarıdan bakıldığında aslında çok da kızılmayacak durumlardır, ancak benim bir yarama dokunmuştur. Bu yüzden onlara tetikleyiciler deriz. Ne kadar el bebek gül bebek büyüsek de hepimizin hayatında tetikleyiciler vardır. Eğer öfkemizi ifade etmekte ve yönetmekte bir sıkıntı yaşıyorsak önceliğimiz bu tetikleyicilerin farkına varmak olacaktır. Kendimizebasit birkaç soru sorarak o tetikleyicilerin neler olduğunu bulabilir ve bizi asıl öfkelendirenin çocuğumuzun davranışı mı yoksa başka bir durum mu olduğunu fark edebiliriz.
İki durum arasındaki bağlantıyı kurduğunuz zaman artık yapmanız gereken ilk şey kendinize kızmak yerine şefkat göstermek olmalı.
Durun ve hissettiğiniz öfkeye her zamankinden farklı bir şekilde merhametle yaklaşmaya çalışın. Tıpkı size en ihtiyaç duyduğu anda çocuğunuza yaklaştığınız merhametle bu sefer kendinize yaklaşın. Ne hissettiğinizi düşünün.
Bu tip bir yaklaşım sakinleşmenizi ve yaşadığınız durumun ayrıntılarını görmenizi sağlar. Bir diğer deyişle öfkelendiğiniz zaman çocuğunuzun size daha fazla ihtiyaç duyduğunu, o davranışları bilerek yapmadığını söyleyin kendinize. O, davranışlarıyla aslında sizden bir yardım talep ediyor. Ancak ona yardım edebilmeniz için önce kendinize dönmeniz ve ne hissettiğinizi fark etmeniz lazım.
Öfkelendiğinizi Fark Ettiğinizde Ne Yapabilirsiniz?
Öfkeli olduğunuzu fark ettiğiniz zaman, çocuğunuzun yanından biraz uzaklaşabilir, elinizi ve yüzünüzü soğuk suyla yıkayabilir, balkona çıkıp temiz hava alabilir ve ardından onun yanına dönebilirsiniz. Öfkenin yoğunluğundan kurtulduktan sonra ona ihtiyacı olan şekilde yardım edebilirsiniz. Bu sayede öfkeli olduğunuz için kendinize yüklenmez, duygunuzu kabul ederek ve yaşayarak çocuğunuza yardımcı olmuş olursunuz.
Unutmayın! Duygular denizdeki dalgalar gibidir, oluşur, yükselir ve ardından giderler. Nasıl hiçbir dalga denizin üzerinde sonsuza dek kalamıyorsa duygularımız da -olumlu ya da olumsuz- bizimle sonsuza kadar kalmayacaklar. Sadece tek bir şartla! Denizin dalgaya verdiği fırsatı duygularımızı yaşamak için kendimize verirsek!
Anne ve baba olduğumuz zaman kendimizi unutabiliyor, hayatımızın merkezine çocuğumuzu koyabiliyoruz. Evet, ebeveyn olmak emek isteyen bir durum ancak unutmayın ki siz iyi olmazsanız çocuğunuz iyi olamaz. Bu sebeple kendinize zaman ayırın. İhtiyaçlarınızı, kızgınlıklarınızı, hayal kırıklıklarınızı, sitemlerinizi, üzüntülerinizi fark etmeye çalışın. Tüm bunları fark etmek demek içinde bulunduğunuz ve farkında olmadığınız kısır döngüleri kırmak için gerekli ilk adımı atmış olmanız demektir. Kendiniz için attığınız bu adım hem size hem de çocuğunuza çok iyi gelecek.
Bizim kültürümüzde maalesef duygularımızdan bahsetmek ve duyguların sorumluluğunu almak çok yoktur. Bu sebeple birbirimize ne hissettiğimizi sorduğumuzda genelde düşüncelerimizden bahsederiz. Çocuğumuz istemediğimiz bir davranışı yaptığı zaman “beni üzdün” deriz. Halbuki o değildir bizi üzen, biz üzülürüz. Duygularınızdan bahsederken onları sahiplenin. Kızgınım, öfkeliyim, mutluyum, hayalkırıklığına uğradım diye duygularınızı cesurca dile getirin. Siz onları sahiplendikçe duygularınız da size daha çok sahip çıkmaya başlayacaklar, emin olun.
Ve şunu aklınızdan çıkarmayın! Çocuğunuz hiçbir zaman sizi sinir etmek için bir şey yapmayacak. İhtiyacı olan tek şey sakin ve dingin bir rehberlik. Ona bu rehberliği sağlamak ise kendi içinizdeki çocuğa şefkatle yaklaşmaktan ve duygularınızı sahiplenip ifade etmekten geçiyor. Kendinize inanın ve fırsat verin, öfkenizi de mutluluk gibi en güzel şekilde yaşayabilirsiniz.