Bazı insanlar meraklıdır, gün içerisindeki gördükleri şeyleri bile anlamlandırmak isterler. İşten dönerken, yemek yerken, belki de uykuya dalarken; hayatının her anında evrenin yaşam üzerine bıraktığı küçük parmak izini çözmek isterler. Eğer siz de onlardan biriyseniz bu içerik tam olarak sizin için;
Elma kesildikten bir süre sonra neden kararır?
Elma kesilirken ya da ısırılırken açılan yüzeydeki hücreler de bu etkiyle bölünüp parçalanır. İçerisindeki polifenol oksidazlar havada bulunan oksijen ile birleşerek elma yüzeyinde renk değişimine neden olurlar. Kararmayı önlemek için elma kesildikten hemen sonra suya konulabilir. Bu şekilde hava ile ilişkisi kesildiğinden kararmayacaktır. Ancak sudan çıkarıldığında rengi esmerleşmeye devam edecektir.
Ya da bu kararmayı durdurmak için C vitamini kullanılabilir. Esmerleşen meyvenin üzerine limon suyu döküldüğünde, içindeki C vitamini, kararmaya sebep olan taninin oksijen ile reaksiyona geçmesini engeller. Bu şekilde meyvenin kararması yavaşlar.
Soğan neden gözlerimizi yaşartır?
Soğanı doğrarken, soğan hücrelerini de parçalara ayırmış oluruz. Soğan hücreleri iki bölümden oluşur. Bunlardan biri “allinazlar” diye bilinen enzimleri içerir. Diğeri de sülfit bileşiklerinden oluşan aminoasitleri içerir. Allinazlar sülfitleri parçalayarak sülfenik aside dönüştürürler. Kararsız bir yapıya sahip olan sülfenik asit ise kısa sürede uçucu bir kükürt bileşiğine dönüşür. Bu gaz hızla havada yayılır ve gözümüze ulaştığında da yakıcı bir aside dönüşür.
Ancak gözümüzü yakan tam olarak bu gazın etkisi değil, göz yaşımızla tepkimeye girmesi sonucu oluşan sülfürik asittir. Gözümüzü nemli tutan bu sıvıda oluşan küçük miktardaki sülfürik asit, çok duyarlı olan göz sinirlerini uyarır ve yaşarmasına neden olur. Soğan kokusu dediğimiz de aslında bu gazın kokusudur.
Sülfürik asit gözümüze temas ettiğinde de gözyaşı bezlerimiz bu tehlikeyi algılar ve nüfus eden sülfürik asidi gözyaşı salgılamaya başlar.
Denizanası ile temas etmemizin vücudumuza zarar vermesinin nedeni nedir?
Denizanaları da diğer bütün canlılar gibi bir tehlike anında kendini savunmaya hazırdır. Dış çevreden bir tehdit hissettiği anda knidoblast adı verilen savunma hücrelerini kullanır. Bu hücrelerin içindeki ‘nematosit’ adı verilen yakıcı kapsüller dışarı çıkarak temas ettiği yüzeye zarar verir. Denizanaları bu kapsülleri sadece savunmak için değil avlanmak için de kullanır.
Denizanasına dokunduğumuzda, denizanası bunu bir tehdit olarak algılar ve savunma hücrelerini derimize empoze eder. Hücre içinden çıkan her yakıcı kapsül patlayarak derimize biraz daha zarar verir.
Denizanasının derimizle temas etmesi durumunda ilk olarak ağrının hafifletilmesi ve zehir etkisinin azaltılması için tahriş olan bölgeye amonyak ya da sirke uygulamak işe yarayabilir. Bunlar yok ise deri hemen deniz suyuyla hafifçe yıkanabilir. Mümkünse antihistaminik bir ilaç yutmalı veya tahriş olan bölgeye topikal bir krem sürmek de yardımcı olacaktır.
Tahriş olan bölgenin tatlı suyla yıkanması veya ovuşturulması ise patlamamış yakıcı hücrelerin patlamasına yol açabilir ki bu da derimizin daha çok zarar görmesine neden olur.
Hamam böceklerinin radyasyondan etkilenmediği doğru mu?
Bildiğimiz gibi radyasyon nükleer atomların yaptığı alfa, beta, gama, X gibi ışınımlara verilen gelen addır. Nükleer bir element yarılanma ömrü boyunca etrafına sürekli bu ışınları yayar. Bu ışınların ömrü ve katedebilecekleri mesafe farklıdır. Örneğin alfa ışıması çok büyük etki yaratırken ince bir kağıt tabaka tarafından bile soğurulması mümkündür.
Hamam böceklerinin radyasyondan etkilenip etkilenmediği hususu da burada netlik kazanır.
Hamam böceklerinin radyasyondan hiç etkilenmemesi tam olarak doğru değildir. Ancak üstlerini örten kitin tabakası nedeniyle pek çok canlıdan daha az etkilendikleri söylenebilir. Gelen ışınlar kitin tabakasında soğrularak hayati önem taşıyan organlara ulaşmaz. Bu yüzden hamam böcekleri insanlara göre radyasyona daha dayanıklıdır.
İnsanlar ve hamam böcekleri arasındaki radyasyona dayanıklılık farkı ise şöyledir:
Normal bir insanda radyasyona dayanıklılık üst sınırı 5 rem iken öldürücü doz 800 rem olarak belirlenmiştir.
Ancak hamam böceklerinde öldürücü doz genellikle 67.500 – 105.000 rem arasında değişmektedir. Bu da neredeyse termonükleer bir patlamanın sebep olduğu radyasyona eşittir.
Neden bazı vitaminler vücutta depolanamaz?
Bazı vitaminler vücutta depolanabilirken bazıları ise depolanamazlar. Örneğin A vitamini karaciğerde depolanır ve hiç A vitamini almayan bir insan 5-10 ay boyunca bu vitamin deposundan faydalanabilir. Hiç D vitamini almayan bir insan da vücuttaki D vitamini deposundan 2-4 ay boyunca faydalanır.
Bir vitaminin depolanabilir olması için kolayca hücre içerisine nüfus edebilmesi gerekmektedir. Halbuki her madde hücrelerden içeriye giremez. Hücrenin istediği molekülleri içine alması için bazı sinyal mekanizmaları vardır. Ancak bu mekanizmalar harekete geçtiğinde taşıyıcı proteinler aracılığıyla bu moleküller içeri alınır. Eğer hücrenin ihtiyacı varsa büyün vitamin çeşitlerini içerisine alabilir. Bu hücrenin seçici özelliğinden kaynaklanır.
Ancak A, D, E, K gibi vitaminler yağda çözünebildikleri için ve hücre zarı da yağ ağırlıklı bir yapıya sahip olduğu için kolayca hücrenin içerisine girip orada depolanabilirler. C ya da B vitaminleri ise suda çözündükleri için depolanamazlar. Bu nedenle günlük gıdalardan bu vitaminlerin karşılanması gerekir.
Göz neden seğirir?
Göz seğirmesinin nedeni, göz kapağı kaslarının kapak kenarına paralel şekilde kasılmasıdır. Başka bir ifadeyle ‘kas fasikülasyonu’ denilen göz kapağını kontrol eden kasların hızlı kasılması olayıdır. Genellikle kas yorgunluğu, stres ve aşırı yorgunluk en sık sebeplerindendir.
Göz seğirmeleri, psikolojik veya nörolojik bozukluğun habercisi de olabilir. Bazı durumlarda da yalnızca kişinin gözlük ihtiyacı içerisinde olduğuna bir işaret olabilir.
Bu sorunun bir başka nedeni ise gözyaşı azlığıdır. Buna ek olarak uykusuzluk ve aşırı çalışmaya bağlı yorgunluk da seğirme sebepleri arasında yer alır.
İnsanların sesleri neden farklıdır?
Ses tellerimiz aslında bir kastır. Ağzımızdan çıkan her ses akciğerden çıkan havanın bu kasları titreştirmesiyle oluşur. Her insanın ayrı bir sese sahip olması ise ses tellerinin kalınlıklarının, gerginliklerinin ve boyutlarının farklı olmasıyla bağlantılıdır.
Bu farklar her sese ait doğal bir titreşim frekansı aralığı meydana getirir. Böylece sesimiz bir başkasına göre daha kalın daha ince ya da daha tiz çıkabilir. Sesin kuvveti ve perdesi, ses tellerinin birbirlerine yakınlaşması ve gerginliği ile ilgilidir.
Ses telleri de tıpkı bir enstrümanın telleri gibidir. Örneğin bir gitarın telleri gevşekse düşük perdeli bir ses çıkarır. Eğer telleri gererseniz sesler güçlenir. Ses tellerinde de aynı mantık geçerlidir. Ses telleri uzun ve gevşekse sesler düşük perdeli çıkar. Ancak kısa ve gergin ses telleri oldukça yüksek frekansta sesler üretebilir.
Kedilerin gözleri geceleri neden parlar?
Kediler, gündüzleri sadece mavi ve yeşil rengi seçebilirken, geceleri renk seçme ihtiyacı olmadığından birçok canlıdan avantajlı hale gelirler ve görme keskinlikleriyle büyük bir hareket kabiliyeti kazanırlar. İnsanların el feneriyle aydınlatarak zar zor önünü görebildiği karanlık mekanlarda kediler yirmi metre uzaklıktaki bir hayvanın kuyruğunu bile seçebilir ve son derece çevik hareketlerle ona ulaşabilirler. Kedilerin görme kabiliyetini arttıran bu özellikleri aynı zamanda geceleri de gözlerinin parlamasına neden olur.
Kedilerin gözlerinin damar tabakaları ‘tapetum lucidum’ adlı bir özelliğe sahiptir. Aslında bu göz yapısı sadece kedilerde değil, daha pek çok memeli hayvanda da vardır. Bu damar yapısının özelliği içerisinde ‘guanin kristalleri’ adı verilen ve gözün arka kısmına düşen ışığı yeniden retinaya yansıtan bir madde olmasıdır. Bu sayede retinaya tekrar yansıyan ışığın bir kısmı mercekten geri döner ve geceleyin kedilerin gözlerinin parlamasına sebep olur.
Gökyüzü neden mavidir?
Gökyüzünün mavi görünmesinin nedeni ışığın kırılması ile ilgilidir. Güneş’ten gelip uzaya yayılan ışık gerçekte göze zarar verebilecek özelliktedir. Bu yüzden Dünya’ya ulaşan ışığın gözün rahatlıkla algılayabileceği ve zarar görmeyeceği duruma gelmesi şarttır. Bunun için ışınların bir süzgeçten geçmesi gereklidir. Bu dev süzgeç ise dünyayı çevreleyen ‘atmosfer’dir.
Güneş ışınları atmosfere girdiğinde atmosferdeki gaz moleküllerine ve toz parçacıklarına çarparak yayılır. Gün ışığı değişik dalga boylu birçok ışından oluşur. En kısa dalga boylu mavi ışınlar atmosferin üst tabakalarındaki küçük parçacıklar tarafından hemen saçılırlar. Fakat en büyük dalga boylu ışık olan kırmızı ışık saçılmak için daha büyük parçacıklara çarpmak zorundadır. Gökyüzü açık olduğunda, mavi ışık diğer ışıklara oranla en fazla saçılan ışıktır. Bu yüzden de gökyüzü mavi görünür. Gökyüzü yoğun bulutlarla veya dumanla dolu olduğunda ise bütün ışınlar hemen hemen aynı oranda saçıldığı için gökyüzü gri görünür.