Beyni tazelemek iyidir. Hem de böylesine kaliteli bilgilerle…
1. Uyandıktan Sonra Rüyaları Hatırlamak Neden Zordur?
2. Neden Cildimizdeki Morluklar İyileşirken Farklı Renkler Ortaya Çıkar?
Cildimizdeki morluklar çoğunlukla kanın, travma sonucu hasar gören ince kan damarlarından dokuların arasına sızması nedeniyle ortaya çıkar. Travmanın cildin hasar görmesine ve kanın dışarı çıkmasına sebep olması durumunda ise kanama oluşur.
Bir travmada hasar gören bölge ilk başta kırmızıdır ve kızarıklık dokuların arasına sızan kandan kaynaklanır. Kana kırmızı rengini, dokulara oksijenin taşınmasından sorumlu olan hemoglobin verir. Hemoglobin molekülüne oksijen bağlı olduğunda rengi parlak kırmızıdır. Oksijen bağlı olmadığında ise mavi-mor renktedir. Bu nedenle kan oksijenini kaybettikçe cildin hasar gören bölümündeki kırmızılık koyulaşır ve mora döner.
Morlukların iyileşmesi sırasında ortaya çıkan renk değişimi ise hemoglobinin biyokimyasal olarak geçirdiği değişimlerden kaynaklanır. Hemoglobinin makrofaj hücreleri tarafından parçalanması sonucu oluşan moleküllerden biliverdin yeşilimsidir. Biliverdin daha sonra sarı renkteki bilirubin molekülüne dönüşür. Bu nedenle morlukların rengi iyileşme sürecinde mordan yeşile, sonrasında ise sarıya döner. Travmadan yaklaşık iki hafta sonra hemoglobinin parçalanma ürünlerinin tamamı ortadan kalkar.
Kaynak
3. Dondurmayı Hızlı Yediğimizde Neden Başımız Ağrır?
Ağzımızın çeperleri damar ağlarıyla kaplıdır. Bu damarlar özellikle beyni besleyen atardamarlardır. Soğuk yiyecekleri hızlı yediğimizde ağzımızın içinin sıcaklığı çok hızlı değişir. Bu durum damarların hızla daralmasına ve ardından genişlemesine neden olur. Soğuk besinlerin sebep olduğu baş ağrısının nedeninin bu durum olduğu düşünülüyor.
Beynimizde milyarlarca sinir hücresi olmasına rağmen acı reseptörlerine sahip olmadığı için aslında beynimiz acıyı hissetmez. Ancak beyni besleyen atardamarlardaki daralma ve genişleme, beynin dışını saran beyin zarındaki acı reseptörleri tarafından algılanır ve bu durum beyin tarafından ağrı olarak değerlendirilir.
Kaynak
4. Uzay Araçları Dünya’ya Dönerken Neden Göktaşları Gibi Yanarak Zarar Görmez?
100.000 kg’lık kütlesiyle 300 km irtifadaki yörüngesinde saniyede 7700 m hızla hareket eden bir uzay mekiği, Dünya’ya dönerken yüksekliğinden ve hızından kaynaklanan muazzam enerjisini çok kısa sürede kaybeder. Daha doğrusu uzay aracının kinetik ve potansiyel enerjisi, başka enerji türlerine dönüşür.
Görevlerini tamamlayan uzay araçları Dünya’ya dönerken kütleçekim kuvveti nedeniyle atmosferde çok yüksek hızlara ulaşır. Atmosferdeki havada bulunan parçacıkların yüksek hızlarda oluşturduğu sürtünme nedeniyle uzay araçlarının yüzeyinin sıcaklığı yaklaşık 2000°C’ye çıkar. Isı kalkanları uzay araçlarını yüksek sıcaklığın tahrip edici etkisinden korur. Apollo, Gemini gibi uzay araçlarında kullanılmış olan, plastik reçinelerden üretilmiş, kullanıldıktan sonra tahrip olan ısı kalkanları belli bir sıcaklığa maruz kaldığında yanmaya başlar ve kimyasal tepkime sonucunda açığa çıkan sıcak gaz, uzay aracından uzaklaşarak yüksek ısının uzay aracına zarar vermesini önler. Uzay mekiklerinde ise ısıyı yansıtma özelliğine sahip, yalıtkan silisyum seramik karolar ve farklı kompozit malzemelerden oluşan ve tekrar kullanılabilen ısı kalkanları kullanılmıştır.
Atmosfere girişte uzay araçlarını koruyan diğer faktörler uzay araçlarının şekli ve atmosfere giriş açılarıdır.
Kaynak
5. Soğuk Gecelerde Sesler Neden Daha Net Duyulur?
Sesin geceleri daha uzak mesafelerden duyulabilmesinin nedeni, ses dalgalarının havada yön değiştirmesi ile ilişkilidir. Aslında ses dalgaları soğuk havada daha yavaş hareket eder. Çünkü ses havada basınç dalgaları oluşturarak ilerler ve hava soğukken, havayı oluşturan gaz moleküllerinin ortalama kinetik enerjisi daha düşük olduğu için, ses dalgaları daha yavaş hareket eder.
Gün içinde Güneş’ten gelen enerji, havanın ısınmasına neden olur ve hava sıcaklığı yükseklik arttıkça azalır. Ses sıcak havada hareket ederken, atmosferin üst kısımlarındaki soğuk hava ses dalgalarının yukarı doğru yön değiştirmesine neden olur. Çünkü hızı havanın sıcaklığına bağlı olarak değişen ses dalgaları farklı sıcaklıklardaki hava kütleleri arasında hareket ederken yön değiştirir. Bu ışığın bir ortamdan başka bir ortama, örneğin havadan suya geçerken kırılmasına benzetilebilir.
Havanın yerin yüzeyine yakın kısımlarında üst kısımlarına göre daha soğuk olduğu durumlarda, örneğin geceleri ise ses dalgaları yerin yüzeyine doğru yön değiştir. Bu durum normal koşullarda duyamayacağımız, daha uzak mesafelerden gelen sesleri duyabilmemizi sağlar.
Kaynak
6. Neden Hapşırırız?
Bu durum tamamen burnumuzdan aldığımız nefesle ilgilidir. Hapşırıklar genellikle burnumuza girerek burun mukozamıza ulaşan yabancı bir parçacıkla ya da dış bir uyarıcıyla başlar. Cleveland’da University Hospitals Case Medical Center’dan alerji uzmanı Dawn Zacharias bu durumun histamin salınımını tetiklediğini ve histaminlerin de burnumuzdaki sinir hücrelerini rahatsız ettiğini söylüyor. Bu rahatsızlık da burunda bulunan ve kaşıntı yapan şeyi, güçlü bir hava püskürtmesiyle dışarı atma isteği olarak hapşırığı ortaya çıkarıyor.
Fakat eğer ki rahatsızlık veren şey bir hapşırıktan sonra hala burnunuzun direğini sızlatıyorsa, burnunuz ikinci bir hapşırığı ortaya çıkarır. Yani; ikinci hapşırığınız, ilk hapşırığınızın görevini yeterince yerine getirmediğinin bir göstergesidir. Bu da alerjik durumdaki bir insanın neden elinde mendille dolaştığını açıklıyor.
Kaynak
7. Köpekbalıkları Suda Hareket Etmediklerinde Neden Batar?
Balıklar kemikli ve kıkırdaklı olmak üzere ikiye ayrılır. Köpekbalıkları ve vatozlar kıkırdaklı balıklardır. Bunların dışındakiler kemikli balıklardır. Aralarındaki farklardan biri yüzme kesesi denen yapı. Kemikli balıklarda içi gaz dolu yüzme kesesi bulunur. Bu yapı balığın su içinde hareket etmeden durmasını sağlar. Kıkırdaklı balıkların ise yüzme kesesi yoktur. Bir diğer fark solungaçların yapısı. Köpekbalıklarının solungaçlarının çevresindeki kaslar aktif olmalarına rağmen su pompalamak için yeterince güçlü değildir. Bu nedenlerden dolayı köpekbalıkları sürekli yüzmek zorundadır.
Kaynak
8. Ne Kadar Uzun Uykusuz Kalabiliriz?
Kayıt altına alınmış en uzun uykusuzluk rekoru San Diego’lu 17 yaşındaki bir öğrenci olan Randy Gander’a aittir. 264 saat (yaklaşık 11 gün) uykusuz kalan Randy’inin son günleri bilim insanları tarafından incelenmiştir. Kontrollü olarak bir grup denekle gerçekleştirilen en uzun uykusuzluk ise 205 saattir. Uykusuzluk deney ve gözlemlerinde fiziksel olarak büyük bir çöküş gözlemlenmemiştir, vücut ısısında küçük bir düşüş, hafif yorgunluk ve iştah artışı gözlemlenilmiştir. Hepimizin uykusuz gecelerinde daha çok üşümek ve abur-cuburla karın doyurmak dışında fark ettiğimiz etki zihinseldir. İlk günlerde hafıza ve zeka hafif şekilde etkilenirken dikkat toplamada zorluklar başlar. İlerleyen günlerde öğrenme, hafıza ve mantıklı düşünme gibi ölçütlerde düşüş gözlemlenmiştir. 1966’da yapılam 205 saatlik deney, kelimeleri hatırlayamama, düşünce silsilesini ilerletememe ile devam eden süreç halüsinasyonlara, gerçekle hayali ayırt edememeye kadar uzanmıştır. İnsan için gerçekleşmemiştir ancak daha uzun bir sürenin ölümü getireceği tahmin edilmektedir. Uykusuz bırakılan sıçanlarla yapılan bir deneyde 2 hafta içinde ölüm gerçekleşmiştir.
Kaynak
9. Balıklar Su İçer mi?
Yaşamın kaynağı olan su, canlıların vücutlarında farklı yoğunluklarda bulunur. Bu, suyu tüm canlıların -su içinde yaşayanlar da dâhil- fizyolojik olarak kullandığı anlamına gelir. Yani, evet, balıklar da su içer.
Balıklar tatlısularda ve tuzlu sularda yaşayanlar olarak ikiye ayrılır. Tuzlu sudaki tuz yoğunluğu balığın vücudundakine göre daha yüksektir. Bu nedenle balığın vücudundan dışarıya doğru bir su çıkışı olur. Tuzlu sularda yaşayan balıklar bunu dengelemek için devamlı su içmek zorundadır. İçtikleri tuzlu sudaki fazla elektrolitleri de solungaçlarından dışarı atarlar. Bu, çok fazla enerji gerektiren bir işlem olduğundan, tuzlu su balıkları suyu daha iyi kullanmak için böbreklerinden atılan su miktarını en aza indirir. Tatlısulardaysa bunun tam tersi bir durum oluşur.
Kaynak
10. Atmosferde Neden Çok Miktarda Azot Var?
Dünya'nın atmosferinde yaklaşık olarak %78 oranında azot, %21 oranında oksijen bulunuyor. Geriye kalan yaklaşık %1'lik kısım ise başka elementlerden ve moleküllerden -örneğin argon, karbondioksit, metan- oluşuyor. Atmosferde en çok bulunan element azot olmasına rağmen, Dünya'da çok miktarda azot yoktur. Örneğin atmosferdeki azot miktarı atmosferdeki oksijen miktarının yaklaşık dört katı olmasına rağmen Dünya'nın tamamı göz önüne alındığında tüm azot miktarı tüm oksijen miktarının sadece on binde biri kadardır. Azotun atmosferde birikmesinin birkaç nedeni var:
Birinci olarak; azotun doğada bulunduğu biçimlerin hemen hemen hepsi, örneğin azot gazı (N2) ve diazot monoksit (N2O), uçucudur. Dolayısıyla Dünya'nın katı haldeki merkezinde değil gaz halindeki atmosferinde birikirler. İkinci olarak; azot içeren bileşikler genellikle kristal yapıda bulunmadığı için Dünya'nın merkezinde bulunan katı maddelerde azot atomları yer almaz. Dünya'da en çok bulunan element olan oksijen ise Dünya'yı oluşturan pek çok katı bileşiğin, örneğin SiO2, yapısında yer alır. Ayrıca okyanusların kütlesinin %85'i de su moleküllerinin de yapısında yer alan oksijen atomlarıdır. Azotun atmosferde bol miktarda bulunmasının başka bir nedeni; azot gazı moleküllerinin oksijen gazı moleküllerine göre daha kararlı olmasıdır. Azot gazı molekülleri Güneş'ten gelen ışınlar tarafından kolayca parçalanamaz ve atmosferde meydana gelen tepkimelerde yer almazlar.
Kaynak
11. Neden Bazı Tohumlar İlkbaharda, Bazıları Sonbaharda Ekilir?
Bir tohumun ne zaman ekileceğini belirleyen temel etken sıcaklıktır. Bitkiler çoğunlukla düşük sıcaklıklara karşı duyarlı olduğundan tohumlar çoğunlukla ilkbaharda ekilir. Ancak soğuğa ve donmaya karşı dirençli bazı bitki tohumları (örneğin pancar, lahana, brokoli) sonbahar aylarında ekilebilir.
Sonbaharda ekilen tohumlar kış aylarında gerçekleşen yağışların etkisiyle daha erken büyümeye başlar. Soğuk hava koşullarına dayanıklı bitkilerin tohumlarının sonbaharda ekilmesi, bu bitkilerin ilkbaharda ekilen tohumlar henüz gelişme aşamasındayken hasat edilmesine imkân verir.
Bazı bitkilerin (örneğin sarımsak, kış buğdayı) ise gelişimlerinin belirli bir aşamasında düşük sıcaklıklara maruz kalması gerekir. Bu durum vernalizasyon olarak isimlendirilir. Vernalizasyon dönemi bu tür bitkilerde çiçek oluşumu için gereklidir.
Kaynak
12. Primatlarda Erkek ve Dişi Memeleri Aynı Boyuttayken İnsan Dişisinin Memesi Neden Büyük?
Bilim insanları insan dişilerinin memelerinin büyük olmasını açıklamakta güçlük çekiyorlar. Çünkü diğer primatlarda erkek ve dışı memeleri aynı boyutta. Üstelik buna rağmen bir şempanze ile bir insan dişisi aynı oranda süt üretiyorlar. Yani meme büyüklüğü ile süt üretimi arasında bir paralellik yok.
Bu sorunu; insanın ayağa kalkıp sosyal ilişkiler geliştirmeye başladığı sırada yüz yüze olmaya başlaması ile açıklamaya çalışıyorlar. Şöyle ki; insan sosyalleştikçe daha fazla yüz yüze olmaya başlıyor. Bu da evrimsel mekanizmaları tetikleyerek “cinsel” uyarı kaynağı olan kalçaların bir benzerinin kadınların ön tarafında oluşmasına yol açıyor. Yani evrim; kalçaların çekiciliğini göğüslere de yükleyerek onların büyümesini sağlıyor.
Tabii, yine normalde diğer primatlarda oldukça arkada olan vajina, insan dişilerinde bu sosyalleşme süreci sırasında bir miktar ön tarafa doğru kayıyor ve bunun da yüze yansıması olarak dudaklar kalınlaşıyor. Kalın dudaklar da sadece insanlara özgü bir özellik.
Kaynak