Şimdi kendinize okkalı bir Türk kahvesi pişirin ya da sipariş edin. Bu yazıyı o keyifle okumaya başlayın. Fincanınızda size nasıl bir kültürel miras eşlik ediyor şaşırıp kalacaksınız.
Kaynak…
Tadı damakta kalan enfes aroması, insanı ayıltan kokusu, köpüğü ve sunuş biçimi ile sınırları aşmış tiryakilik yaratan benzersiz bir tat o.
Dost muhabbetlerinin olmazsa olmazı, kız isteme merasimlerinin başrolü ve içince insanın tüm yorgunluğunu alan vazgeçilmez bir içeçek Türk kahvesi.
Basit bir kahve değil o. Kendine özgü bir kimliği ve neredeyse 500 yıllık bir geleneği var. Tüm dünyayı saran bu lezzet bizde çok geniş bir kültüre sahip.
Türk kahvesinin ortaya ilk çıkışı ile ilgili çeşitli rivayetler olsa da en güçlü olanı ile başlayalım. Tüm kahvelerin ana vatanı Habeşistan olarak biliniyor. İsmini de buradaki Kaffa yöresinden almış. Bu bölgeden Yemen'e ve zamanla tüm Ortadoğu'ya yayılmış.
Kahvenin Osmanlı İmparatorluğu'na gelmesi ise Kanuni Sultan Süleyman dönemine rastlıyor. 1500'lü yıllarda dönemin Yemen valisi Özdemir Paşa keşfettiği bu lezzeti padişaha sunmuş. Bu farklı içeceği çok beğenen Sultan Süleyman hiç düşünemeden onaylamış.
Evliya Çelebi: “Aslı Yemen diyarından çıkıp tütün gibi dünyaya yayıldı. Kimi şeyhler Yemen dağlarını mesken edinip dervişleriyle bir tür ağaç yemişi bulup kalb ve bûn dedikleri taneleri döğüp yerlerdi ve kimisi de kavurup suyunu içerdi. Riyâzat ve sülûke uygun ve şehveti kesmeye elverişli soğuk ve kuru gıda olduğundan Yemen ahalisi birbirinden görüp şeyhler ve sûfîler ve başkaları kullandılar.”
Ortadoğu'da kahve meyvesi kaynatılıyor ve içecek bu şekilde sunuluyordu. Fakat sarayda çekirdekler havanda dövülmeye başladı. Cezve ve güğümler eşliğinde kaynatıldı. Su eklenerek pişirildi ve köpük oluşturuldu. İsteğe göre şeker de ilave edildi.
Aslında kahve tamamen şekersiz yapılırdı. Yanına sadece tatlı bir şeyler konulurdu. Şeker sonradan eklenmeye başladı.
İşte bu farklı pişirme yöntemi Türk kahvesini bambaşka bir aroma verdi ve onu özel kıldı. Sunumunda yanına su ve tadı acı olduğu için ağzı tatlandırsın diye lokum kondu.
Bilinenin aksine su kahveden sonra değil, önce içilir. Kahvenin tadını daha iyi alabilmek için.
Bu kahve, lokum ve su üçlüsünün baş kahramanı ise Hürrem Sultan olarak biliniyor. Kahvenin acı tadını dengelemek için böyle bir fikir ortaya koymuş ve o kadar beğenilmiş ki bugünkü kahve geleneğimizi oluşturmuş.
Bir anda tüm saray ahalisi kahve tiryakisi olmuş. Padişahın kahvesinin yanındaki suyu Gümüşsuyu'ndan gelmeye başlamış. Sultanların misafirlerine sunduğu en özel ikram olmuş.
Sarayda 40 kişilik özel kadrolu kahve ustaları yer almaya başlamış. Bu kadronun en yetkili ismi “kahvecibaşı” olurmuş. Kısa zamanda haremi de sarmış bu kahve ateşi.
Cariyelerin hepsi güzel bir kahve pişirebilmek için özel dersler almaya başlamışlar. İçimi kolay ama hazırlaması pek bir zahmetliymiş.
Yeşil çekirdekler tavada kavruluyor önce. Sonra havanda dövülüyor. Odun ya da kömür ateşinde ağır ağır pişiyor. Kıvamını tutturmak için biraz uğraşmak gerekiyor.
Bir saray içeceği olan kahve zamanla halkın arasına karışıyor. İl olarak 1554 yılında Tahtakale'de ilk kahvehane açılıyor. Sonra da tüm şehirlere hızla yayılıyor.
Kahve eşliğinde evliyaların sohbet ettiği, tavla ve satranç oynanan, güzel yazı ve şiirlerin okunduğu bu kahvehaneler dönemin sosyal hayatına damga vurmuş. Kahvehane kültürü de aslında o dönemlerden kalma.
Çok değerli bir hale gelen kahve artık “Kara İnci” olarak anılmaya başlamış. Hem Osmanlı elçileri hem de tüccarlar sayesinde Türk kahvesi Avrupa'ya da ulaşmış.
Avusturya münasebetleri sırasında tercümanlık yapan Leh Kolschitzky kahveyi ilk kez Osmanlı çadırında tattı. Daha sonra bugün Viyana'nın yerel kahve evi olarak bilinen 'Melange' isimli yeri açtı. Bu dükkan Viyana'nın ilk kahvehanesiydi.
Nurbanu Sultan sayesinde Venedikliler kahve ile tanıştı.
Fransa’ya 1669’da elçi olarak atanan Kolbaşı Müteferrika Süleyman Ağa ile Fransızlar kahveyi ilk kez tattılar.
Şu anda Eminönü'nde yer alan o dönemde kahvehaneleri ile meşhur bir sokağa da 'Tahmis' adı verilmiş. Tahmis kahve pişirilen yer anlamına geliyor.
Hatta meşhur Kurukahveci Mehmet Efendi ilk dükkanını bu sokakta açmış. 1871 yılında baba mesleği olan kahveyi alıp müşterilerine hazır bir şekilde sunmaya başlamış. Sanatçılarla, yerel halkla dolup taşan kahvehaneler tam bir kültür oluşumuna sebep olmuş.
Bugün tüm dünyaya yayılan Türk kahvesi her yönüyle özel olmayı başarıyor. Dünyanın en eski pişirme yöntemine sahip kahvedir. Kokusu oldukça keskin ve ayırt edicidir.
Bugün sade, orta ve şekerli diye 3 şekli olsa da eskiden 40'a yakın demleme şekline sahipti.
Tadı damağımda kaldı deyimi Türk Kahvesine çok yakışır çünkü üstündeki köpüğü sayesinde içtikten sonra damağınızda en uzun süre devam eden kahvedir o.
İnce fincanları ve köpüğü sayesinde diğer kahvelere nazaran uzun süre sıcaklığını korur. Telvesi de dibe çöktüğü için diğer kahveler gibi filtre işlemine gerek kalmaz. Kendisi bu özelliği ile tektir.
Neyse halim, çıksın falim! Türk kahvesi dünya üzerinde fal bakılabilen tek kahvedir.
Kahvenin kültürümüzde nasıl bir yer edindiğini ve ne kadar önemli olduğunu anlamak için “kahvaltı” kelimesine bakabilirsiniz. “Kahve altı” olarak türemiştir ve kahve içimi öncesi bir şeyler atıştırmak anlamındadır.
Kahvaltı bahane kahve şahane yani!
Espresso ile Türk kahvesi tüm dünyada en çok tüketilen iki kahvedir. Nereye giderseniz gidin pek çok restoranın menüsünde Türk kahvesini görebilirsiniz.
Son olarak Türk kahvesi sonsuzluğa ulaştı. 2013 yılında UNESCO'nun “Somut Olmayan Kültürel Miras” listesine girdi ve koruma altına alındı.
BONUS: Bu da milli Türk kahvesi fincanımız :))